siyah anılar koleksiyonu;

128 26 44
                                    

 Gece Sözmen;

Dakikalar ardı ardına yürüyüp giderken odadaki sessizlik yerini korumaya devam ediyordu. Ben oturduğum deri koltukta iyice geriye kaymış, boşlukta kalan ayaklarımı sallayıp kendi kendime gülümsüyordum. Savaş, yandan yandan bana bakıp üç dakikada bir göz deviriyordu. Umut ise hiçbir tepki vermeden ikimizin arasında gezdiriyordu bakışlarını. 

"Sessizliği sevmiyorum." dedim ayaklarımı sallamaya devam ederken. "Hem ben buraya susmaya mı geliyorum? Ne kadar değişik tiplersiniz siz."

Umut gülerek bana baktı ama cevap vermedi. Onun yerine Savaş; "Sen çok normalsin sanki. Bir de bize değişik diyor." diyerek verdi cevabımı.

"Ne anormalliğimi gördün?"

"On yedi tane kakaolu süt aldın!" dedi ani bir çıkışla. Bu çıkışı şaşkınlıkla dudaklarımı aralamama  neden olurken; "Ve hepsini içeceksin." diyerek bitirdi cümlesini. 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırmama rağmen, ufak bir kıkırtı kaçmıştı. "Bak, o sütlerde gözün varsa beraber içebiliriz." 

"Ben süt içmem." dedi kaşlarını düzeltmeden. "Hele kakaolu, muzlu, çilekli, asla!"

"Ama sen çok büyük konuşuyorsun." derken hala gülüyordum. Omuz silktiğinde, gülmemi kesip gözlerimi ona diktim. "Savaş?"

"Hı?"

"Bir gün sana süt içireceğim." dedim kocaman bir gülümseme eşliğinde. "Hem de kakaolu, muzlu, çilekli..." Kafamda canlanan görüntü gülümsememe daha canlı bir görüntü katıyordu. Savaş'ı elinde kakaolu sütle düşündüm bir an. Pipeti dudaklarının arasına sıkıştırmış, keyifle yudumluyor sütü. Güzel bir görüntü olabilirdi... Gülmemek için yanağımın içini ısırdım sertçe. 

"Şirine." dedi ciddi bir şekilde. "Sen gerçekten kafayı yemişsin."

Umut gülerek bize bakmaya devam ediyordu. "Ya sen nasıl doktorsun? Benim seansımda bunun ne işi var? Çıkarsana şunu." dedim parmağımla Savaş'ı işaret ederek.

Savaş mümkünmüş gibi kaşlarını biraz daha aşağı indirip; "Sensin bu." dedi. "Çıkmayacağım ben. Senin seansını sabote etmek istiyorum."

O an aklıma düşen fikirle sırıttım. Şu dakika Savaş'a sarılsam tepkisi ne olurdu acaba? Hiçbir şey söylemeden kollarımı sıkıca sarsam boynuna, beni iter miydi? Bu saçma fikrimi hemen yok edip sırıtışımı yüzümden sildim. "Bu gitsin." dedim Umut'a bakıp Savaş'ı işaret ederek.

"Bu sensin." dedi Savaş sinirle. 

"Gitsin bu ya! Bunu burada görmek istemiyorum. Bunun benim seans saatimde burada ne işi var? Çıkar bunu odadan. Bu gitmezse, ben giderim. Hoş, ben gitsem de bu peşimden geliyor da, neyse." dedim art arda kelimeleri sıralayarak. Bilerek yapıyordum. Bundan hoşlanmamıştı ama ben buna karşılık verdiği tepkiyi sevmiştim.

"Bak!" dedi dişlerinin arasından. "Bu deyip durma bana."

"Bu bana emir veremez Umut, yani Umut Bey. Ya da doktor, Umut ağabey falan. Her neyse, gönder bunu."

"Hasbinallah!" 

Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Çok güzeldi. Bakın, yakışıklı demiyorum. Güzeldi. Nefes kesen bir güzelliği vardı. Kaşı, gözü, ağzı, burnu, saçları, elleri... Çatık kaşlarına sebep olan nedensiz öfkesi bile güzeldi. Onu öyle yerleştirmiştim ki kalbime, çıkması mümkün değildi. Nasıl olurdu da, birini görür görmez kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atardı insanın? Ben nasıl olmuştu da birkaç saniye içerisinde beynimden vurulmuşa dönmüştüm? 'İlk görüşte aşk mı olur ya? Saçmalık!' diyen Gece'ye ne olmuştu? 'Birini gördüğünüz an aşık olamazsınız, sadece beğenidir o.' diyen Gece nerelerdeydi? Ben değil miydim, 'İlk görüşte aşk dediğiniz şey, halk uydurması.' diye dalga geçen? Ne olmuştu şimdi? Adamı görür görmez kalbimde heyelan meydana gelmiş, toz toprak içinde kalmıştı tüm benliğim. Etkisi hâlâ sürüyordu. Öyle bir etkiydi ki bu, sona erecek gibi değildi. Sona ermesini istediğimden emin de değildim zaten.

GÖKKUŞAĞINA SAHİP GECEWhere stories live. Discover now