Bölüm 40

6.3K 212 560
                                    

Sevdaymış meğer bu içimizde yıllardır uyuyan deli

Ortaokulu ve liseyi geçirdiği Sivas’taki o yatılı okulda, yatakhanelerin oğlanların ve sonra yeniyetmelerin sesiyle, hareketiyle dolduğu ve ona huzurun da huzursuzluğun da ne olduğunu unutturan hatta sorgulatmayan o capcanlı günler, akabinde yalnızlaştıran, uzağı ve kopmuşluğu hissettiren geceler, birkaç zaman öncesine dek Bulgaristan'da sürdürdüğü kaçak hayatının gün içindeki meşgalelerinde ve akşamları odasına çekildiğinde üstüne çöküveren yalnızlığında, bu kez sahiden kopmuşluğunda, memleketinden ve dostlarından ve sevdasından kopmuşluğunda kendini tekrar etmişti. Hayatın kılık değiştirmiş yinelemelerden oluştuğundan kuşkusu yoktu artık ama şu an, gözünü sevgilisinin onun kollarındaki uyuyuşuna, huzurla, sükûnetle soluyuşuna açtığı şu an hiç yaşanmamış, yeni bir şeydi, bütün tekrarları kıran eşsiz bir şey.

Duvarın üstündeki o boyu aşan ufacık pencereden içeri ılık bir yaz ışığı doluyor, Ayla’nın çıplak koluna, sakin ve teslim kirpiklerine, bir o kadar meydan okumuş, mağrur, özgür alnına, çenesine, dudaklarına düşüyordu. Asım bir elini yavaşça kaldırarak kızın yüzüne, saçlarından yanağına bıraktı. İki yıl boyunca yılmadan onu bekleyen, zorla nişanlandırılmaktan bekâret kontrolüne kadar her türlü haksız ve saygısız muameleyle tek başına baş etmeye çalışan, kötüyü bile sineye çeken çünkü bir gün duraklayacağı, soluklanacağı yerin nihayetinde burası, onun yanı olacağını bilip buna tutunan bu kız artık Asım'ın bütün dünyayı onun için güzel kılmaya çabalamasını sonuna dek hak etmiyor muydu? Elinin durduğu yeri usulca okşadı. Ayla'nın başı belirsizce hareket etti, gözleri kapalı olarak kırpıştı, yavaşça aralandı.

Asım onun sade, mahmur güzelliğine baktı; kirpiklerinin arasından gülümseyen gözlerini görebiliyordu. Sessiz tebessümlerle süren bir bakışmanın sonunda, “Bu nasıl uyanmak be…” dedi uyuşuk bir sesle. “İnsanın bi’ yüzü gözü şişer.”

Ayla şaşırdı, kaşlarını kaldırarak güldü. “İltifat mı ettin sen şimdi?”

Asım da güldü. “Becerebildim mi?”

“Pek sayılmaz,” dedi kız tatlılıkla. Ona özgü bu beceriksizliği ve yine de gösterdiği çabayı seviyordu.

Asım gülüşünü hâlâ yüzünde tutarak ve dirseğine dayanarak hafifçe doğruldu, başını kızın boynuna gömdü. Saçlarında boğulan bir sesle, “Çok güzelsin, çok…” diye mırıldandı. Ayla kolunu onun sırtına dolayıp parmaklarını da ensesindeki saçlarına dokundururken gözlerini huzurla kapatmış, tebessüm ediyordu. Sonunun gelmesini istemediği bir an, bırakmak, kollarını bedeninden çözmek istemediği bir adam, başlamak istemediği bir gün. Fakat dışarıda davet eden bir gerçeklik vardı. Gerçeklik. Kör olası gerçeklik. Keşke hiçbir an Asım'ın onun tenini öpüşündeki kadar gerçek olmasaydı.

“Asım…” dedi önemli bir şey söyleyeceğini haber veren her zamanki sesiyle. Asım yavaşça çekildi, onun yüzüne, gözlerine yakından baktı. “Biliyorum kızacaksın böyle konuştuğum için ama…” dedi Ayla, “Aslında bir özür borcum var sana.” Asım'ın kaşları çatıldı. Kızın gözleri mahcup bakıyordu. “Bunca derdimiz yokmuş gibi bir de ben çıktım başına. Daha kendi kimliğini bile kullanamıyorsun.” Sesi güvensizlikle kırılıyordu. “Kalıp direnmek vardı ama ben kaçtım,” dedi, “Kolaya kaçtım, Asım. Seni de tehlikeye attım.”

Asım ona şaşkınlıkla baktı. “Ayla…” Bir elini kızın saçında usulca gezdirdi. “Sakın… Kurban olayım sakın böyle konuşma. Sen bana geldin ya, dünyalar benim oldu.” Ayla sıkıntıyla gülümsedi. Asım eğildi, dudaklarını kızın şakağına bastırdı, gözlerini yumdu, dudaklarının durduğu yeri yavaşça öptü. “Bütün derdimi erittin sen benim.”

Nereye Uçar Turnalar?Where stories live. Discover now