DÖRDÜNCÜ BÖLÜM /BİRİNCİ KISIM

143 70 61
                                    


Zaman su gibi akıp gidiyordu. Kendimi onun yanında iyi hissediyordum. Ve o, giderek bende bıraktığı güzel izlenimlere yenisini ekliyordu. Vazgeçemeyecek kadar ona bağlanmıştım. Onun da benim için aynı duygulara garkolduğunu anlıyordum. Ben onu o beni mutlu etmenin bin bir türlü yolunu bularak vakit geçiriyorduk. İlk tanıştığımızda adını erken koyduğumuz dostluğumuzdan ikimiz de memnunduk. O benden dört yaş büyük olmasına rağmen benden çok daha fazla hoyrat bir kızdı. Kıpır kıpır, cıvıl cıvıl bir ablaydı, anneydi, dosttu. Ona ‘koruyucu meleğim’ lakabını takmıştım. O da bana ‘can’ diyordu. Ona geçmişimden, annem ve babamdan, yaşadığım buhranlı çatışmalardan, içinde bulunduğum açmazlardan, anneanneme olan nefretimden, tiksindiğim dedemden bahsetmiştim.

“Seninle tanışmadan önceki en büyük hayat kaynağım, kardeşlerimdi. Ama artık sen de varsın. Bundan sonra her şeyim sizsiniz. Onları kaybettikten sonra her şey bana manâsız ve yavan geliyordu. O çocuk yüreğim yalnızca onların emanetleri olan kardeşlerime bağlanmıştı. Şartlandırmıştım kendimi. Herkes benim düşmanımdı. Resmen hayata karşı siper almıştım. Şimdi de bu böyle. Değişen tek şey sen oldun hayatımda. Savunmasız kalmış haşin benliğime ılıman bir iklim getirdin. Beni sahiplendin. Ve bunu hiçbir karşılık beklemeden yaptın üstelik! Sana doğru düzgün bir teşekkür bile edemedim. Sen benim kendime koyduğum tabuları yıkmama yardım ettin.”

Nermin beni mahcup bir edayla dinlemişti. Gözleri dolu dolu oldu. Onu duygulandırdığımı görünce daha fazla konuşmayarak susmuştum. Ben susunca o başladı konuşmaya:

“Seni çok iyi anlıyorum can. Nihayetinde aynı kaderi yaşamasak da ben de şu kısa geçmişimde çok ağır şeyler yaşadım. Hâlâ yaşıyorum. Ama şimdilik bunu sana anlatamam.”
Ben ona “neden?” der gibi bir bakış attığımda bana dudak büküp:
“Gerçekten sorma. Çünkü bu nasıl anlatılır bilmiyorum. Ama belki sonra, şimdi o cesaret ben de yok!”     

Ben bu sırrını gerçekten çok merak etmiştim. Yine de o bunu söylemeye hazır değilse benim için amenna. Ona:
“Sen ne zaman kendini hazır hissedersen ben de o zaman can-ı gönülden dinlerim seni. Yeter ki seni üzen o şeyi aklına getirme!”
“Beni anlayışla karşıladığın için sağ ol dostum.”

   Onun böyle konuşması beni öyle mutlu ediyordu ki, böyle bir dostluğa sahip olduğum için çok şanslı olduğumu düşünerek geriniyordum. Onunla düşmanlarımız aynı, meziyetlerimiz, fikirlerimiz bile aynıydı. Kavgalarımızdan vazgeçmemiştik. Bizi üzenlerin başını ezmeye yeminliydik. Okulda başarılı olmak için gösterdiğimiz çabalarımızsa herkesin şaşırdığı tek ortak noktamızdı. Her şeyde ilk ve ön planda olmak için her yolu deniyorduk. Kâh iyiyi, kâh kötüyü! Neler yapmamıştık ki? Bir gün, çalışsak da kafamıza girmeyen matematik sınavına okuldaki matematik dehalarını tehdit ederek bizi çalıştırmalarını istemiştik. Formülleri öğrenince her şeyin kolay olduğunu söylemişlerdi. Formülleri ezberlemiş sınavı geçmiştik. Sonra aynı çocuklara iyiliklerinin karşılığında dövüşmeyi öğretmiştik. Çocukların bize minnettar kaldıklarına eminim.

O sabah hava öyle berraktı ki, güneşin tam yüzüme doğru gülümsemesinden anlamıştım bunu. Oysa dün gece hava delirmiş gibiydi. Kara bulutlardan meydana gelen şimşekler çok ürkütücüydü. Dün gecenin ardından doğan güneş, yaratıcının bana verdiği bir lütuftu sanki. Çünkü bugün benim doğum günümdü. On dördüme girmiştim. Yatağımdan kalkmadan düşünmeye başladım. Demek artık büyümeye, bir yaş daha yaşlanmaya başlamıştım öyle mi? Belki buna sevinmem gerekiyordu ama o sevince yalnızlığın hüznü çökünce mutluluğum kursağımda kalıyordu. Yaş günümü kimse bilmiyorken büyümüşüm neye yarar. Oysa ben de annem ve babamın da olduğu tüm sevdiklerimle, bir yaşımı bile kutlasaydım kâfiydi. Sessizliğin hüznü çökünce daha bir garip olmuştu içim. Evde herkesin gözü önünde rahatça ağlayamıyordum bile. Duygularımı içimde yaşaya yaşaya körelmiştim. Herkesin karşısında durup içimdekileri özgürce haykırmak istiyordum. Canına yandığım dünyada iyi bir şeyler olmak zorundaydı. Belki şansım dönüyordu. Belki de bu dostluk güzel günlerin muştusuydu. Bilmem, bildiğim tek şey hiçbir şeyin göründüğü gibi olmamasıydı. Bazen insan hayal ettiklerini de yaşıyormuş. Bunu tecrübe ederek öğrenmiştim. Öğretmenim derdi zaten; “Başarmak için önce hayal edilir.” diye. Oysa ben tecrübe etmeden evvel bu tür sözlerin safsatadan ibaret olduğunu düşünürdüm. Olmak istediğin, varmak istediğin her şeyi önce hayal edersin ve ona ulaşmak için hedefine kilitlenirsin. Olup olmaması tamamen hayal ettiğin şeye bağlıdır. Mesela, ölmüş birini hayatta görmek istemek gibi olması mümkün olmayan bir hayalin peşinde koşmak elbette manasızdır. Bu yüzden annem ve babamı asla doğum günümde göremeyecek olsam da, o sevgiyi paylaşacağım bir dostu bularak hayallerin, sadece bir hayal olarak kalmadığını anlamış oldum.

Karşı duvarda asılı duran, sarı yaldızlı, kol saati şeklindeki saate baktığımda epey geç olduğunu anlamıştım. O gün günlerden cumartesiydi. Hava dışarıda fink atacak kadar güzeldi. Arada bir tavan arasında yatsam da soğuk havalarda ve korktuğum günlerde kardeşlerimle salonda yer yatağında yatardım. Yine salonda yatmıştım ve anneannemin odasının kapısının aralığından ne yaptığını görebiliyordum. Kuşluk namazı kılmış, Kur’an’ını okuyordu. Anneannem uyandığımı görünce Kur’an’ını kapatıp, seccadesini toparladı. Benim düşünceli halimi görünce yüzünü ekşiterek:

“Yine ne var sabah sabah! Rüyanda da mı plan projeler çiziyorsun? Anlamadım ki neyin var? Ha eğer sesimden uyandıysan kusura bakma Mihri hazretleri, bir daha olmaz! Hadi bırak düşünmeyi de uyu, kalkmak için daha erken. Bugün okul yok unuttun mu?” 

Ben ona inat hemen ayaklanıp, yatağımı bile toparlamadan üzerimi değiştirmeye başlamıştım. Alt dudağımın etlerini yiyerek ona sertçe konuştum:
“Gerek yok! Ben kahvaltımı yapıp arkadaşımın yanına gideceğim.”

Anneannem kaşlarını çatıp, ağzını sonuna kadar açmıştı. Köpüren bir ağızla
tartışmaya başlanmıştı:
“Yine mi arkadaş sabah sabah? Zaten o kızla tanıştığından beridir daha da kudurdun sen. O seni akıllandırır diye düşünürken sen onu kendine benzettin edepsiz! Bu defa gitmene izin veririm sanma. Kahvaltıdan sonra derslerine çalışacaksın. Sonra da sana yemek yapmasını öğretecem. Kocaman kızsın ama erkek gibi evle ilgin yok. Emi kızım, beni uğraştırma. Hadi yatağını topla da bir işin ucundan tut! 

   Ben daha da öfkelenmiştim. Ev toplayıp, yemek yapmak mı? Hele de evde oturup
örgü örmeyi düşününce çıldırmıştım. Cehennem azabı gibiydi bunları yapmak!
“Ne bu ya? Benimle dalga mı geçiyorsun? Söylediğin işleri yapacağımı mı sanıyorsun? Asla! Sen varken bana mı düşermiş ev işi yapmak? Git başımdan! Dostum hakkında da ileri geri konuşma bir daha! Başlarım ben böyle işe, kahvaltı mahvaltı yapmıyorum işte. Gidiyorum ben!”

MİHRİCAN #Wattys2017 (Akademisyen Yayımlarından ÇIKTI)Where stories live. Discover now