İlk Bölüm

1.5K 92 226
                                    

Elinde mısır gevreği, üstünde pijaması olan kısa boylu adam koltuğuna yerleşirken televizyonu açmak için gözüyle kumandayı arıyordu. Bir süre uğraşması gerekse de sağ tarafındaki tekli koltuğun içine sıkıştığını gördüğünde kahvaltısını önündeki sehpaya bırakıp uzandı oraya doğru. Belki yerinden kalkıp almak daha mantıklıydı ancak onu yapacak enerjiyi elde edene kadar şekilden şekile girip kumandayı elde etmeyi daha...

Daha?

Bir şey buluyordu işte. Kendi de bilmiyordu aslında. Sadece içinden öyle yapmak gelmişti. Yaklaşık iki dakikalık uğraşın ardından istediğine sahip olduğunda tatmin olmuş bir şekilde gülümsedi. Sonraki saniye yüzü eski düz haline dönmüştü çoktan. Daha fazla yüz kaslarını ve çatlamış dudaklarını zorlamasına gerek yoktu.

Televizyon açıldığında ilk gördüğü şey haber kanalı olmuştu. Değiştirmekten bile üşenip henüz başlamış olan sabah programını izlemeye koyulmuştu. Elince tekrar yemeğini aldıktan sonra huzurla iç geçirdi. Saatlik mutluluklar da olmasaydı yaşayamazdı herhalde. Gevreği bitince ekranın sol altında yazan sayıyı kontrol etti son kez. Ardından ayağa dikildi fakat bacakları onu taşıyamadığından geri düşmüştü elindeki çukur tabak ve kaşıkla.

Kendine gözlerini devirip bu sefer daha kararlı bir şekilde kalktı. Başarmıştı! Mutfağa tuttuklarını bırakıp odasına yöneldi sessizce. Her zamanki siyah dar pantolonunu bacaklarına geçirdi sıkıntıyla. Üstüne ise Ölüm Yadigarları baskısı olan tişörtünü giyindi. En son olarak ceketiyle önünü kapattığında hazır olduğunu hissetmişti. Ayakkabılarını bağcıklarını bile açmadan ayağıyla buluşturdu ve arabasına yöneldi. Tek katlı, şehir dışında bir evde yaşamanın en güzel yanı içinizdeki gürültünün sırtına dışarıdakinin binmemesiydi.

Müziğin sesini sonuna kadar açıp yanındakileri görmezden gelmeye çalıştı zorlukla. Halbuki onlar hiç durmadan dürtüklüyordu bedeninin her bir köşesini. Fakat adam alışkanlığın verdiği acıyla sürmeye devam etti. İş yerine vardığında etrafta sadece resepsiyonistin olduğunu gördü, yine.

"Hoşgeldiniz bay Do. Yine erkencisiniz efendim."

Kadının yüzünü görmemek adına gözlerini aşağıda tutup başıyla selam verdikten sonra odasına geçti. Saat -diğer her gün ki gibi- daha yediydi. Hastalarının gelmesine iki saat daha vardı. Evinde kalıp dinlenmek isterdi diğer doktorlar gibi, belki de daha fazla uyku ya da düzgün bir kahvaltı...

Fakat uyuma saati dördü geçmezken bunu başarabilmesinin imkanı yoktu. Ayrıca hayatını güzelleştirmeye uğraşmak için fazla yorgundu. Tembelliğini bahane etmeyi bırakmıştı uzun süre önce. Yorulduğunu kolayca itiraf edebiliyordu artık. Ki bunu bilen tek kişi yine kendisiydi. Hayatı da bundan ibaretti zaten.

Kendisinden.

En azından dışarıdan öyle gözüküyordu. Halbuki hastalığı da vardı onunla beraber yaşayan. Benliğinin önüne geçmiş bir şeyi nasıl görmezden gelebilirdi ki?

Kapının çalınmasıyla sırtını dikleştirdi. Düşünceler vakit geçirmenin en kolay yoluydu. Her gün bunu bir kez daha keşfediyordu.

İçeri giren kişinin profesyonelce elini sıkarak karşı karşıya olan iki koltuktan birine oturtturdu. Kendi de diğerine otururken saati yanına almıştı. Bulunduğu yere döndürdüğü aleti çalıştırmaya başlaması onun adına başlangıç çizgisini geçip ilk adımı atmasıydı. Maraton şimdi başlıyordu.

"Hoş geldiniz. Ben profesör Do Kyungsoo."

Önünde oturan adam bir anda yerinden kalkınca şaşırmıştı doktor. Yine de bunu belli etmemeye çalışıp karşı taraftan gelecek hareketi bekledi sakince. O sırada diğerinin elindeki mendili fark etmişti nereden çıktığını anlamayan. Adamın az önce üzerinde bulunduğu deri koltuk özenle ama hızla kendisi tarafından silinirken Doktor Do hiç belli etmeden not almaya başlamıştı bile.

Doktor Do'nun HastalarıWhere stories live. Discover now