Bölüm 39

7.7K 213 759
                                    


Nasılsın kızım, anlat bana hikâyeni

Kimler üzdü gözlerini?

Otogarda, içinde birkaç otobüs firmasının yazıhanesinin bulunduğu eski, tek katlı, alçak binanın önünde, tentenin altında oturuyor, ayağının yanındaki valizine, köşedeki bir otobüse, telaşlı yolculara, tanıdıklarını yola koyanlara bakıyordu. İstanbul'a giden otobüs birazdan uğrayacak, İzmir'den aldığı yolcularla burada duracak, yeni yolcular toplayıp tekrar yola koyulacaktı. Bacağını sabırsızlıkla, gerginlikle sallıyor ama bir yandan babası tarafından affedilişini, son anda ve güçlükle bile olsa sarılışını düşünerek bir iç rahatlığına erişiyor, yatışıyor, avunuyordu. Babasının affettiği, hatasıyla günahıyla özerkliğini, nihayetinde yetişkinliğini tanıdığı, kabul ettiği bir erkeği, kendisi de babasını affetmiş olduktan sonra, hiçbir şey korkutamaz, yıldıramazdı artık.

Bir otobüsün terminale girdiğini gördü, saatine baktı: Zamanlama öyle isabetliydi ki. Yerinden hızla, hevesle kalktı. Geçirdiği şu üç günün, içlerine doğduğu, kendini bildi bileli tanıdığı, sevdiği, benimsemiş olduğu insanların onu yabancılayan ve aslında onun da yabancıladığı o uzak hissinden kurtulması ancak yola çıkmasıyla, Manisa'dan ayrılması, İstanbul'a döndüğünün ayrımına varmasıyla mümkün olacaktı ve Beren'ini bir kez kollarına almasıyla. Biraz sonra valizini diğerlerinin yanına koyması için muavine verirken otobüsün camından onu izleyen sevgilisini görüyordu. Gülümsedi. Nasıl özlemiş üç günde. Üç yıl sabretmemiş gibi. Orada evinde, ailesinin yanında duyduğu bütün o baş ağrılarıyla şiltelerde uzanır ve ne umdum, beni kabul etmeyeceğini bildiğim bu yere dönerken ne umdum sorularının etrafında dönen içsel sorgulamalara girişirken Beren'i öyle çok istemişti ki yanında. Kızın yalnız bir dokunuşunun bile onu iyi etmeye, baş ağrılarını hatta suçluluk duygularını bile dindirmeye yeteceğini bilerek. Yine de büsbütün zararda değildi: Ona yakın bir hafifliği bir babanın sarılışı da verebiliyormuş.

Şimdi otobüsün koridorunda ilerlerken sevgilisinin havaya kalkıp onu çağıran elini görebiliyordu. Daracık zamanda ihtiyacını gidermek veya belki bir parça hava almak, bir sigara içmek için otobüsten inmeye çalışan bir-iki yolcu ona çarpa çarpa yanından geçti. Kendini Beren'in yanındaki boş koltuğa attı; Beren, üstünde yazlık elbisesi ve kucağında kitabı, yüzünde de sabırsız, âşık ve çekincesiz gülümsemesiyle ikisinden başka kimseyi görmüyor, umursamıyor, şimdi içeri doluşmakta olan birkaç köylü baktığında da İzmir'den yola çıkmış bir İstanbul kızı olduğu anlaşılıyordu. Suat onu tüm bakışlardan sakınan bir sarışla kendine doğru çekti. Kimse onun gibi değildi, kimse. Artık kimse öyle gülümsemiyordu onu gördüğünde. Ailesi bile. Yüzünü kızın saçlarına dokundurdu. Burada başka hiçbir yerde bulamayacağı bir şey vardı.

Beren onun beline sarılmıştı. "Nasılsın?" dedi kulağının hemen yanında.

Suat geri çekilip kızın yüzüne baktı, hafif bir tebessüm, yavaşça genişleyen, sonra bir gülümseme. "İyiyim galiba," dedi. "Şimdi daha iyiyim." Kızın saçını kulağının arkasına nazikçe attı.

"Baban..."

Geriye yaslanırken bir kolunu kızın omzunun üstünden geçirip koluna doğru sarkıtmıştı. "Pek konuşmadı benimle." Camdan öteye, göğe bakıyordu. "Kırgındı, kızgındı; haklı sitemler işte..." Beren dudaklarını birbirine bastırdı. Suat'ı çekip bağrına basmayan, hemen affedemeyen bu insanlara kızıyor ama ne yazık ki anlıyordu da onları. Anlıyor muydu? Aslında pek değil. Yine de o kızgınlığı biliyordu, kendisi bile duymuştu içinde bir zamanlar. Ama hiç soğumayan öfke şimdi neyi düzeltirdi? Suat'ın şu durumda ihtiyacı olan bu muydu? Bilmiyordu, bilmiyordu, belki Suat'ın okul harçlarını, harçlıklarını yollayan kendisi olmadığı içindi onun kendisine bir diploma borçlu olmadığını bilmesi. Suat anlatmaya devam ediyordu. "Yine de giderayak sarıldı bana. Affetti beni." Eli kızın çıplak kolunu gizlice, yumuşakça okşadı. "Ona hiç dayanamayacağı bir güzelliği anlattım. Yumuşadı. Kim olsa yumuşardı..."

Nereye Uçar Turnalar?Onde as histórias ganham vida. Descobre agora