like the flowers you look at

1.2K 165 22
                                    

Jimin,Namjoon gittikten yaklaşık yarım saat kadar sonra bütün kıyafetlerini yeni boşalmış gardolaba yerleştirdi.Bu süre zarfında Jungkook inatla banyoda durmaya devam ediyordu.Namjoon hyungunu getirmedikleri sürece de çıkmayacaktı.

Pembe saçlı,kendisine "okulun tehlikeli çocuğu" olarak tanıtılan Jungkookun çocuksu davranışlarına iç çekti.Kollarını birleştirerek üstünde eski bir poster olan banyo kapısına bedenini dayadı.

"Jungkook çık artık."

İçerden çok süre geçmeden mızmız bir çocuğunkine benzeyen sesi yükseldi.

"Hayır."

"Tuvalete girmem gerek."

"Banane."

Jimin sinirle nefes verdi.Elini,kitli olmadığını bildiği kapı koluna koydu ve tehditkar bir ses tonuyla konuştu;

"Eğer açmazsan,içeri girer ve seni takmadan işimi hallederim."

Bir süre öylece bekledi.Sonra kapı kolu aşağı indi ve kahküllerini önüne düşürmüş,somurtarak ona bakan ve isteği yapılmamış bir çocuğa benzeyen Jungkook çıktı.

"Çabuk ol tekrar gireceğim."

Jimin zafer gülümsemesiyle içeri dalarken uzun boylu olan yatağına çöktü.İki yatağın arasındaki etijere koyduğu kitabını aldı ve sayfalarını hızlıca karıştırdı.O da zevk vermeyince,zavallı şeyi karşı yatağa attı ve ofladı.

Aslında,Jiminle kalmak o kadar da kötü olmayabilirdi.Çalışma masasına ve kapakları hâlâ açık olan gardolabına baktığında,Namjoondan daha temiz biri olduğu anlaşılabiliyordu.O sırada kapı açıldı ve Jimin havlu bulamadığından ıslak olan ellerini pantolonuna silerek gülümsedi.

"Girebilirsin."

"Girmeyeceğim."

Jimin omuzlarını silkti ve yatağına koyduğu kabanını giydi.Küçük olan bedeni bu büyük kumaş parçasının içinde daha da küçülüyordu.

Jungkook gözlerini oturduğu yerden kalkmadan aralarında birkaç yaş olan oğlana çevirdi.Nereye gittiğini acayip merak ediyordu ama havası bozulmasın diye sormadı.

Çünkü o Jeon Jungkooktu.Asla havası bozulmazdı.Minik bir bebek gibi davransa bile.

"Hobie hyung!"

Hoseok,karların miktarı artmışken güzel ve narin laleleriyle ilgileniyordu.Bu güzel hanımefendilerin ekstra ilgi ve sevgiye ihtiyaçları vardı.Genç adamın gözlerinde onlar, Audrey Hepburn'ün zarafetini,yeni doğmuş bir bebeğin hassaslığını almışlardı.

Tanıdık ses onu düşüncelerinden ayırırken,elindeki gübreyi bıraktı ve arkasını döndü.

"Jimin!"

Gülümseyerek sarıldı cılız bedene.

"Birkaç gündür gelmiyorsun."

"Okulum vardı hyung."

Hoseok kafasını salladı ve onun yokluğunda Yoongiyi ağarladığı sandalyeyi onu için çıkardı.

"Otur lütfen."

O otururken,hemen yanındaki lalelere yeniden eğildi.Saçları önüne düşüyor,harika görüntüsünü daha da harika yapıyordu.

"Yardım edebilceğim birşey var mı diye gelmiştim."

"Tek başıma idare ediyorum.Babam anneme bakıyor."

İkisinin arasında hava kadar soğuk bir sessizlik oluştu.Jimin, okulunu Hoseoka tercih etmişti ve Hoseok buna asla sinirlenmemişti.Arkadaşı için her zaman en iyisini isterdi.Eğitim görmek onun en büyük hakkıydı değil mi?

Lale sürüsüne yeni bir pembe eklerken,kafasını Jimine çevirdi.

"Söylesene Jimin,okul nasıl?"

"Ah çok güzel!"

Laleyle aynı renkteki saçlarını kar tanelerinden kurtarırken bu soruyu bekliyormuş gibi heyecanla hyunguna döndü.O dükkandaki işleri hallederken gözleriyle onu takip ederek girdiği ilk dersi,öğretmenlerini ve edindiği arkadaşlarını anlattı.

"Sonra.. Jungkook diye biri var.Aynı odada kalıyoruz.Biraz..Garip."

Hoseok tanıdık ismi duyunca hızla arkasını döndü.

"Jungkooku biliyorum!Yoonginin arkadaşıydı."

"Sen Yoongi hyungu nerden tanıyorsun?"

Hoseok utangaç bir şekilde gülümsedi.Eli ensesine gitti ve daha sonra,karanfillerinin yanına eğildi.

"Uzun hikaye.Boşver."

"Ya hyung!Anlat ben dinlerim."

Kolay ikna olan genç boş sandalyeye oturdu,kollarını bağladı ve papatyalara benzeyen çocuk Yoongiyle tanışma hikayelerini anlatmaya hazırlandı.

Ama tam olarak o anda,Yoonginin kendisi girişte belirdiği için susmak zorunda kaldı.

"Rahatsız etmiyorumdur umarım?"

Hoseokun yüzü birden aydınlandı.Kalkıp Yoongiyi içeriye davet ederken hareketleri,Jiminin gözünden kaçmamıştı.Hyungunu hiç bu kadar heyecanlı görmemişti.

Yoongi çekingen hareketleriyle Jiminin karşısına oturdu ve gülümsedi.Yolda, buraya gelmek ve gelmemek adına kendi içinde büyük bir savaş yaşamış ve gelmemeye karar vermişti.Ama karar vermesi, uygulayacağı anlamına gelmiyordu.

Hoseok da habersiz misafirlerinin yanına oturdu ve eliyle burnunu kaşıdı.Havadaki garip atmosferi fark etmeyen birtek oydu.

Jimin ellerini dizine koyup kalktı.

"Ben gitsem iyi olur..Derslerim vardı."

Anlayışla başını salladı ve Jimine bir anne edasıyla öğütler vererek uğurladı.Arkasını döndüğünde Yoongi gülerek ona bakıyordu.

"Ne var?"

Vücudunu garip birşey olup olmadığını anlamak adına kontrol ederken beyaz tenli olanın kahkası büyüdü.Daha sonra ciddileşti ve küçük gözlerini iyice küçülterek diğerine yaklaştı.Aralarında minik bir mesafe bırakırken Hoseokun gözleri korkuyla kaplanmıştı.Onun kalbi,gelincikler kadar narindi ve bu durum çok hızlı atmasına sebep oluyordu.

"Burnuna toprak var Hoseok."

"N-ne?"

"Toprak."

Yoonginin kemikli elleri,şekilli burnun üzerindeki kahverengiyi sildi ve sonra uzaklaştı.Bıraktığı çantasını alırken Hoseok nefesini yeni yeni düzene sokuyordu.

Çantasını sırtına taktı ve orda birnevi sarhoş bıraktığı kahverengi saçlıya bir gülümseme gönderdi.

Hoseok sakinleşmeye,güzel çiçeklerine dönmeye çalıştı ama çok geçmeden,telefonuna yeni bir mesaj gelmişti bile.

"Yanında kendimi iyi hissediyorum Hoseok.Beni sarsışın hoşuma gidiyor.Üstelik hiç yargılamıyorsun.Hergün gülümsediğin çiçekler gibisin aynı.Bu beni mutlu ediyor.Başıma gelmeyeli uzun zaman olmuştu."


Flower Boy •sope¹✔Where stories live. Discover now