''...''

18 3 0
                                    


Eline bir jilet alıp boynuna dayadı Uzay. Bu banyoya yüzünü yıkamak için gelmişti fakat aklına takılan bazı merakları onu bu eyleminden alıkoymuştu. Mesela, intihar etmek istemek nasıl bir şeydi? Veya ölümüne sebep olacak bir malzemeyi ellerinin arasına alıp damarının üzerinde tutmak onu endişelendiriyor muydu? Yoksa, ölüm aslında abartıldığı kadar korkunç bir olay değil miydi?
Hay aksi! Çalan kapı sesiyle tüm düşüncelerinden sıyrıldı. Elindeki ölüm aracını lavabonun içine koyarak ayağa kalktı ve kapıya ulaştı. Tamda beklediği gibi, kapıda kimse yoktu. Yaklaşık bir haftadır Uzay'ın kapısı hep çalıyor ama paspasın üzerine bırakılan mektup zarflarından başka hiçbir şey olmuyordu kapıda. Uzay'da bu mektup zarflarını alıyordu fakat bırakana inat açmıyordu hiç birini. Bu zarfta diğerlerini tekrarlayacaktı. Eğildi, aldı. Çevirip arkasına baktı, yine boştu. Kapıyı kapatıp vestiyerin üzerine bıraktı mektubu. Oysa okumak onun için bir hobi değil, alışkanlıktı. Üstelik telefon görüşmelerinden, sosyal medyadan atılan mesajlardan daha çok önemserdi mektupları. Mektuplar kutsaldı, kolay kolay kimse kimseye yazamazdı.
Oturma odasına ilerleyeceği sırada Venüs gelip bacağına ilişti Uzay'ın. Uzay köpeğini kucakladı ve kulaklarından öpmeye başladı. O sırada Venüs'ün ağzında tuttuğu bir şeyi far ketti, bir bileklik yada halhal. Uçlarında deniz kabuklarının asılı, her rengin barındığı bir takıydı bu. Kimden kaldığını düşünmesi pek vaktini almadı çünkü eve daha önce hiç kadın almamıştı. Bu, belli ki Anka'nındı. Venüs'ün ağzından bilekliği çekti ve onu yere indirdi. Uzun uzun avucunun arasında duran şeye baktı ve içini kaplayan hüzne engel olamadı. Az önce yarım bıraktığı düşüncelerine tekrar dalmak istedi, bir kez daha.. Banyoya ulaştığında lavabonun içinde duran jileti eline aldı. Amacı intihar etmek değildi, sadece çatıda tanıştığı o kelebeğin ne hissettiğini anlamaya çalışıyordu.
Mümkün değildi! Onun yaşadığı acının empatisini bile kuramıyor olmak canını fazlasıyla sıkıyordu. Aynaya uzun uzun baktı. Bu karşısında gördüğü adam artık kendisine yabancı geliyordu. Yaşadığı bu duygularda alışık olmadığı şeylerdi. Mesela bir kitap okuyordu, kitapta yazar ''yere çakılmaktan'' bahsediyordu. Uzay o an kızı hatırlıyor, aklına o çatıdan atladığı ve yere çakılacak olması geliyordu. Kendisi bir satırı okuyup bin kere yere çakılıyordu. Uyandığı bir sabah canı kahvaltıda değişik bir şeyler yemek istiyor mesela. Böyle yumurtadan, peynirden farklı bir şeyler...
Aklına, tadı damağında kalan o omlet geliyordu. Yapmak istese tarifini bilmiyor, ki bilse de zaten onun gibi yapacağına inanmıyordu.

Belki buradan uzaklaşmalıydı. Ya da kafasını başka şeylerle meşgul etmeliydi. Onu düşündürmeyecek şeylerle.. Sonra aklına annesi geldi. Onu öyle çok özlemişti ki. O yanındayken elbette kimseyi düşünmeyecekti. Bunun için annesini yanına çağırmayı düşündü. Kendisi gidemezdi ama annesi gelebilirdi.
Bu fikrini Fehmi Abi'yle de paylaşmanın iyi olacağını düşünerek çalıştığı yere gitmek adına hazırlanmaya koyuldu.

-

''Gelirsin anne, hem babam sorun çıkaracak olursa onunla bu sefer ben konuşurum.''

''Tamam, ben halledeceğim. Sen babanla hiç tartışma içerisine girme. Hem.. Artık bir telefon al kendine. Seni özlediğimde sesini duyabileyim bari, hiç değilse bir telefon uzağımda olursun. Paraya ihtiyacın varsa yollarım, telefonu da alıp gönderirim istersen.''

Uzay bir iç çekti.

''Anne bu konuları şuan konuşmak istemiyorum. Geldiğinde konuşalım olur mu?''

''Ah Uzay.. Peki, tamam oğlum.''

Telefonu kapattıktan sonra Fehmi Abi'yle göz göze geldi. Ne diyeceğini gayet iyi biliyordu. Annesinin dediklerini tekrar edecek ve kadına yazık ettiğini, en azından bir telefon alırsa sürekli onunla iletişime geçebileceğini dile getirecekti. İyi de, zaten Uzay özledikçe iş yerine geldiği süre içinde arıyordu annesini.
Gelen müşterilerle ilgilendi, rafları sildi, birkaç tane müzik açtı, dinledi. Fehmi Abi'yle bilmem kaç bardak çay bitirdiler. Akşamı ettiklerinde dükkanın son müşterisi de gelmişti. Uzay oturmakta olduğu kasadan kalktı.

''Buyurun, aradığınız bir kitap var mı?''

Genç adam Uzay'ı boydan bir süzdükten sonra eliyle boynunu kaşıdı, bir şeyler düşündü, sonrada '' Ben pek kitaplardan anlamam, kız arkadaşım için bir şeyler okumak istiyorum. Önereceğin bir kitap var mı?'' dedi.
Uzay'ın karşısında ki bu genç ona çok tanıdık geliyordu. En azından bu yüzü daha öncede bir yerde mutlaka görmüş olmalıydı. Oldukça uzun boyu, çekik gözleri tanıdık bir surete aitti. Aradaki raflara süzülerek eline Cahit Zarifoğlu'nun ''Yaşamak'' adlı kitabını aldı.

''Ben bununla başlayabileceğinizi düşünüyorum. Cahit Zarifoğlu, pek zarif bir şair. Üslubu sizi yormaz.''

Adam kitabı Uzay'ın elinden aldı, kapağını inceledi, elleriyle sayfaları yokladı. Belli ki kitaplardan bu kadar uzak olmak genci de şuan karşısındaki elemanın bu kadar bilgili olmasından ötürü çok rahatsız etmişti. Uzay'da bunu hissetmiş olacak ki konuşmaya başladı.

''Cahit Zarifoğlu gençliğini hassas geçirmiş bir şair, birazda babasına küskün. Annesinin ölümünden sonra başka bir kadınla evliliğini sindirememiş. Bir yazıda denk gelmiştim, şairmiş evet lakin güreşte tutarmış. Hatta Alaeddin Özdenören ''Cahit şiir gibi güreş tutardı'' diyor onun için.
Bu kitabın adına iyi bakın, ''Yaşamak'' değil mi? Kitabına bu ismi veren bir şair kırk altı yaşında ölüyor. Kitap, ''Ne çok acı var.'' Cümlesiyle başlıyor, çok tuhaf değil mi?''

Sorduğu soru karşısında ki gencin donuk bakışlarına ulaşamamıştı belli ki çünkü bir cevap alamadı uzun bir süre. Tepkisiz kalınca tekrar araya girdi Uzay.

''İçinize sinmediyse başka kitaplarda gösterebilirim?''

Genç irkilmiş bir şekilde ''Ha-hayır. İyi bu, teşekkür ederim.'' Dedi. Fakat inkar edemezdi, bu elemanın bilgisi onu büyülemişti. Yaptığı mesleği çok sevdiği aşikardı. Birlikte kasaya geçtiklerinde, genç hala Uzay'ı inceliyor, Uzay'da pek tabi bunu fark ediyordu ama belli etmiyordu. Bu genci tanıyordu, bundan adı kadar emindi.

-

Yaklaşık yarım saat sonra dükkanı kapatmak adına ayaklandılar. Elemanlar evlerinin yolunu tuttu, bir tek Uzay'la Fehmi Abi kaldıklarında artık onlarda gidiciydiler.
Fehmi Abi dükkanın kapısını kilitlerken Uzay'a döndü.

''Oğlum?''

Uzay ellerini ceketinin cebine sokarken karşısında ki babacan adama baktı.

''Buyur abi?''

''Bir radyo kanalı açmak istiyordun ya, hayalindi hani? Hala güncelliğini koruyorsa onu gerçekleştirmek adına yarın birkaç arkadaşımı yollayacağım yanına. O ayırdığın odayı bir stüdyo yaparız olur mu?''

Evet, Uzay hep bir radyo kanalının olmasını istiyordu. Evinin bir odasını tamamen buna ayırmak ve sesini herkese duyurmak istiyordu. Bu onun en büyük hayaliydi. İsmi bile hazırdı, ''Sahip Olunamayan Uzay Mekiği.''
Fakat Fehmi Abi'ye bunu istemediğini söyledi. Oysa ne çok istiyordu. Onun dert ettiği bu güzel yürekli adama yük olmamaktı. Yanında işe başladığından beri onu evladı gibi koruyup kolluyordu. Şimdi birde hayalini mi gerçekleştirsindi? Uzay zaten bunu yapabilecek duruma sahipti fakat babasının eline bakmak istemiyordu ve bunun için işten kazandığı parasını biriktiriyordu.

''Yok abi, sağ ol. O hayalde biraz beklemede kalsın.''

Sonra bisikletine atlayıp evin yolunu tuttu. Karanlığın dünyanın üzerine çöktüğü bir günü daha sonlandırmak üzereydi insanoğlu.
İçinden şiirler okudu kendine. Zaten o şiirlerini hiç başkalarına bahşedememiş, hep kendi kendine armağan etmişti. Gömleğinin sol göğüs hizasına gizlenmiş olan bir organı vardı ve hiç hissetmediği bir acı hissediyordu orada. Eve ulaştığında kendini direkt yatağa atmak istemesi bu yüzdendi. Bu ağrı küçük ölümü tatmadan geçmeyecekti. Uyku, küçük ölümün ta kendisiydi.


Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Aug 04, 2021 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ANKA [Yitik Bir Gidiş]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin