İKİNCİ BÖLÜM/İKİNCİ KISIM

254 98 63
                                    

   O gün bu olaydan sonra, sınıfımdaki arkadaşlarımdan; özellikle de Gaye’den ses seda çıkmıyordu. Bana duyduğu kin ve öfke, onu bir kat daha çirkinleştirmişti. Ben gayet sakindim. Okuldan ayrılana kadar, benim de sesim çıkmamıştı. Herkese öfkeliydim. Sanki herkes benden iğreniyormuş gibi hissediyor ve bir kat daha yerin dibine giriyordum. Aklımca namımın yerle bir olduğunu düşünüyordum. Bu nedenle de kimsenin yüzüne bile bakmadan evime geldim. Kendi kendime hayıflanmaya başladım:
“Ben ne kadar pis bir insanım. Pasaklının, bitlinin tekiyim işte! O kendini beğenmiş bile bana böyle söyleyebildiyse, herkes neler düşünüyordur kim bilir? Pis kokuyorum çünkü banyo yaptıktan sonra giyebileceğim temiz ikinci bir elbisem bile yok! Allah kahretsin! Tabi ki bitlenirim. Artık bir kalıp sabunu eritene kadar banyo yapsam da nafile! Çünkü bu adi leke, üzerimden akıp gitmeyecek! Bundan sonra herkes beni bitli, pasaklı bilecek! Nefret ediyorum her şeyden, herkesten! Kimse beni anlamıyor. Sıkıyorsa gelip bu pis evde yaşasınlar bakalım! Bu aç sefil halimizle herkesin dalga geçmesinden utanıyorum. Anladın mı anneanne! Bıktım bu sefaletle, senin yanında yaşamaktan! Hepimiz de bu evde cami avlusunda dilenen dilenciler gibiyiz!

   Bunları anneanneme söylerken, anneannem beni sakinleştirmek için; saçlarımı okşayıp, öpüyordu. Bense her zamanki nefret dolu gözlerle onu izliyordum. Her şeyin sorumlusu olarak onu görüyor, ondan uzaklaşabildiğim kadar uzaklaşıyordum. O da benim ellerinden kurtulduğum an kaçacağımı bildiğim için tedbirini almış, kollarımı sıkı sıkıya tutuyordu. Her zamanki gibi, Adana ağzıyla konuşmaya başladı. Bana:
“Ebe yavrum, ebe kuzum. Gadasını aldığım. Yapma artık, yeter ettiğin! Kim bizimle dalga geçmek istermiş. Sen mübalağa edersin be guzum. Allah’a şükür ki kimseye avuç açmıyoruz. Bense elimden geldiği kadar, sizin ihtiyaçlarınızı karşılamaya çalışıyorum. Hem sen artık pırıl pırıl bir genç kız olacaksın. Yakışıyor mu sana çocukça düşünmek, ayıp vallahi bu yaptığın. Ben de üzülmüyor muyum sanıyorsun? Ama Yüce Rabbime dua etmekten başka ne yaparım söyle bana? Hem mis gibi kokuyor benim guzum, üzülme onlar edepsizliğinden öyle demişler.”
Ben anneanneme birazdan ısıracak kuduz bir köpek gibi bakıyordum. Onunla bu defa alay etmeye başladım:
“Hıh, diyene bak! Sen öyle san. Senin de benim de açlıktan nefesimiz kokuyor.”
Anneannemi de sonunda sinirlendirmeyi başarmıştım. Beni yanından iterek:
“Yeter, edepsiz, utanmaz! Sen ne arlanmaz çıktın öyle! Defol karşımdan gözüm görmesin seni!”

   Sızlanmayı kestim. Bir zafer elde etmiş gibi kıkırdayarak tavan arasına koştum. Anneannem çok yaşlı ve sabırlı bir kadındı. Her ne kadar altmış yaşında olsa da, ayakta durmaya çalışıyordu. Onu çok yoruyordum. Saçlarının erken yaşta beyazlamasının sebebi bendim galiba. Bize, annem ve babımın ölümünün ardından o bakmıştı. Zor ve zahmetli bir işti, üç çocuğa bakmak. Evimizin asıl anası babası o olmuştu. Dedem yatalaktı. Anneannem o yaşlı haliyle dedemin altını temizlemekten, yemeğini vermekten, onu yıkamaktan hiç gocunmazdı. Ben hep ona; “Ya anneanne! Atalım gitsin şunu da sen de kurtul ben de!” derdim. O da, eline geçirdiği süpürgeyi bana fırlatır, arkamdan ağzına geleni söylerdi. Onların geçmişimi tırmalayan bir hayalin aktörleri olması kendimi onların sevgisinden uzak tutmam için yeterli sebep gibi görünüyordu. Babamın bir anda yitip gittiği hikâyesine tek inanmayan bendim. Annemin gözlerimin önünde erimesini seyretmek bana düşmüştü ne yazık ki. Bütün bu yaşanılanların perde arkasında onların parmağı olduğuna o kadar çok inanıyordum ki, onların sevgisine karşı aldığım gardım, tek savunma mekanizmamdı. Onlarla yaşamak zaruretim olmasaydı ya da kardeşlerimi düşünmek zorunda kalmasaydım herhalde başıma iş açmakta gecikmeyecektim. Şimdilik tek hedefim, onlardan bir an evvel kurtulana değin acı çektirmek! Biraz önce koşar adımlarla kaçıp saklandığım yere çok geçmeden geldi. Bana:
-     Mihri! Senem uyuyor, Saliha da dışarıda oyun oynuyor. Komşuya gittim evde yoklar. Ben pazara gidip gelene kadar, dedene ve kardeşlerine mukayyet ol emi.

   Düşüncelerden uyanan birisi gibi sarhoş bakışlarla ona baktım. Gözümün önüne gelen simsiyah saçlarımla olur gibilerinden başımı salladım. 
Dedem çok sessiz, konuşamayan, kendi halinde felçli bir ihtiyardı. Onu da anneannem gibi sevmiyordum. Hatta onun bir an evvel bu dünyadan göç etmesi için, arada sırada ona yaramadığını bildiğim her gıdayı yedirip içirirdim. Onun bu dünyaya çivisini çaktığını düşünüyordum. Her gün niye hâlâ ölmüyor diye, adeta ölümünü bekliyordum. Acımasız ruhum, yalnızlığımdan ileri gelir. Aslında yaşlı insanlara karşı apayrı bir sevgim olması gerektiğinin farkındaydım. Hatta bazen bütün o çocukluğumdaki trajediyi unutup onlara karşı sıcak bir hissiyatın kalbime dokunduğunu da itiraf etmeliyim. Ancak sonuçta galip gelen, içimde özenle büyüttüğüm o nefret çınarlarıydı. En büyük iki değerimi yitirmem beni küçük yaşta bencil ve ruhsuz biri yapmıştı.

MİHRİCAN #Wattys2017 (Akademisyen Yayımlarından ÇIKTI)Where stories live. Discover now