KUTLAMA

31 4 3
                                    


Sabahları hazırlanmak uğruna uykularından taviz veren insanlardan olamamakla birlikte hep içten içe imrenmişimdir. Bugün onlardan biri olarak uyandım. Hafta sonu olduğu için Arzu uyuyordu bu kendimi şanslı addetmeme neden oldu. Sorgulayan bakışlarla karşılaşıp utanmak durumunda kalmamış oldum. Ne giysem diye fikrini de alamamıştım ama bu diğer duruma göre daha tercih edilesiydi. Karşı koyamadığım bir şekilde aynada kendimi güzel görmek istiyordum. Defne görünce Can için süslendiğimi anlayacaktı ama bu utanılacak bir durum değildi. Diğer insanlar gibi ben de sevdiğim insan tarafından beğenilmek istemiştim. Saçlarımı düzleştirip kırmızı, puantiyeli, fırfırlı elbisemi giydim. Kirpiklerimi belirginleştirip hafif bir ruj sürdüm. Abarttım mı diye sorgulamaya kalkışsam değiştireceğimi bildiğim için hoşnut bir şekilde yurdun önüne gittim. Tam Can'ı gördüğüm esnada istemsizce gözlerimi kaçırdım. İlk defa bu kadar hazırlandığım için kendimi ben bile yadırgıyordum. Can bana yaklaştığı esnada gözlerini silip tekrar baktı.

-Gökçeee! Bu ne güzellik.

Ağzım kulaklarımda teşekkür ettiğim esnada hediyemi almayı unuttuğumu anımsadım. Can'dan beklemesini isteyip odaya çıktım hızlı adımlarla. Odaya geldiğim esnada Arzu'nun yeni uyandığını tavana boş bakışlarından anladım. Beni görür görmez doğrulup;

"Daha neler hayatta inanmam. Ben uyanamadım sanırım hala" dedi. Bu tepkinin ardından Can beni görmemiş olsaydı direk üzerimi değiştirmiştim.

" Çok mu abartmışım, yakışmamış mı? Keşke seni uyandırsaydım." Panikle dilime ne gelirse söylüyordum. Diğer yandan da Can'ın aşağıda beni beklediğini hatırlayıp stres oluyordum.

"Hayır çok güzel olmuşsun seni böyle görmeye alışık olmadığım için şaşırdım. Can'ın aklını başından mı almak niyetindesin."

Neyse ki Arzu içimi rahatlatmıştı.

"Keşke birkaç parça elbise, birkaç boya aklını başından almam için yeterli olsaydı Arzucuğum " dedikten sonra iç geçirdim farkında olmadan.

Arzu yataktan kalkıp dolabını açtı neredeyse bütün parfüm kutusunu üzerime boşalttı. Sorgulamaya bile fırsat vermeden bol şans dileyip sarıldı. Böyle uğurlanmak bana güven vermişti. Aşağı indiğimde Can'ın bakışlarındaki hayranlığın yerini sitem almıştı.

"Gökçe, sen gelene kadar çocuk üç yaş büyüdü zahmet etmeseydin"

Sevgi ne muazzam bir duygu başka birisi bu tepkiyi verse belki söylenirdim ama Can söz konusu olunca tahammülüm, sabrım artıyordu. İnsan gerçekten sevdiği işi yapmalı ve sevdiğiyle olmalı aksi dayanılmaz olabilir.

"Geçen üç yıl sana iyi gelmiş espri yapmayı öğrenmişsin" dediğimde kıskıs gülüyordum.

"Bak bak laflara bak mahcup olacağı yerde. Haydi Gökçe hanım hazırsanız gidelim geç kalmayalım."

Dedemin seyrettiği türkü kanallarındaki aşık atışmalarını artık daha zevk alarak dinleyecektim. Bizimkisi biraz farklı belki bundan ama yine de tatlı atışmaların insana iyi gelen bir yanı varmış.

"Hazırız Can bey gidelim"

Yolun yarısına kadar atışmalarımız devam etti ama gideceğimiz yere yaklaştıkça stresli, heyecanlı bir hal aldı benim konuşmalarım Can ise tam aksine rahatlatmaya çalışırcasına yaklaştı.

Bağ evine geldiğimizde kalp atışlarımın hızlandığını fark ettim. Bağ evi tahminimden daha güzeldi. Küçükçe ahşap bir ev, çitlerle çevriliydi. Yeşillerin arasındaki taşlı yoldan eve doğru ilerlerken çevreye meraklı bakışlar atıyordum. Kapıya geldiğimizde daha kapıyı çalmadan uzun boylu, kısa kahverengi saçlı, şık bir kadın açtı. Neşeli, sevecen, samimi bir edayla "hoş geldiniz çocuklar" dedikten sonra sıcak bir tavırla sarıldı bize. Bu sıcak yaklaşım biraz sakinleşmeme neden oldu.

"Gökçe sen oluyorsun sanırım, tahmin ettiğimden daha güzelmişsin. Ben Mert'in teyzesi Gülçin" anlaşılan birileri benden bahsetmişti. Buraya geleceğimi söylerken bahsetmiş olmaları ihtimali doğrultusunda çok üzerinde durma gereği duymadım.

"Memnun oldum teşekkür ederim" diye kısa bir karşılık verip içeri geçtik. İçerisi oldukça zevkli döşenmişti. Huzurlu bir havası vardı. Renkli koltuklar şömineye dönük olarak yerleştirilmişti. Kocaman pencereleriyle oldukça aydınlıktı. Can'ın bahsetmiş olduğu arkadaşları bizden önce gelmişlerdi. Defne'yle kucaklaştıktan sonra diğerleriyle de tanıştık. Gerçekten samimiydiler. İçlerinden bir tanesine kendimi daha yakın hissetmiştim. Renkli kıyafetleri, renkli saati, renkli telefon kabıyla capcanlı görünüyordu. Kısa dalgalı saçları vardı ve arkadaşlarını hep heyecanla dinliyordu. Bu ona karşı hayranlık uyandırmıştı. Adı Betül'dü. Bana karşı da oldukça yakın davrandı. Kendimi ortamın bir parçası gibi hissettirdi. Ayşe ve Engin daha sakindiler ama kendi aralarında farklı bir iletişimleri vardı. Ben daha ne dediğini bile anlayamadan karşıdaki kahkahalara çoktan boğulmuş oluyordu.

Gülçin teyze hepimize yapmamız gerekenleri tam anlattığı esnada dışardan Mert'in söylenen sesi belirdi. Herkes apar topar saklandı. Biz de Gülçin teyzeyle birlikte mutfağa saklandık. Sabırsız bekleyiş başlamıştı. Olaya kendimi fazla kaptırmış olduğum esnada Gülçin teyze saçımı kulağımın arkasına koyup merhamet dolu bir bakış attıktan sonra –Mert çok sevinecek- dedi. Ben de biraz utangaç bir tavırla gülümsedim.

Dışardan kahkaha sesleri gelmeye başladığında biz de ufaktan hazırlanmaya başladık. Mumları pastanın üzerine diktikten sonra Gülçin teyze içeri geçti. Mert'in sevinçli sesi geldiğinde sabırsızlanmaya başladım. Kendimi hazır hissettiğimde içeri geçecektim ama o an duraksadım bunu neden ben yapıyorum diye düşündüm. Daha eski arkadaşları vardı, sesinden anlaşıldığı üzere çok sevdiği teyzesi vardı. Her şey artık oturmuştu ben pastayla birlikte içeri girecektim ama anlamsız buluşumu değiştirmezdi bu. Daha fazla bekletmek istemeyerek mumları yakıp içeri doğru yürümeye başladım. Kalbim yerinden çıkacak gibi çarpıyordu. Ve nihayetinde Mert beni fark etti. En başta tepki veremedi ardından 'Gökçeee' diye şaşkın bir hitapta bulundu. Pastayla tam karşısına geldiğimde pastayı elimden alıp kenara bıraktı ne olduğunu anlamaya çalışıyordum ki Mert sarıldı. Kısa bir şaşkınlıktan sonra ben de gayri ihtiyari karşılık verdim. Çevredekiler –oooo- diye söylenince kollarımı çekip "mumlar söndü haydi ama" dedim.

" Ne kadar güzel olmuşsun" diye karşılık verdi. Herkes kahkahalarla gülerken ben olabildiğince utanmıştım. Kendi doğum günüm olsa ancak böyle olurdu herhalde. Gülçin teyze cevap vermemi beklemeden konuşmaya başladı.

"Şaşkın bunca insan senin mumları üflemeni bekliyor anladık arkadaşını gördüğüne mutlu oldun ama bekletme bizi daha fazla istersen"

Eliyle saçını geriye doğru atıp yüzüne kendine has muhteşem gülüşünü yerleştirdi. Gözlerini kapatıp dileğini diledi ve mumları söndürdü. Herkes sarılıp iyi dileklerde bulundu. Mert öyle mutlu görünüyordu ki. Gülümsemeler, neşeler, sevinçler kesinlikle bulaşıcıydı. Çevremizde daima enerjimizi yükseltecek insanlar barındırmamız ne kadar da gerekliydi.

Mert annesi ve babasıyla tanıştırdı. Ebru teyze seviyeli, katı bir yaklaşım sergiledi bu hal ve hareketlerimi daha da özenle seçmeye itmişti. Pastalarımızı bile henüz yememişken Betül sabırsızlanıp hediyesini getirdii. Belli ki hediyesini çok beğeniyordu. Sevdikleri film kahramanının maketiydi. Betül'ün ardından herkes hediyesini verdi. Alınan hediyelere baktığımda benim aldığım hediyenin biraz farklı olduğunu fark ettim. Can haklı mıydı acaba? Beğense de beğenmese de artık olan olmuştu. Çekinerek ben de hediyemi verdim. Böyle anların yegane teselliyle kendimi avutuyordum önemli olan düşünmüş olmaktı. Meraklı gözler hediye paketinin açılışını takip ederken ben de Mert'in yüzünün alacağı ifadeyi merakla takip ediyordum ama bir yandan da beğenir umudunu taşıyordum. Kimseler anlamasa da ona hatırlatacağı güzel bir anımız vardı neticede. Tam hediye paketi açılınca istemsizce gözlerim büyüdü Mert'e lütfen beğendiğini söyle dercesine bakıyordum. 

SONA GİZLENEN BAŞLANGIÇWhere stories live. Discover now