Bölüm 19

5.7K 359 650
                                    

Sevmek, bir halkı sevmekse,

Aşk o zaman sevmekmiş.

"...Türk Kamuoyuna duyurulan muhtıranın Anayasa ve hukuk devleti anlayışı ile telifini mümkün görmediğimizden Hükümetin istifa kararı aldığını saygı ile arz ederiz."

Radyodan Demirel'in istifa mektubunu okuyan sese Muzaffer Bey'in "cık-cık" diyen aksi tavrı eşlik etti. Adam kaşığını tabağına daldırırken asabiydi fakat bu asabiyet güçlü bir öfke değil, tersine, sinik ve yenikti. "Neyse, neyse, buna da şükür," dedi kendini teskin etmeye çalışarak. "En azından her şeyi emir-komuta içinde hallettiler. Meclisi kapatmadılar, adamları tutuklamadılar. Buna da şükür... 27 Mayıs böyle miydi? Rahmetli Menderes... Yazık oldu adama. Onu asanların yaptığını gâvur yapmazdı. Demirel'in sonu benzemesin hiç değilse."

Herkeste bir telaşsızlık vardı. Beren çorbasını sükûnetle içerken babasına yandan şöyle bir baktı; bu zamana dek kızını ülkede olup biten her şeyden korumaya, gözünü bağlayıp kulağını tıkamaya çalışmış olan bu adam artık gerçeklerin konuşulmasındaki kaçınılmazlığı görüyor ve solcular hakkında atıp tutmaktan fazlasını yapmaya mecbur kalıyordu. Vaktiyle idam edilmiş başbakanı anıyor, demokrasinin o gün nasıl becerilemediyse bugün de becerilemediğini kabul ediyor ve her şey çok yolundaymış ya da yoluna girecekmiş gibi davranmayı sürdürmenin anlamsızlığını fark ediyordu. Hiçbir şeyin yolunda olduğu yoktu, kızı da bunu er geç görecekti.

Görüyordu da.

*****

Topraktan ateşten ve denizden

doğanların

en mükemmeli doğacak bizden...

Kalemi bıraktı, geriye yaslanıp gözlerini ovuşturdu. Karamsarlıkla konuşulup durulan böyle uzun ve yorucu bir günün ardından, umut verici bir şeyler dinleme, yazma, söyleme ihtiyacı duymuştu. Beren'e ve kendisine. Çünkü umut etmek istiyordu. Sıkıyönetim ihtimallerini, olası yasakları, yaptırımları düşünmeden, o Amerikalı askerlerin kaçırılması olayında yakalanmış olan Mete Ertekin'in şimdi kim bilir ne işkencelere maruz bırakıldığı fikrini kafasından atmakta zorlanmadan, ötekilere ne olacağına dair korku ve endişelerini erteleyerek, yalnızca yirmi yaşında âşık bir genç olmak istiyordu. Vakitsizce ve bencilce. Tıpkı önünde duran şiirdeki gibi, insanların, ellerini korkmadan, düşünmeden birbirlerinin ellerine bırakarak, yıldızlara bakarak "Yaşamak ne güzel şey!" diyecek olması gibi, Beren'le yalnızca öyle bir an'ı paylaşmak istiyordu. Bir yanında da dergi için yazmış olduğu yazı duruyor, ona varlığını hatırlatıyordu.

Uzandığı yerden seslenen kuzeninin sesiyle bölündü düşünceleri. "Suat abi," diyordu Faruk. "Şu yazı işleri başına iş açmasın? Ordu denetimi artırır şimdi."

"Yok be, bizim dergi öyle büyük çaplı bir şey değil, kendi halinde." Başıyla işaret etti. "Elindekine benzemez yani."

Faruk çevirip kendi elindeki derginin kapağına baktı, kocaman harflerle Türk Solu yazıyordu. "Annem görse yüreğine iner," dedi yarım bir gülüşle. Suat da aynı yarımlıkla güldü. "Yine de sen dikkat et abi," dedi Faruk. "Derginin derneğin küçüklüğüne falan güvenme. Arkadaşına acımamışlar."

"Ahmet'i mi diyorsun? O Dev-Genç'te çok aktifti, benden daha aktif. Hatta FKF zamanından. Yaşı daha büyük de. Çift dikiş gidiyor."

"Anladım." Bir an sessizlik oldu. "Sahi, abi," dedi Faruk. "Sen son zamanlarda daha az aktifsin sanki? Daha az anlatıyorsun... Eskiden heyecanlı heyecanlı anlatırdın, öğretirdin. Ne oldu, bir sıkıntı mı var?"

Nereye Uçar Turnalar?Where stories live. Discover now