ASTRONOTUN MALİKANESİ

16 1 0
                                    

Kilidi daha kapıdan çevirirken bile elleri titriyordu. Sonuna kadar araladı kapıyı Uzay. Önden kendisi girdi, üzerinde ki kapüşonlusunu kapının hemen yanındaki vestiyere astı. Tam karşıda ''oturma odası'' denilen bölüm vardı ama Anka oranın ne olduğunu tam kestirememişti, uzaktan bakıyordu. Uzay'ın eliyle işaret etmesiyle yöneldi odaya. Kapıdan girdiğinde karşısına kocaman bir pencere çıktı ve yanında dev bir teleskop... Duvarda belki beş, belki daha fazla tablo vardı. En büyük olan şu pencerenin yanındaki duvarın üzerinde yıldız takımı haritası, koltukların üzerine asılmış olan tabloda arkası dönük, teleskopla gökyüzüne bakan bir adam, diğerleri de yine bu tür şeyler.
Geçip tekli bordo koltuğa oturdu Anka. Uzay odada yoktu, büyük ihtimal su içmeye falan gitmişti, sonuçta o kadar koşmuştu. Aslında Anka'da onunla beraber koşmuştu ama o şuan odanın büyüsüne kapılmıştı. Uzay'ın bu kadar övdüğü şu teleskoba yakından bakmak istedi fakat çekindi. Onun için bu kadar özel olan bir şeye izni olmadan yaklaşmamalıydı.
Biraz sonra elinde bir bardak suyla geldi Uzay.

''İçmek istersin diye düşündüm.''

Gülümseyerek teşekkür etti Anka. İkisi yine sessizliğe bürünmüştü.
Babası hayallerine saygı duymadığı için ona küsüp kendi çabalarıyla evini bu hale getirmesi Uzay'a hayranlık duymasına sebep olmuştu. Peki kendisi? Annesinin ölümüyle her şeyden vazgeçti. Berbat arkadaşlar edindi, evlerinde kaldı. Gidip bir gece kulübünde barmenlik yaptı ama ağzına bir kere bile alkol vurmadı. Şimdi düşünüyordu da, bu kadar iradeli bir kızken daha bugün tanıdığı bir insan nasıl onu fikrinden döndürmüştü?
Tekrar yerinden kalktı Uzay. Anka'da bacaklarını karnına çekerek sıkıştı tekli koltuğa. Gerçekten de evde teknolojik alete dair hiçbir şey yoktu. Ne telefon, ne bir televizyon..
Dakikalar geçti, Uzay'ın hala gelmemiş olması Anka'nın canını sıktı. En azından şurada kalıp sohbet edebilirlerdi değil mi? Kalkıp evi gezmesinin bir sakıncası olmadığını düşündü.
Oturma odasından çıkıp sağa döndü. Uzunca bir koridor vardı şimdi karşısında. Yine sağına düşen kapıyı tıklattı. Ses gelmeyince usulca açtı. Banyoydu burası. Aynanın karşısına geçip yüzünü yıkadı, saçlarını suyla ıslattı. Biraz geriye gidip kendine baktı da ne kadar yorgundu. Tam da ölümden dönmüş bir insanın felaketi vardı sanki suratında. Kapıyı açtı ve çıktı banyodan. Evi böyle teker teker gezmek yerine Uzay'a seslenmenin daha iyi olacağını düşündü.
Koridorda bir sağa bir sola giderken bir yandan da ''Uzaaay'' diye bağırıyordu. Cevap alamayınca vestiyerin yanında olan kitaplık dikkatini çekti. Bir sürü kitap vardı. Astronomiyle alakalı olanlar, şiir kitapları, bilindik romanlar, ansiklopediler... Elleriyle tek tek dokundu. Uzay'ın bunların tamamını okuduğuna emindi, hepsi hala yepyeni duruyordu. Karşıdaki mutfağı farketti ve su içmeye karar verdi. Musluğun üzerindeki dolabı kendine çekti ve bir bardak aldı. Musluğu biraz akıttıktan sonra soğuyan sudan doldurdu. Tam masaya oturacakken bacağının bir şeye değdiğini hissedip çığlığı bastı.

''Aaaaay!''

Kafasını yere eğdiğinde bir köpek olduğunun gördü. Sütlü kahve rengindeki tüyleri hafif dalgalıydı. İri gözlerini Anka'nınkilere dikmiş ona bakıyordu. Birden havlamaya başladı. Evinde bir yabancının olması hoşuna gitmemiş gibiydi.
Uzay o sırada çıkıp geldi.

''Kelebek, ne oldu? Neden bağırdın''

''Ben.. Su içmeye gelmiştim, arkamda birden bunu görünce korktum.''

Eliyle bir yandan köpeği gösteriyordu. Köpek Uzay'ı görünce çoktan kucağına atlamıştı bile.

''Ah Venüs. Korkutmuşsun ablayı kızım.''

Köpeğin ismi Anka'nın kulağına o kadar hoş geldi ki. O an bile bir insanın hayatının nasıl bu kadar kusursuz olacağını düşündü ayaküstü.
Hep de kendisiyle kıyaslıyordu Uzay'ı. O da vazgeçebilirdi her şeyden. Mesela bir işe girmeyebilirdi. Boş boş sokaklarda dolaşıp, iğrenç şeyler yapabilirdi. Alkole başlayabilirdi veya sigaraya ama hiç birini yapmamıştı. Bir kitapçıda sevdiği işi yapıyordu. Evinde tek başına, köpeğiyle yaşıyordu. Kimseye de ihtiyacı yoktu. Bu son maddeyi düşündüğünde kendini burada fazlalık gibi gördü. Olması gerektiği yer burası değil, bir bardı.

''Gitmeliyim Uzay.''

Uzay ıslak saçlarını eliyle hızlı hızlı sağa sola sallarken konuştu.

''Saçmalama Anka. Yine bilmediğin bir çatıya çıkıp atlayacak mısın?''

''Belki de.''

Uzay bugün yeterince yorulmuştu. Ne birini ikna edecek gücü vardı, ne de ''Gitme'' diyecek..

''Gideceksen kapıyı biliyorsun. Eğer kalmak istersen de sol köşedeki dolapta kupalar var, yanındaki dolapta da kahveler falan. Yaparsın, içeriz olur mu?''

Oturma odasına gidip koltuğun üzerinde ki kitabını aldı Uzay, Venüs'te kucağına oturdu. O kitap okudu, Venüs kucağında uyudu. Birkaç dakika içinde dış kapının sesini duydu. İçine çöken sıkıntıyla beraber ayağa kalktı Uzay. Oturma odasından çıkmıştı ki Anka elinde iki fincanla belirdi. Uzay utanmıştı.

''Ben, gittin sandım.''

Anka gülümsedi.

''Sakin ol astronot, kahvenin kabuklarını atarken çöpün dolduğunu gördüm, kokmasın diye dışarı attım.''

Kızın elindeki kırmızı kupayı alıp aynı yerine oturdu Uzay, Anka'da karşısındaki koltuğa. Yine bacaklarını karnına çekerek oturmuştu. Kimse konuşmuyordu. Uzay kafasını kaldırmıyordu kitabından, kızda tek kelime etmiyordu onu rahatsız etme korkusuyla.
Birazdan kolu düştü kucağından, elindeki fincanda halıya yuvarlandı. Uykusu cidden bu kadar ağır mıydı?
Gülümserken kahvesindeki son yudumunu aldı Uzay. 

ANKA [Yitik Bir Gidiş]Where stories live. Discover now