KAYBEDENLERİN TESADÜFÜ

47 1 0
                                    

Adam her zaman canı sıkıldığında gittiği o apartman çatısına gidecekti bugün yine. Aslında canı da bir şeye sıkkın değildi fakat oranın atmosferine ihtiyacı vardı. Eline bir Cemal Süreya'nın kitabını aldı ve çokta uzak olmayan o apartmanın yolunu tuttu.
Ne kadar sıradan bir hayatı vardı aslında. Bir kitapçıda çalışıyordu ve her akşam eve gelir gelmez okumakta olduğu kitabın başına geçiyordu. Onun için gezmek, sinemaya gitmek, telefonla konuşmak tamamen zaman kaybıydı. Evinde bir televizyonu bile yoktu üstelik. Ona vereceği paraya binlerce kitap alabileceğini hesap etmişti. Hatta bir telefonu da yoktu. İnsanlarla sohbet etmek yerine bir kaç sayfa fazladan kitap okuyabilirdi. Bu düşüncelerinden dolayı etrafındakilerle fazla iletişimi olmazdı. Zaten etrafında insan olmasını da istemiyordu. Apartmanın parmaklık örülmüş kapısını var gücüyle iteledi. Bu beyaz kapı onu her zaman zorluyordu. Ne gerek vardı bu kadar ağır yapılmasına? Asansör olmasına rağmen 12 katlı binayı yürüyerek çıkıyordu her defasında. Belki bu düşüncesi de diğer insanlardan farklıydı ama en tepeye ulaşmak hiç bir zaman o kadar kolay olmamalıydı. Bu yüzden teker teker çıktı dik merdivenleri. Her katta iki daire vardı. Kim bilir bu kapıların arkasında ne çeşit insanlar yaşıyordu. Hiç birini de tanımak istemezdi ama onu böylesine kemiren şey insanların acılarıydı. Nasıl insanlar yaşıyor değil de ne tür acılar o kapının arkasındaydı?
Çatıya çıktığında ensesi ona dönük olan birini gördü. Saçları erkek tıraşıydı fakat bedeni bir kadının ki gibi narin duruyordu. Aylardır geliyordu buraya ama daha kimseyi görmemişti. Bu gelen yabancı, bir ilkti. Yaklaşıp aynı hizada durdu onunla.

''Hey! Merhaba.''

Ses vermedi yabancı ama bir kadındı. Adam zaten konuşmayı sevmediğinden ısrarcı da olmadı. Bağdaş kurup yere oturdu ve yanında getirdiği şiir kitabını açtı. Bir iki satır okumuştu ki bu sefer yabancı konuştu.

''Burası neresi?''

Adam kaldığı yeri unutmamak adına kitabın arasına parmağını koydu.

''Bilmediğin bir yere neden geliyorsun?''

Kadın kendinden emin bir ifade yerleştirdi yüzüne.

''Gelmesem hiç bilmezdim.''

''Şuan biliyor musun?''

Adam bu cümleyi kurduğunda galibiyet kazanmış gibi gülümsedi.

''En azından öğrenme ihtimalim var.''

Kadının söylediği şey daha mantıklı gelmişti adama. Bu cevaplar karşısındaki yabancıyı merak etmesine sebep olmuştu.

''Peki, benim senin adını öğrenme ihtimalim var mı?''

''Kelebek.''

''Bende astronot ve burasıda keşfedilmeyen bir gezegenin kapısı.''

Kadın ufak bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına.

''Madem keşfedilmedi, biz nasıl geldik?''

''Bizde keşfedilmeyi bekleyenleriz.''

Adamın bu lafı üzerine yüzünü ilk defa ona döndü kadın. Erkek tıraşı saçlarına rağmen kadınsı bir sureti vardı. Ela gözlerini adamın yuvarlak gözlüklerine dikti.

''Ben keşfedilmeyi değil, unutulmayı istiyorum!'' dedi.

Adam sırıttı.

''Hatırlandığını kim söyledi ki?''

Kadın alınmıştı. Karşısındaki hiç tanımadığı bu adamın az önceki kurduğu cümle sarsmıştı onu sebepsiz.

''23 senedir tek başıma, ruh gibi yaşamıyorum herhalde!''

Astronot gözlerini ayırdı.

''23 sene mi? Hani kelebektin? Kelebekler sadece bir gün yaşar.''

Kelebek mahcup bir yüz takındı.

''Tamam, yalan söyledim. Ankayım ben ama sende bir astronot değilsin zaten.''

''Yoo, bir astronotum.''

''Değilsin!''

''Peki peki. Ben Uzay'ın ta kendisiyim.''

İkisi de uzun bir süre sustu. Uzay kitabını bitirdi, Anka sessizce şarkılar mırıldandı. Kimse tek kelime etmedi. Birisi buraya çok yabancıydı, diğeri de alışık olduğu bu yere yabancı olan kadına..
Kitabın kapağını kapatıp gökyüzüne baktı Uzay. Anka'da söylemekte olduğu şarkıyı yarıda kesti, birden gülmeye başladı. Uzay bu sebepsiz gülüşe bir anlam veremese de sesini çıkarmadı, tebessüm etti.

''Hey! Şimdi sana kendini kelebek sanan aptal bir anka kuşunun hikayesini anlatacağım ama bittiğinde hatırladığın tek şey kelebekleri çok sevdiğim olacak tamam mı?''

Kafasını salladı Uzay..

ANKA [Yitik Bir Gidiş]Kde žijí příběhy. Začni objevovat