SEKİZİNCİ BÖLÜM

51 29 29
                                    

●●● Sevgili okuyucularım. Bu kitaba verdiğim emeğin karşılığını bana sunduğunuz için çok mutluyum. Güzel düşünceleriniz, eleştirileriniz, oylarınız ve yorumlarınızı görünce inanılmaz motive oluyorum. Lütfen okudukça paylaşın beğendiğiniz takdirde dostlarınıza önerin. Daha çok kişiye ulaşırsa ben daha iyi çalışmalarla sizlerle olmaya devam edeceğim. Kütüphanenize eklerseniz bildirimler alacaksınız.
Şimdiden teşekkürler...●●●

Günlerden pazartesiydi. Hava dünkü bahar yağmurunu çoktan geride bırakmış, serin ve güzeldi. Bahçenin iştah açıcı manzarası karşısında oldukça heyecanlanıp kendimi dışarıya attım. Saat okula gitmek için çok erkendi. Hoş, son sınavlar da olmasa okula gitme isteğim hiç yoktu ama kendime bir söz vermiştim. Okumak tek gayemdi. Uslu bir kız olmak için çabalıyordum.

Nermin'in apar topar Amerika'ya gittiği günden bu yana bir hafta geçmişti. Onsuz geçen günlere alışmıştım. O gittiği günden beri bana hiç haberi ulaşmamıştı. Hem endişeleniyor hem de ona olan özlemim giderek azalıyordu. Bunu bilerek mi yapıyordu? Yani onu unutmam için kasıtlı olarak mıydı bu yaşattıkları? Beni benim onu sevdiğim gibi de sevmemiş miydi bilmiyorum. Ama o çocuk, Can! Belki de beni sevmesinin asıl kilit noktası o küçük çocuktu. Sevimli ve de sıcak bir çocuktu. Sonra anneannem gelmişti aklıma. O gün o çocuk geldiğinde donup kalmıştı. Sonra bir anda aklına bir şey gelmiş gibi koşup odasına kapanmıştı. Sanırım Nermin ile alakalı her şey onu geriyordu. Hele de Nermin'den söz ettiğimde hemen yüzünü buruşturup "Ah ah!" diye bir iç geçirdikten sonra konuyu değiştiriyordu.
Anneannem, ben her ne kadar huysuz ve asi olsam da beni kimseyle paylaşamayacak kadar çok severdi. Bu duyguyu bana çok iyi geçirmişti. Özellikle son zamanlarda bana daha bir düşkün olmuştu. Senem'e bile bana baktığı kadar bakmıyordu. Saliha ise benimle anneannem arasında kalmış bir zavallıydı. Okuldan eve gelir ev işlerine yardım eder, biraz da Senem ile oyun oynar ve daha sonra derslerinin başına geçerdi. Benim halim aslına bakarsanız içler acısıydı. Aynı avarelik ve serseriliğe devam ediyordum. Gün geçtikçe bu durumum daha da artıyordu. Nermin'in bana bir "Alo..." dememesi yahut bir mektup dahi göndermemesi beni çileden çıkarıyordu. "Beni unuttu!" diyerek gizli gizli ağlıyor ona sitem üzerine sitem ediyordum. Zaten eğer adresini öğrensem ona gece gündüz sitem ve hasret dolu mektuplar yazacaktım.

Bahçedeki kavak ağacının altında dakikalarca düşündüm, düşündüm. Üzerimde okul kıyafetlerim ve ellerimde bir iki defter vardı. Okula gitmekten son anda vazgeçmiştim. Anneannem engelinden ötürü eve de giremezdim. Onun duymasına hiç de gerek yoktu. Ben de elimdeki defterlerimi arka bahçedeki otluklara saklayıp sokağa çıktım. Karşı mahalleye gittim. Nermin'in evinin önünde oturup dakikalarca ağladım. Yürüdüm yürüdüm... Yapabileceğim hiçbir şey yoktu. Sonunda eve dönmeye karar verdim. "Ders yoktu öğretmen salıverdi." diyebilirdim. Eve dönüş yolunda aklımda sadece tek bir kişi vardı ve onunla ilgili düşünebileceğim her şey.

Bahçe kapısından içeriye girdiğimde anneannemin yabancı bir iki kişiyi içeriye buyur ettiğini görünce duraksadım. Şaşırmıştım. Açıkçası anneannemin bu iyi giyinişli, seviyeli ve görgülü insanlarla nasıl ve ne şekilde tanışık olduklarını merak etmiştim. Her ne kadar bu soru beni merak içinde bırakmış olsa da aldırış etmedim. Onların içeriye girmesiyle birlikte ben de arka bahçeye koşup defterlerimi aldım. Otlukların arasından defterlerimi çıkardığımda olanlar olmuştu. Anneannem bahçeyi sularken defterlerim de nasibini almıştı. Tırnaklarım çamur içinde elimdeki ıslak defterlerimle kapının zilini çaldım.

Anneannem kapıyı açar açmaz sanki karşısında bir yaratık duruyormuş gibi hıklayıp kaldı. Kalbine indi sandım. Ben sonunda onu hakkın rahmetine gitmesine sebep olacağımı düşünürken, o "Dersler boştu." yalanıma inanıp beni içeriye aldı. Aslında bir ara ben dışarı çıkmak istersem izin verebileceğini söylediyse de ben onu umursamadan salona giriverdim. Anneannemdeki o soğuk su etkisi, gelen şu garip misafirlerde de hâsıl olmuştu. Ben onların bu gülünç halini izlerken onlar da ne yapacaklarını bilmez bir halde etraflarına bakınıyorlardı. Bunlar birisi erkek olmak üzere üç kişiydiler. Kadınlar; iki dirhem bir çekirdek giyinişli, kıymetli takılarla bezenmiş, varlıklı kimselerdi.
Onların bu aptal hallerine gülümsemekten kendimi alamazken diğer sedirde oturan yirmi beş yaşlarında kirli sakallı, kapkara ve son derece etkileyici bir çift gözün bana baktığını gördüm. Donup kalmıştım. Bu neydi şimdi? Bir anda tesiri altına girdiğim o bakışlar ne anlama geliyordu ki? Oysa bana bu kadar çarpıcı bir bakış ile bakmasaydı onu fark etmez bir ağabey gibi görüp giderdim. Neden beni çağırır gibi bakıyordu? Sanki beni bekliyordu. Onun o bakışları benim kalbimi yerinden çıkaracak kadar efsunlu ve zalimceydi. Benim ona bir aptal gibi bakmamdan dolayı gülümsüyordu besbelli. Belki de ben bu bakışların büyüsüne kapılmışken o benim gibi bir şaşkaloza "Ne haber ufaklık?" diyecekti. Ona bile razıydım. Benimle ilgilenmesini ne kadar da çok istemiştim. Hayatımda ilk defa bu duyguyu tattığıma emindim. Çünkü sevgi denilen garip terim benim kapımı sık sık çalmazdı. Nihayet ben kendimi silkeleyerek;
"Hoş geldiniz." diyebilmiştim.
O da kalkıp bana elini uzatarak;
"Hoş bulduk!" dedi.
Bense çamurlu tırnaklarımı gizleyerek elini sıkıp kaçar gibi tavan arasına çıktım. Aslında ne için geldiklerini ve ne konuştuklarını merak ediyordum ama onlar buna fırsat vermeden kalkıp gittiler. Onları çatının penceresinden seyredince içimden bir parçamı da alıp götürdüklerini hisseder gibi oldum.
...

MİHRİCAN #Wattys2017 (Akademisyen Yayımlarından ÇIKTI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin