KIRK BİRİNCİ BÖLÜM

113K 7.4K 7K
                                    


AHALİ - KIRK BİRİNCİ BÖLÜM


# Taylor Swift - Call It What You Want


ALEYNA,


At binmek kolay değildi.

Hem de hiç!

Haşim Bey'in oğulları, bana ahırın en uslularından olan Daisy'i, yengemin atını, diğerlerine de kendi atlarını hazırlayıp arka bahçeye, çitlerle çevrili bir alana çıkardığı andan itibaren binicilik derslerim başlamıştı.

Öğretmenlerim de Arslanoğlu kardeşlerden başkası değildi.

Hakan bir şeyi yapamadığımda neden yapamadığımı açıklayıp tekrar denememi söylüyordu, bu hali bana babamın bana ilk kez bisiklete binmeyi öğretti zamanı hatırlamıştı. Onun gibi heyecanlı ama bir o kadar da temkinli, sabırlı, gururlu... İlker onun tam zıttı olarak korkusuz ve aceleci davranıyor, ne zaman yanlış bir şey yapsam beni dalgaya alıyor, küçümsüyordu. Ama bu benim at binme isteğimi köreltmiyor, aksine bileyliyordu. Lodos işin teknik kısmına dair her şeyi en ince ayrıntısına kadar biliyordu, ha Google'a 'Nasıl at binilir?' diye yazmışsınız, ha Lodos'a sormuşsunuz, ikisi aynı şeydi ve bu bilgileri benimle paylaşıyordu. Atakan takımının maçını izlemeye gelmiş bir taraftar misali beni tezahuratlarla gaza getirirken Atahan sessizce destek vererek bir bakış bin söz eder lafını hayata geçiyordu.

Bana at binmenin en zor kısmı ne diye sorsanız atın üzerine çıkmak derdim, kendi kendime art arda başarısız denemelerin ardından ancak Hakan'ın yardımıyla çıkabilmiştim.

Bakalım attan inmek nasıl olacaktı, diye geçirdim içimden.

Daisy'le yavaş yavaş alanı turlarken bizim çocukları izlemeyi de ihmal etmiyordum, büyük alanda atlarını dörtnala koşturuyor, çeşitli yerlere yerleştirilmiş engellerin üzerinden atlatıyorlardı.

Dürüst olmam gerekirse, hepsi birbirinden iyi biniciler olmasına rağmen içlerinde en iyisi İlker'di.

Atın üzerinde tıpkı savaşta binlerce kişilik bir orduyu yöneten disiplinli ve korkusuz bir komutan gibiydi, Hades'le birlikte öyle bir hızlanışı, engelleri öyle bir geçişi vardı ki sanırsınız, en önde, emrindeki askerleri düşmanın üstüne sürüyordu.

Hakan'ın atını benimkinin yanında durdu. ''Aferin, iyi gidiyorsun,'' dedi gülümseyerek.

Dudaklarım tam gülümsemesini taklit edecekti ki İlker atıyla öbür yanımda durup şu kelimeleri söyleyince edemedi. ''İyi mi, neresi iyi? Kağnı hızında ilerliyor resmen... Altındakinin bir kaplumbağa değil de bir at olduğunu hatırlatmama gerek var mı?'' Üstüne basmıştı.

Hakan beni savundu. ''Ne bekliyorsun? Kız daha yeni öğreniyor, biraz zaman ver. Hızlanacak...''

İlker abartılı bir şekilde gözlerini devirdi. ''Hakan'a kalırsa biz buradan gidene kadar çaylaklıktan çıkamayacaksın,'' deyip atından indiğinde bunu neden yaptığını anlayamamıştım. Fakat çevik bir hareketle arkama bindiğinde anladım.

Aniden sırtım göğsüne yaslandığında yanaklarımda saatlerdir güneşin altında olmamdan kaynaklanan pembelik kırmızıya dönerken eş zamanlı olarak gözlerim irileşti ve kaşlarım alnıma yükseldi.

Omzumun üzerinden ona bakarak, ''Ne yapıyorsun?'' diye sorarken ondan uzaklaşmak için popomu eyerin ön tarafına doğru kaydırdım. Ama gidecek yerim olmadığı için pek bir fark yaratamadım.

AHALİHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin