flower seeds

3K 217 93
                                    

Jung Hoseok normal biriydi.

Hiçbir başarısı yoktu.Kahvesini şekersiz ve sert severdi.Gardolabındaki bütün askılar aynı yöne bakardı.Her sabah kahvaltıları o hazırladı.Tohumları o dikerdi.

Çiçekçi babası, kanser annesi ve küçük kardeşleri dışında,hayatını adayabileceği kimse yoktu.Her zaman gülmek için kendine yemin etmişti.Ne olursa olsun sürekli gülecekti.

Birbirinin aynısı gibi geçen günlerde, evlerinin altındaki çiçekci dükkanlarını erkenden açmıştı.Bu en az onun  renkli dükkanı erken açar,geç kapatırdı.Belkide fazla kazanmıyorlardı ama mutlulardı.Önemli olan da bu değil miydi zaten?

Küçük tabureye oturdu ve kollarını birbirine kenetledi.Bu kış günü,hava geç aydınlanırdı.Burnunu çekip ona gülümseyen papatyaları seyretti.Sonra gözleri yeniden o kalabalık metro istasyonunu buldu.

Beyaz ışıklandırmaların altında koşan,diğerlerinin aksine fazlasıyla sakin olan insanları teker teker izledi.En önemlisi,hergün sokak lambasına yaslanıp sabah sigarasını bitiren ve sonra çekip giden siyah saçlı çocuğu.Her hareketini,hergün bıkmadan izlerdi.Ve her izmariti,kendisi temizlerdi.

Papatyaların yaprakları gibi bembeyaz bir teni vardı.Kırmızı dudakları ve görebildiği kadarıyla kemikli elleri.

O sigarasını söndürürken,babası yeni yaktığı sigarasıyla dükkana inerdi.Küçük televizyonu açar ve koltuğuna yayılırdı.

"Hoseok-ah.Çiçekleri sula."

Babasına itaat edip dediklerini yaparken aklı ara sıra okuluna giderdi.Bırakmak zorunda kalmıştı.Halbuki kötü notları yoktu ama bunun yanında hayalleri de yoktu.Hiçbir zaman kendisini mühendis veya doktor gibi yüksek mesleklerde hayal etmemişti.Hep güzel kokan dükkanlarının içinde kalmıştı.

Sabahın erken saatlerinde,ilk müşterileri gelmişti bile.Hoseok bu yaşlı adama en güzel gülümsemelerinden birini sundu ve karşılığını aldı.Yeni müşterileri severdi.

"Bunlardan istiyorum."

Parmakları Hoseokun favorisi olan pembe karanfilleri gösterdi.

"Hemen efendim."

Bu işe yatkın olan ince parmakları en pembe olanları,güzelce ve hızlıca sardı.Güneş kendini yeni yeni göstermeye başlarken yaşlı adama buketi uzattı.

"Not eklemek ister misiniz?"

İstemediğini belirten bir şekilde kafasını salladı ve bir miktar para uzattı.

Uzattığı para yeterli değildi ama Hoseok bunu dert etmedi.Birkez daha gülümseyerek yolladı müşterisini.

O sırada gözleri yeniden karşı kaldırıma takıldı.Siyah saçlı çocuk diğer günlerden farklı olarak sigarasını içtiği direğin altına yeniden gelmişti.Saçları bu sefer birbirine karışmıştı.Koştuğu belliydi.

"Sikeyim..."

Ellerini rüzgardan yanmayan çakmağına siper ederek bir sigara daha yaktı ve telefonundan bir numara tuşladı.

Hoseok her hareketini hayranlıkla izledi.Sonra bu günün o gün olduğunu hatırladı.

Dükkandan fazla para gelmediğinden,belirli günlerde gidip garsonluk yapıyordu.Annesinin tedavi masrafları ancak bu şekilde çıkıyordu.Koltukta çoktan sızmış babasına baktı.Koşarak tahta askılığa önlüğünü astı ve eve çıktı.

Annesi uyanmış,daha önce yaptığı çayın tadını çıkarıyordu.Oğlunu görünce gülümsedi.

"Günaydın Hoseok-ah"

"Günaydın anne."

Kendi ördüğü şala sarılmış kadına bir öpücük verdi.Odasından telefonunu aldı ve küçük kardeşinin açılmış yorganını düzeltti.

"Gidiyorum."

"Dikkat et."

"Sende."

En çok da bundan nefret ediyordu.Annesini kaybedeceği günü bekliyordu.Başka hiçbirşey yapamıyordu.Elinden birşey gelememeside onu kötü hissettiriyordu.

Dışarı çıkıp dikkatlice karşıya geçti.Küçük dükkanlarına baktı.Şimdi siyah saçlının hemen yanındaydı.Hala telefonuyla uğraşıyordu.Yakından daha ilgi çekiciydi.Detaylarına kaybolmamak adına hızlıca gidecekti ki seslenildi;

"Benim için de kart basabilir misiniz?"

Arkasını döndü.Karşısındaydı ve onla konuşuyordu.Utandığını hissetti.Uzun süre birşey söylemediğinde,ona göre kısa olan açıklama yapmak zorunda hissetti.

"Kartımı evde unutmuşum da..Okula geç kalacağım."

Hoseok yeni kendine gelmişti.

"Oh tabi."

Birlikte turnikelere kadar yürüdüler.Hoseok kartını bastı ve karşıya geçti.Ölücekmiş gibi hissediyordu.Sonra, cılız elleri kartı beyaz tenli yabancıya uzattı.İkiside ordayken gülümsedi.

"Teşekkür ederim."

"Önemli değil..Yoongi"

Gözleri montunun kenarından gözüken isim kartını okuyabilmişti.Demek adı buydu.Min Yoongi.

"Oh? Evet."

Birbirlerine güldüler metroyu beklemeye başladılar.

"Sizin isminiz nedir?"

"Hoseok."

"Güzel isim."

"Teşekkürler."

Yoonginin ilk farkettiği,ne kadar güzel güldüğüydü.Ellerini biraz daha büzüştürdü montunu ceplerinde.Donuyordu.Birkez daha dakikaları sayan ekrana baktı.

Hoseok ise rayların yanında biten karahindiba çiçeklerini izlemeye başladı.Aklını başka şeylerle meşgül tutmazsa hep Yoongiye kayacaktı.İçindeki hisler onunla arkadaş olmak istediğini bağırıyordu.Hem o okula gidiyordu değil mi?Belki nasıl bir duygu olduğunu anlatabilirdi.

"Okulun... Nerde?"

Gözleri hala rüzgara karşı savaşan çiçeklerdeyken Yoongi,bu tuhaf soru karşısında şaşırdı.

"Hansung Üniversitesi."

Hoseok orayı bildiğine dair bir ses çıkardı.Halbuki hiçbir fikri yoktu.

"Geliyor."

Yoongi parmaklarıyla metroyu gösterdiğinde Hoseok gülümsedi.Açılan kapıları bekledi ve inenlere nazikçe yol verdi.Hareketleri, Yoonginin dikkatini çekmişti.

İçerisinin sıcacık olması iki adamı da mutlu ederken,cuma günleri oldukça kalabalık olan metroda boş yere kimin oturacağı konusunda tartışmaya başladılar.

"Sizin çantanız ağırdır."

Hoseokun diretmesiyle siyah saçlı oturdu ve çantasını kucağına aldı.Onu burda daha iyi inceleyebilirdi.Aslında,aralarındaki kibarlık oyununu sevmemişti.O kibar biri değildi.

Kafasını tıkış tıkış metroda hiçbiryere tutunamamış ve düşmemek için mücadele eden Hoseoka çevirdi.Buğday rengindeki paltosu,teniyle uyum sağlıyordu.Kahverengiye kaçan saçları güzelce taranmıştı.Keskin bir burnu ve uzun keskin yüz hatları vardı.Ve çiçekler gibi kokuyordu.Yapay çiçek parfümlerinden değil.Toprak ve gerçek çiçekler gibi.Yoongi normalde bu kokuyu sevmezdi fakat bu nazik adama yakıştığını düşündü.

Sonra,Hoseok tutunma mücadelesini kaybetti ve düştü.Tam olarak Yoonginin kucağına.

Flower Boy •sope¹✔Where stories live. Discover now