ÇOCUKLUĞUNA KÜSEN ASTRONOT

21 1 0
                                    

Çok saçma bir merak gelebilir belki herkes için ama 7 yaşından bu yana hep gökyüzünü incelerdim. Babam bunun çok boş bir uğraş olduğunu söyler dururdu ama benim içinde babamın bu düşüncesi çok boştu.
İnsanlar sevdikleri şeyler yüzünden olumsuz eleştirilmemeli bence. Biri midye yemeyi sever, diğeri bunu midesizce bir davranış olarak görebilir. Biri kitap okumayı sever, diğeri buna vakit kaybı diyebilir veya biri şarkı söylemeyi sever, diğeri onu yeteneksiz diye adlandırabilir. Ama değil!
Ne midye yemek midesizliktir, ne kitap okumak vakit kaybıdır ya da şarkı söyleyen yeteneksizdir. Bir insan bir şeyi yapmaya cesaret ediyorsa bu boş bir şey değildir.
Herneyse.
Akşamları iple çeker, odamın penceresine dayanır gökyüzüne bakardım. Hem de yemin ederim saatlerce. Bir insan aynı yere bakmaktan nasıl sıkılmaz? Saatlerce diyorum, hiç bıkmadan. Gökyüzünü izlemekten artı kalan zamanı da kitap okurdum. Odamda boydan boya bir kitaplık vardı. Belki de yüzden fazla da kitap..
Tüm yıldızlara kendi kendime isim takardım, onlarla konuşurdum. Arkadaşlarımın hedefleri hep standarttı. Biri doktor olmak ister, biri babası gibi eczacı, avukat falan filan. Saçmalamak bu! Doktor oldun tamam. Fiziksel yaralarımı hallettin diyelim peki ya içsel yaralarım? Onlara da bir çözüm bulmalısın doktor. Oysa bilmelisin ki içsel yaraların tek ilacı yarayı açandır. Eczanenin birine de girip hep sormak istemişimdir,

''Abi bazen şu boğazıma bir yumru çöküyor. Yutkunuyorum, yutkunuyorum geçmiyor. Üstelik nefeste aldırmıyor şerefsiz. Bunu hangi ilaç geçirir?''

Ve eczacı şok. Fakat bilmeleri lazım, o yumru canın çıkana kadar ağlamazsan geçmez. Çözüm ilaç değil.
Avukat arkadaşım olursa, sırf onunda suratını görmek için falan eşimden boşanabilirim. Mesela ona da derim,

''Arkadaş sen bizi boşadın tamam da, anılar? Yok valla, boşamıyor onlar beni. Her yerde bir anımız var, rahat vermiyor.''
Anlayacağın, geçerli gibi görünen hiçbir meslek amacına tam hizmet etmiyor. Kolayından astronot olacağım ben. Dünya ile bir bağlantısı yok.
Rahat iş..
Annem yatmam gerektiğini söylediğinde de hemen yatağa koşardım. Belki bir yirmi dakika öylece gözlerimi kapatıp uzanırdım, kontrol ettiğinde uyuyor gözükmek için. Kalkardım, sabaha kadar gökyüzünü izler, yıldızların nasıl havada öylece kaldıklarını sorgulardım. İşte kutsal güç...
Allah'a hayran olmama bir sebep daha..
Bir gün babam işten dönerken bana teleskop almıştı. Desteklemiyordu hayallerimi ama almıştı işte. Mutluluktan nasıl ağladığımı hiç unutmam. Teleskobu kurarken bile hıçkırıklar eşliğinde kurmuştum. Sonra yedim, içtim, başına geçtim. Uyudum, uyandım, teleskobuma koştum. Ağladım, gökyüzünü inceledim. Güldüm, mutluluktan bir yıldızı gözüme kestirip onunla konuştum.
Doğum günüm yaklaşıyordu, bende iple çekiyordum. Annemden ve babamdan ne isteyeceğimi çoktan planlamıştım. Babamdan bir uzay mekiği isteyecektim. Makette olsa bu beni mutlu eden şeylerdi. Annemden de yeni bir kitap serisi...
Doğum günüm gelip çattığında annemden beklediğim hediyeyi almıştım ama babamdan değil. O gün babam daha başkaydı. Yani istediğim şeye saygı duymamasına rağmen bir teleskop alma inceliğini gösteren adam o gün,

''Ne mekiğiymiş lan! Aptal aptal odana kapanıp şu kıytırık gökyüzünü izle, saman kafanı şu aptal kitap sözleriyle doldur. Milletin oğlu ne hedefler koyuyor, bizimkinin hayalini kurduğu şeylere bak. Gerçekçi ol azıcık!''

diyerek tüm çocukluğumu yerle bir etti. Kıytırık diye sıfatlandırdığı o şey Allah'ın bir lütfuydu. Üstelik bir de öylesine aldığı, beni dünyanın en mutlu insanı yaptığı hediyesini elimden aldı. Kapının önünde nasıl bir hınçla parçaladığını unutmayacağım.
Güldüğüm ne kadar gün varsa, hepsi kadar ağladım o gün. Evet, mutlu bir çocuktum belki ama diyorum ya babam o gün hepsinin hıncını aldı benden. Neye sinirlendiğine dair hiçbir fikrim yok. İki gün sonra elinde maket bir uzay gemisiyle geldi. Hiçbir şey olmamış gibi uzattığı o hediye benim için babamın kendini noktaladığı şeydi artık, hayallerim değil. Tabi ki aldım, babaya hayır denmezdi ama gözümün görmeyeceği bir yere, yatağımın altına ittim. Sonrada sanki babamdan hiç istememişim gibi, yine hayallerimin en ücra köşelerine ittim uzay mekiğini.
Yıllar geçti, gökyüzünü izleyerek büyüdüm. Sonra babam aşırı yağmur yağan bir günde iş toplantısına gidiyordu akşam, kaza yaptı. Felç kaldı. Hiçbir şeyden anlam çıkarmayan bir insandı. O gün bile ''Şu lanet yağmurda yola çıkılır mıydı, aklıma sıçayım!'' diyerek kendine ve kazaya sebebiyet gördüğü her şeye lanetler yağdırdı. Kafasına yıldız yağmadığına dua etsin!
Üzülmedim pek. Ben insanların hep, her şeyin karşılığını yaşadığını düşünürüm. Babam evreni küçük gördü, Allah'ın bize lütuf olarak gördüğü her şeyi küçük gördü. Şimdi? Ayakları tutmuyor. Allah verdiğini geri alacağı kullarını da iyi biliyor.
Üniversitede astronomi bölümünü kazandım. Babamda mimik oynamadı ama annem havalara uçtu.
Beni yolcu bile etmedi babam. Aksine ''Benden bir lira bile çıkmaz!'' diyerek ayak diretti. Zaten evden ayrılırken de ''Umarım bu sefer kaybettiğin bir uzvun yerine evladın olmaz baba. Ben çocuğuma böyle bencil olmayacağım. Elinden değil de, hayallerinden tutacağım onun daha çok.'' dedim. Vermek istediğim mesajı aldı veya almadı, o günden sonra çok umrumda olmadı, aramadım da hiç. Girdim bir kitapçıda çalıştım. En sevdiğim şeylerden biri zaten kitaplar. Öyle çabalaya çabalaya önce bir ev kiraladım. Sonra evin normal ihtiyaçları falan. Buzdolabı, çamaşır makinesi falan. Kesinlikle televizyon değil! Veya kendime bir telefon, hayır! Günlük şeyleri saymazsak aslında evime herşeyden önce bir kitaplık aldım. Aylar geçti, arttıra arttıra bir teleskop...
Hala makette olsa bir uzay mekiğim yok. Ben onu çocukluğumun yatağının altına ittim.
Umarım hep orada kalır.


ANKA [Yitik Bir Gidiş]Tempat cerita menjadi hidup. Temukan sekarang