Bölüm 20

4.6K 297 140
                                    

Mezar taşlarını Hasan, koyun mu sandın?

Adam öldürmeyi Hasan, oyun mu sandın?


"Oyun bitti, prenses."

Tıpkı Suat'ın akşamın başında, Beren'in bir fırçayı boya kutusuna daldırıp çıkarmasını izlerken söylediği gibiydi; oyun bitmişti.

Yerde bir adam yatıyordu, bir adam işte, herhangi bir adam; ta ki şu ana dek. Bu saatten sonra, ceketinin içinde bir yerde besbelli ki kan olan o yoğun koyu renkle yerde boylu boyunca uzanmış şu adam, herhangi bir adam olabilir miydi?

Asım silahı düşürdü. Belki elinin titreyişiyle kazara -ama hayır, şimdi gerginlikle açılmış avucundan anlaşılacağı üzere gayet de bilerek, kurtulmak niyetiyle. Bir an yere baktı, sonra sersemlemiş halde başını kaldırdı; Suat'ı görüyordu, olduğu yerde durmuş, bir eliyle hâlâ kolunun bir adım gerisinde duran Beren'i tutmakta olan Suat'ı ve sonra Beren'i. İkisi de ona, kirece dönmüş yüzlerinde birer dehşet ifadesiyle bakıyordu. Tüm bunlar belki üç saniyede olmuştu.

Suat'ın Beren'i tutan eli gevşedi, bedeni öne doğru çıktı. Kız hâlâ aynı yerde çivilenmiş gibi duruyor, sanki başını omuzlarına çekmiş, belli belirsiz bir titremeyle bir Asım'a, bir de yerdeki adama bakıyordu.

"N'aptım..." Asım'ın dudaklarından dökülen yalnız bu oldu. Zayıf bir ses ve soru ifadesi de taşımayan. Çünkü esasında ne yaptığını biliyordu, görüyordu.

Suat önce arkadaşına doğru bir adım attı, sonra birden Beren'e döndü, sonra yine ona ve yerdeki adama; öyle afallamıştı ki, şu garip üçgenin arasında panikle salınıp duruyor ve sanki durumu kontrol etme görevi şimdi ondaymış gibi hissediyordu. "Asım..." dedi sebepsizce. Sesi aynı anda hem, ne yaptın sen ah Asım, diye yakınıyor ama hem de, dur, dur telaş etme, diyordu. Sanki kendisi etmiyormuş gibi. Yere, adamın yanına doğru eğilirken bıraktığı yerde hareketsiz duran sevgilisine yalnızca şöyle bir bakış atabildi. Beren'in hızla ve kesik kesik soluyuşu duyuluyor, titreyişi görülüyordu. Dokunulsa ağlayacak gibiydi. Ama şimdi ona dokunabilecek biri yoktu. Durum güç, zaman kısıtlıydı. Suat yerde yatana çevirdi başını. Az önce kükreyip duran, kabadayılık taslayan bu genç adamın, gözleri kapalı, dudakları birbirine sıkıca kenetliyken nasıl da o kişi olmadığını gördü. Yaşıyor olsundu, yaşıyor olsundu... Şimdi orada bunu gönülden dileyen üç kişiydiler. Asım'ın da, Beren'in de gözü Suat'taydı; vereceği tepkide, ağzından çıkacak tek bir lafta. Suat elini adamın boynuna götürürken, kurşunu yediği yere yayılan o kan izinin yakından bakıldığında nasıl dehşetengiz olduğunu fark ediyordu. Nasıl olmuş olabilirdi, nereye isabet etmiş olabilirdi o kurşun, bu denli hayatî?

Birleştirdiği iki parmağının altında bir hareket duyumsamak istedi. Yoktu... Yoktu. Sahiden yoktu. Belki de damarı bulamamıştı. Yokladı. Beren durumu anlamış olarak ağlar gibi bir ses çıkardı, Suat ona baktı, ikisinin de gözleri dolu doluydu.

An ürkünçtü. Çünkü ölüm ilk kez bu kadar yakındı. Üstelik onlardan ötürüydü!

Suat çöktüğü yerden dirençli olma gayretiyle hızla kalkarken Asım da korktuğunun başına geldiğini anlamıştı. Kabullenmek denen şeyle araya mesafe koymak ister gibi bir adım kadar geriledi. Büyükçe bir adım.

"Suat..." dedi Beren sesi titreyerek; hem ona, hem de Asım'a baktı. Bu "Suat" deyişiyle, Suat, ne olacak şimdi, diye soruyordu; öyle ya, Suat da aynı şeyi düşünüyordu ve karar vermek için zamanları çok kısaydı.

"Gitmemiz lazım." Elleriyle yüzünü ovdu, kendini silkelemek ister gibiydi. Bir yanında neye uğradığını şaşırmış ve korkuyla tir tir titreyen bu narin kızcağızın, sevdiğinin halini görmek, öte yanında, o kendinden eminliğinden hiç taviz vermeyen güçlü halleriyle bildiği dostunun belki bir dakika bile etmeyen kısa bir sürede nasıl da dağılarak gerilemiş olduğuna şahit olmak, bir de hepsinden önce tam yanında durduğu şu ölü... Şaka değil, ölü!

Nereye Uçar Turnalar?Where stories live. Discover now