Bölüm 35

5.9K 202 654
                                    




Söyle nedendir, dere

Vurulur gençlerimiz oy...



ŞUBAT, 1972



Yumuşak sarı bir ışıkla aydınlatılmış bistro benzeri mekâna, tedirgin, kendine itiraf edemese de aslında heyecanlı adımlarla girdi; mekânın havası ona Fransa'daki öğrencilik zamanlarını, küçük arkadaş çevresini, sürdürmeyi beceremediği flörtlerini anımsattı. Zaman geçiyor ama bazı şeyler nasıl da değişmiyordu! Gözleri Tahsin'in oturduğu masaya çok çabuk buldu. Bu artık kaçılacak bir yanı kalmamış apaçık bir flörttü. Dün Suat'ın görüşüne gitmeleri için Tahsin arabayı ödünç almış, akşamüstü onların sokağına bırakıp pansiyonuna döndüğünde bir telefon açıp Berra'ya teşekkür etmiş, sonra birden teşekkür işin bahanesine dönüşmüş ve ondaki asıl niyet bir kahve davetiyle açığa çıkmıştı. Belki de geç bile kalınmıştı! Yine de özellikle Berra'nın hiç acelesi yoktu; ağır ve temkinli yürüdü, masaya yaklaşırken görüyordu: Adamın önünde bir fincan kahve, biraz ötesinde katlanmış, neredeyse dürülmüş bir gazete duruyordu.

Tahsin onu görünce ayağa kalktı. Bir kadınla en son ne zaman randevulaştığını bile hatırlamıyordu, anısı öyle uzaktı. Berra'yı görünce tebessüm etti. Berra da biraz zorlanarak gülümsüyor, kadife eldivenlerini, tokalaşmayı geciktirmek ister gibi bir telaşsızlıkla çıkarıyordu. Eller sonunda, masanın üstündeki o boşlukta buluşacaktı; nazikçe tokalaşıp merhabalaştılar. Berra onun tarafından böyle karşıdan dosdoğru, uzun ve çekincesizce bakılmaya bir türlü alışamadığı, yanındayken utangaçlığı üstünden ancak sonraları atabildiği bu adama karşı tuhaf bir çekim duyuyor, kendini galiba o tuhaflıktan, o adını koyamayıştan, mana veremeyişten kaçırmaya çalışıyordu. Yine de gidebileceği fazla bir yer yoktu. Yavaşça oturdular. Tahsin ona, kaçışıp duran, sonra yine gelip onunkileri bulan gözlerine, kadife bir eldivenin içinden çıkıp yine de soğuk olabilen zarif eline bakıyor, o elin gergin kıpırdayışında hâlâ az önceki tokalaşmanın tedirginliğinin durduğunu görüyordu. Belli belirsiz tebessüm etti.

"Kusura bakmayın, erken gelince sipariş vermek durumunda kaldım." Berra başını hızla, rica ederim, der gibi salladı. "Davetimi kabul ettiğiniz için teşekkür ederim," dedi Tahsin.

"Esas ben teşekkür ederim... Davet ettiğiniz için."

"Galiba geç bile kalmıştım." Bakıştılar. "Ama ne yalan söyleyeyim, bu gecikme biraz da sizden." Berra tedirgin oldu, o esnada yanlarına gelen garsondan aynı şekilde bir kahve rica etti. Yeniden Tahsin'e baktığında, ondan kendisine küçük sitem oklarının geleceğini tahmin edebiliyordu. Tahsin kaşlarını kaldırmış ve masada ellerini iki yana açmıştı; biraz aklı karışmış görünerek, "Davetime nezaketen mi icabet edersiniz, yoksa gerçekten gelmek ister misiniz, bunu bir süre düşündüm," dedi. "Çünkü ben hatırlıyorum..." Konuşması yavaşladı. "Nezaketen kabul ettiğiniz bazı davetler de olmuş."

Berra mahcubiyetle şaşalarken ancak bir gülümsemeye sığınabildi. "Beren'den al haberi... Değil mi?" Boşboğaz kız, birkaç ay önceki o akşam yemeğinde nasıl da dökülmüş, yerli yersiz konuşmuştu. Babası ablası için damat arayışındaymış da... Demek bilmediği zamanlarda adama başka türlü detaylar da vermişti. Kız kardeş belası... Yine de sinirlenmedi. "Ama merak etmeyin," dedi, "Artık icabet etmek istemediğim davetleri kabul etmiyorum. Çünkü... Nasıl demiştiniz?" Düşünür gibi yaptı. "Riyakârlıktan hoşlanmıyorum."

Nereye Uçar Turnalar?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin