tuhaf çekim yasaları;

53 3 22
                                    

Gece SÖZMEN;

Ben Gece Sözmen, ruhu karanlık evrenlerde emekleyen insanların ruhuyla tanışıp, yürümeyi öğreten kız. O ruhları karanlıktan çekip alan, güneşle tanıştıran kız. Ben Gece Sözmen, ismine meydan okuyan kız.  

Savaş ile birlikte adımlarken telefonumu çıkarıp Eylem'e mesaj atmıştım. Eylem'den adresi aldığımda, Savaş'a da söyleyip yürümeye devam ettim. Öyle korkuyordum ki, bir anda vazgeçip geri dönmesinden. Vazgeçtim derse oturup hıçkıra hıçkıra ağlardım herhalde. Aynı zamanda, Savaş'ın verdiği sözden dönmeyeceği gibi bir kanaatim vardı. Bu düşünceme karşı sağlam bir inanç besliyordum. 

Bakışlarımı ayakkabımın ucundan çekip etrafıma bakındım. Neredeyse gelmiştik. Etraf öyle kalabalıktı ki, insanlar yuvalarına yemek taşıyan karıncalar misali hızla hareket ediyorlardı. Bu kafamda karışıklığa yol açmıştı. Uzun zamandır kalabalığa karışmamıştım. Tedirgin hissetmiştim biraz. Yine de, gökyüzü güzeldi, güneş güzeldi, kuşların cıvıltısı güzeldi, sokaklarda gezen hayvanları, annelerinin elini tutup paytak adımlar atan çocukları görmek güzeldi, yürümek ve pek temiz olmasa da havayı içine çekmek güzeldi. Bu karmaşayı yaşamaya değerdi. Savaş benim aksime, bundan pek hoşnut gibi durmuyordu. Kaşları yine çatık, yüzünde her zamankinden daha asabi bir ifade vardı. Kıkırdadım. Nasıl olmuştu da gidip kendime bu kadar uzak bir insana aşık olabilmiştim?

"Gece!" İsmimin seslenildiği yöne doğru Savaş ile aynı anda kafamızı çevirdiğimizde, gözlerim bize gülerek bakan Eylem'i buldu. "Buradayız!" 

Ben de gülümseyerek elimi kaldırıp gördüğümü belirttikten sonra, Savaş'a baktım. "Haydi, gel." dedim, kolunu tutup çekiştirerek.

Sıkıntılı bir nefes verdi. "Umarım pişman olmam." diye mırıldandı kendi kendine.

Cevap vermedim. Eylem ve Erdem'in olduğu masaya doğru adımlarımı hızlandırıp, Savaş'ı da peşimden sürükledim. "Selam." dedim gülümseyerek. Eylem bana sıkıca sarılırken Erdem de ayağa kalkıp Savaş'a elini uzattı.

Eylem'den ayrılıp Savaş'a baktım. Korktuğumun aksine, elini uzatıp kendisine uzatılan eli sıktı. Rahat bir nefes alıp, ben de Erdem'in elini sıktım. Savaş ile yan yana oturduğumuzda yüzümdeki gülümsemeyi asla silemiyordum. İnatla yüzüme yapışmış, gitmiyordu. 

Erdem, "Arkadaşınla tanıştırmayacak mısın bizi?" dediğinde kendime gelip kafamı salladım.

"Pardon, unuttum." dedim kıkırdayarak. "Bu Savaş. Savaş, bunlar da Eylem ve Erdem. İkizler ama hiç benzemiyorlar değil mi?"

Savaş bana kısacık bir bakış atıp Erdem ve Eylem'e döndü. "Benzemiyorlar." dedi onaylayarak. 

Erdem ve Eylem sırasıyla, "Memnun olduk." deyince Savaş da kafasını sallayarak karşılık verdi.

Gülmüyordu ama bunun bir önemi yoktu. Gülmese bile yanımdaydı. Gülmese de benimle birlikteydi. Ortak arkadaşlar ediniyorduk, ortak bir çevremiz oluyordu. Gülmüyordu ama benimle konuşuyordu. Gülmüyordu ama benimle birlikte film izlemişti. Gülmüyordu ama benim yatağıma yatmıştı. Gülmüyordu ama yıldızlarımı görmüştü. Gülmüyordu ama hayatımı öğreniyordu. Gülmemesi önemli değildi, yanımda olması yetiyordu. Gülmeyi zamanla öğrenebilirdi, ona bunu öğretebilirdim. Ona çok şey öğretebilirdim. Ama şimdi bilmediği şeylerin hiçbirinin önemi yoktu. Sadece Savaş vardı. Gülmese de Savaş'tı ve önemli olan buydu. 

Yanımıza gelen garson ile birlikte hayal dünyamdan çıkıp gerçeğe döndüm. Eylem, "Ben waffle istiyorum." dedi hevesle. Erdem ona göz devirip, "Az ye, her gün waffle yiyorsun. Böyle giderse ayı gibi olacaksın." dedi. Ben güldüm, Eylem dil çıkardı, Savaş aynıydı. 

Eylem'e laf söyledikten sonra tatminkar bir ifade ile garsona döndü Erdem. "Ben bir tane karışık tost alayım." 

Garson onu da not alırken ben Savaş'a döndüm. O da aynı anda bana döndü. "Sen ne istersen ondan isteyeceğim." dedim gülerek. "Aç mısın?" diye sorduğunda, "Hayır." dedim. "Ama sen açsan, ben de yerim." 

Kafasını iki yana sallayıp garsona döndü. "Üzümlü kek." dedi kısaca. "Yanında da meyve suyu, vişneli."

Gülümsedim. Ortak bir noktamız vardı işte! İkimiz de üzümlü kek seviyorduk, ikimiz de vişne suyu seviyorduk. Bu beni uzunca bir süre mutlu etmeye yeterdi. Kafamdaki listeye bir madde daha ekledim: Savaş ile ortak noktalarını bul. Hepsini ayrı ayrı sev.

Garson yanımızdan uzaklaştıktan sonra bize sırıtarak bakan Eylem'e çevirdim bakışlarımı. Göz kırptığında gülümsedim. Aklından neler geçiyordu kim bilir? Bunu daha sonra açıklığa kavuştururduk, şimdi ortamı neşelendirmemiz gerekiyordu. Savaş'a hayatı sevdirecektim. Ona hayatın güzel yönlerini gösterecektim. Güzel dostlar edinilirse, dünyanın daha keyifli bir yer olacağını öğretecektim. Savaş'ı hayata, hayatı Savaş'a kazandıracaktım. 

Eylem, "Siz ikiniz nereden tanışıyorsunuz?" diye sorduğunda, duraksadım. Gözlerim yavaşça Savaş'a kaydığında, o da bana baktı. 

"Rehabilitasyon merkezinde." dedi Savaş rahat bir tavırla. Gülümsedim.

Eylem ve Erdem birkaç saniye şaşkın bakışlarla bize baktıktan sonra Erdem, "İlginçmiş." dedi. "Neden gittiğinizi sormamda sakınca var mı?"

Omuz silktim. Savaş da omuz silkti. "Bu, biraz aptal olduğu için gidiyor." dedi kafasıyla beni göstererek.

Ona kocaman açılmış gözlerimle baktım. "Benim adım bu değil. Sensin bu." dedim şımarık bir çocuk gibi. Sonrasında Erdem'e dönüp, "Bu da biraz ruhsuz olduğu için gidiyor." dedim Savaş'ın taklidini yaparak. "Ne birazı, bayağı ruhsuz olduğu için gidiyor."

"Bana bu deme." dedi sinirle.

"Biraz da sinirlidir bu." dedim inatla. "Bir de garip takıntıları var bunun."

Savaş bana ters bir bakış attı. "Bu deyip durma bana." 

Omuz siktim. "Siz buna bakmayın." dedim sırıtarak.

Savaş dişlerini sıkarken Eylem ve Erdem alttan alttan gülüyorlardı. "Yalnız bayağı iyi olmuşsunuz siz böyle." dedi Eylem. "Bu zıtlıkla nasıl oluyor da yan yana durabiliyorsunuz?"

"İnan ben de çok soruyorum o soruyu kendime." dedi Savaş iç geçirip. "Bu aptalı gördüğüm günden beri amacı olmayan varlıklar gibi geziniyorum ortalıkta. Büyü mü yaptı nedir?"

Kıkırdadım. "Cazibene karşı koyamıyorum demiyorsun da." 

"Senin cazibene mi?" diye sordu alayla. "Olmayan şeye nasıl karşı koyulur onu bile bilmiyorum."

"Üzdün." dedim dudak büzüp. 

Erdem araya girmese saatlerce devam edebilirdik atışmaya. "Birbirinizi öldürmezseniz iyi." dedi gülerek.

"Katılıyorum." diyen Eylem de gülüyordu ağabeyi gibi. "Gerçekten çok zıt karakterlere sahipsiniz. Şaşırdım ikinizin arkadaş olabilmesine."

"Zıt kutuplar birbirini çekiyormuş gerçekten." dedi Erdem de ciddi bir tespit yaparak.

Savaş göz devirdi. "Zıt kutuplar değil, bu aptal şirine çekiyor herkesi kendine." dedi ifadesini bozmadan. "Nasıl yapıyor bilmiyorum ama sürekli kendimi onun yanında buluyorum. İstemesem bile bir şekilde karşıma çıkıyor. Ben de anlamadım nasıl oluyor bu."

Eylem kahkaha attı. "Evet, onun bu yönünü ben de fark ettim." dedi. "Tuhaf bir çekiciliği var."

Savaş omuz silktiğinde, bambaşka bir muhabbet başladı masada. Ben ise Savaş'ın söylediklerini kafama yazmakla meşguldüm. Gece yatağıma yattığım zaman düşünüp düşünüp sırıtacaktım. Aramızdaki çekimi fark eden tek kişi ben değildim. O da bunun farkındaydı. 

O an, bu çekimin itmeyle son bulmamasını diledim. Mutlu bir son diledim. Mutsuz sonları sevmezdim. Kendi sonumu kendim yazabilseydim, mutluluk yazardım. Ama hayat bazen, insana kendi sonunu yazma fırsatı tanımıyor. Bu yüzden, sadece dua ettim. Hayatın benim için, Savaş için, bizim için güzel bir son yazmasını diledim. Çok içten istedim. Tüm kalbimle, tüm hücrelerimle istedim. İkimiz için bir son, ikimiz için mutlu bir son istedim. İkimizin bir arada olabileceği mutlu bir son istedim. Çok mu şey istemiştim bilmiyorum. Ama hayatta en çok istediğim şeylerden birisi buydu. Herkes için mutlu bir son. Savaş ve benim için de, ikimize birlikte.

GÖKKUŞAĞINA SAHİP GECEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin