Bölüm 14

7.2K 509 661
                                    

Kalbim hiç durmadan, hızla çarpardı

Göğsümün içinde ateş var gibi...

Sanki hâlâ kollarındaydı. Sanki orada, boynuna doğru sokulmuş, hâlâ bir şeyler söylüyordu; ezilecektim neredeyse, diyordu. Ezilecekti neredeyse. Ya sahiden ezilseydi? Suat'ın günlerce, gecelerce sarılmayı, işte tıpkı bugün olduğu gibi sımsıkı sarmayı hayal ettiği ve bir türlü cesaret edip sarılamadığı, dokunamadığı, dokunsa kalbinin yerinden çıktığı o bedene birileri hoyratça davranıp, itip kakıp... Bir de yere düşürünce üstüne bassaydı? Hiç mi olmamıştı? Hep olurdu. Bir defasında tam yere düştüğü anda, ardında koşmakta olan biri onun koluna basmıştı; bastığını anlayınca da tek bir an dönüp, "Kusura bakma kardeş," demiş, koşmaya devam etmişti. Neler neler olmazdı... Beren de görüyordu işte; Suat ona bazı şeyleri planlayarak, hazırlıklarla, yola düşmeler ve şiir yazmalarla göstermişti; fakat bazı şeyler de kendiliğinden oluveriyor, bir an kendilerini bir şeyin ortasında buluyorlardı. Yine de bugün yaşadıklarını, yeni bir tecrübe, diyerek geçiştiremeyecekti; Beren'i düşünüyordu: Öğrenmeye, anlamaya başlamış olması neyi değiştirirdi? Hâlâ bir prensesti o. Tutunamadığı anda düşüveren. Nasıl nazlı, nasıl narin... İşte; insanların hiç tanımadığı, şahsi olmayan çatışmalardan ötürü düşman bellediği, yüzünü hiç görmediği ya da belki bir kez, tam da o an gördüğü herhangi biri tarafından vurulabildiği, öldürülebildiği tekinsizlikte bir zamandı, bir şehir, bir ülke... Şu yaşananlara bakılırsa bir cehennem... Sonra yüzünde ürkek, yarı ağlamaklı bir ifadeyle Beren, Suat'ın onu çekişi, onu sarışı... Kızın onda küçücük oluşu. O korku; ikisinde de aynı anda yükselen ve sonra aynı dokunuşla, birbirlerine dokunan elleri, omuzlarını, sırtlarını saran kolları ile yatışan, dinen o korku. Ve ilk kez bu kadar yakın, sarılmış halde iken birbirlerine bakmışlardı, yüzlerine, gözlerine... Yoklamış, beki bir şey aramışlardı: Her şey yerinde miydi, o korku duruyor muydu hâlâ? Geçsindi...

"Bir an gözümden ayırsam kayboluyorsun." Gözümden ayırsam. Gözümü senden ayırsam, değil, seni gözümden ayırsam... İkisi aynı şey değildi; öyle ki, bakmanın, görmenin iki ayrı biçimi: Gözlerini birine çevirmekle, birini hep gözünün önünde tutmak arasındaki fark. Şimdi düşünüyordu, onu bir daha asla gözünden ayırmayacağını, ne kadar mümkün idiyse, hiç değilse bu toy zamanlarında, her şeyi, şu zor ve karmaşık günlerin içinde nasıl güçlü ve dirençli kalınabileceğini, yere nasıl sıkıca, bir darbede hemen yerle bir olmayacak şekilde sağlam basılabileceğini öğrenene dek yanında olacaktı kızın. Bir anne kuşun yavrularına kol kanat germesi ve onları, yavrular kendi kanatlarıyla uçmaya hazır olana dek koruyup gözetmesi gibi, ihtimamla. Sonra belki beraber uçarlardı.

"Ayırma o zaman..." O ayırma derdi de, Suat ayırır mıydı? Elinde olsa kızı minicik bir boyuta getirip bir zincirin ucuna asacak, hep boynunda taşıyacaktı ya da belki gömleğinin sol göğsündeki cepte, kalbinin üstünde. İmkânsız, boş hayaller... Bu duygunun en adil olmayan yanı da buydu işte: Ya dilediği bu şeyi yapabilmeli, hep yanında tutabilmeliydi onu yahut bunu dileyecek kadar sevmemeliydi...

Şimdi Beren de yatağında oturmuş, sırtı yastığına dayalı, kucağında Suat'ın resmi, çizmiyor, yalnızca bakıyordu. Suat ona sarıldığında bir an geri çekilip baktığı bu gözler ona artık daha sıcak, daha samimi geliyordu. Çocuk onu bir an için dahi olsa bıraktığında kontrolünü yitirmiş, birilerinin çarpmasıyla kendini yerde bulmuştu ya; yine de zerre kızgınlık duymuyordu Suat'a, güveninden de bir şey kaybetmiş değildi. Suat'tı o. Suat... Onu tutamadığında bile yalnızca oradaki varlığıyla, kız için endişelenmesiyle, "Aklım çıktı!" demesiyle ve sahiden de aklı çıkmış gibi görünmesiyle yeten. Sonra o sarılışı; sımsıkı, güven veren, baba gibi, sevgili gibi, etten kemikten bir sığınak, sıcacık, canlı, hareketli. O an, etrafta olup biten her şeyden, yüzü onun göğsüne doğru dayanmaktayken soyutlanmıştı; dünyanın en güzel hissiydi bu. Ve Beren ona sarılıyor olmanın bu kadar güzel olabileceğini tahmin etmemişti. Şimdi hatırlayınca bile göğsü sıkışıyordu. Kalemi parmaklarında çevirdi. Bugün sarılmalarının arasında bir aralık yüz yüze, epey yakınlardı ya birbirlerine, gördüğü o yüzü hatırına getirmeye çalışıyordu; daha az mesafe, daha çok detay. Kalem kâğıdın üzerinde yumuşakça kıpırdamaya başladı. Kızın yüzünde bir tebessüm vardı. Aklında bir sürü düşünce, hepsi birbirine girerek, tebessümüne anlık sıkıntılar veya kaşlarının çatılışı eşlik ederek, dalgınca çiziyordu. Bir yandan gün içinde Suat'la ne kadar az konuşabilmiş olduklarını düşünüyor, buna içerliyordu, üstelik çocuk ona matematik sınavının nasıl geçtiğini bile sormamıştı. Gerçi bunun sorumlusu biraz Ayla, çokça da Asım olacak o çokbilmiş değil miydi? Ayla... Ayla'nın ne kabahati vardı? Zavallı kızcağız... Nasıl üzgündü, hayalleri nasıl kırılmıştı; bir de o aptal Asım onunla uğraşıp durmuştu! Düşündükçe sinirleniyordu. Ardından Suat'ı düşünmeye çalışıyor, bir an, ettiği patavatsızlıkla onu nasıl kırdığını, sonra neyse ki gönlünü aldığını hatırlıyor, kendine olan kızgınlığını biraz yatıştırıyordu. Sarılmışlardı... Ötesi yoktu...

Nereye Uçar Turnalar?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin