ON İKİNCİ BÖLÜM

169K 10.4K 18.6K
                                    


AHALİ - ON İKİNCİ BÖLÜM


# Simple Plan - Welcome To My Life  


İlker'in gidişinin ardından düşüncelerle dolup taşan ve ana baba gününe dönen beynim yüzünden başım, boynuma ağır gelmeye başlayınca kendimi sırt üstü yatağa bırakıp tavanı izlemeye başladım. İzliyor ve düşünüyordum. Neyi mi? En başta o kızı, onun başına gelen şeyleri... Aklıma geldikçe tüylerim diken diken oluyordu. Sonrasındaysa İlker'in Şebnem'le ilgili söyledikleri kurcalıyordu kafamı. O bardağı kasıtlı olarak düşürmesi gibi mesela ya da Hakan'ı elinde tutmak için rol yapması... İlker doğruyu mu söylüyordu? Yalan söylemek için ne gibi bir nedeni olabilirdi ki? Aklıma gelen tek neden; Şebnem'le aramızın iyi olmasını istememesiydi. Ki aramızın iyi veya kötü olması ona ne kazandırabilirdi ki? Bir cevabım yoktu. Ayrıca Arslanoğlu kardeşlerin hemen hepsinin -Hakan hariç- Şebnem'in bir şeytan olduğu konusunda hem fikir olması 'yalan' tezimi çürütüyordu; dördü de yalan söylüyor olamazdı.

Buna rağmen Şebnem'in o kıza olanları planladığına inanamıyordum, daha doğrusu inanmak istemiyordum. Öte yandan İlker çok emin konuşmuştu, şüphesi yok gibiydi. Ya haklıysa? diye geçirdim içimden. Olabilir miydi gerçekten? Bir insan, başka bir insanı sırf sahiplenme, kıskançlık veya benzeri bir duygu yüzünden bunu yapabilir miydi? Bu derece gözü dönebilir miydi? Yapabilecek insanlar vardı, zaten bu dünyada her türlü insan vardı; bunu biliyordum tabi ki de, aksini düşünecek kadar saf değildim. Sadece Şebnem'in o insanlardan biri olduğuna inanmak istemiyordum. Fakat istemesem de içime şüphe tohumları ekilmişti bir kere. Bir de yarınki kızlar günü meselesi vardı. Kafamın içinde sorular birbirini kovalıyordu. Yarın ne yapacaktım? Gidecek miydim? Gitmeli miydim? Gitmek istiyor muydum? Şebnem hakkında bu şüpheleri yaşarken onunla birlikte vakit geçirip eğlenebilir miydim?

Bir süre bunlar üzerinde kafa patlattıktan sonra gitmemenin en iyisi olacağına karar vererek çıkıp biraz yürüyüp temiz hava almanın kafamı boşaltmama yardımcı olabileceğini düşünerek Hakan'la sözleştiğimiz orman gezisini tek başıma yapmak üzere kendimi odadan -evden- dışarı attım. Ormanda aceleci olmaktan çok uzak ve yavaş adımlarla ilerlerken geçen seferkinin aksine temkinli davranıyordum; kendimi bir kez daha çamurun içinde bulmak istemiyordum. Etrafıma bakınarak gözlerimle yeşilin binbir tonunu keşfederken burun deliklerimden çimenin ve toprağın o yoğun kokusunu ciğerlerime dolduruyordum; bu iki aktivite, geçen her saniye beni -beynimi- biraz daha rahatlatıyor ve doğanın iyileştirici gücüne olan inancımı pekiştiriyordu.

Yoruluncaya kadar ormanı adımladıktan sonra biraz dinlenmek için bir ağacın dibine oturup sırtımı gövdesine yasladım ve bacaklarımı ileri uzatıp bileklerimden çaprazladım. Başımı da arkaya yatırarak ağaca dayarken gözlerimi kapattım ve kulaklarımı iyice açtım. Kuş cıvıltılarının, böcek vızıltılarının ve ormandaki daha birçok sesi dinlerken ormana ait olamayan bir ses çalındı kulaklarıma.

''Böyle karşılaşmaya bir son vermeliyiz.''

Göz kapaklarım hemen aralandı, halihazırda başım arkaya yatık, yüzümse yukarı dönük olduğu için gözlerimi açtığım gibi sesin sahibi, yani Atahan görüş açıma girdi. Geçen defa olduğu gibi bir ağacın -ayrıntı vermem gerekirse benim yaslanmakta olduğum ağacın- tepesindeydi ve kucağında bir defter, elinde de bir kalem vardı. Ne yapıyordu şu defterde? Öğrenmek için böbreğimi verirdim, diye geçirdim içimden. Tamam, biraz abartmış olabilirim ama dün ormandaki karşılaşmamızda defteri ilk gördüğümde nasıl merak ettiysem şimdi de etmiştim.

''Sana da merhaba Orman Çocuğu,'' diye selamladım.

''Merhaba Sakar Kız,'' demesiyle elindeki kalemi kulağının arkasına sıkıştırıp defteri kapatarak ağaçtan aşağıya atlaması bir oldu ve dört ayak üstüne düşen kediler gibi iki ayağının üstüne düştü. E, boşuna Orman Çocuğu demiyorum, diye geçirdim içimden.

AHALİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin