Bölüm 17

4.8K 241 209
                                    

Bir gülüşün var; insan güzellikleri hatırlar,
Baktığın yere ayrı, bastığın yere ayrı hayran.
İki çizgi var; insan güldüğünü hatırlar,
ve bak nasıl durdu her şeyi yıkan rüzgâr.
Bir yer yatağında, çocuğuz bir anda, omzun evim benim.
Duvara değer ışık, uyanmadık hâlâ, göğsüm evin senin.

Bir şeyler hatırlıyor gibiydim.

Bunu en iyi haliyle nasıl tarif edebileceğimi bilmiyordum. Ama içimde çok büyük bir boşluk hissi, nereden kaynaklanıyor olduğunu çözemediğim bir eksik parça olmasına rağmen öte yandan bu ikisinin benim ruhuma çok büyük bir ağırlık olarak gelip çöktüğünü hissetmeye başlıyordum son zamanlarda. Bazı görüntüler gözlerimin önüne kesik kesik çıkıp duruyordu. Hepsi de birbirine son derece benzerdi. Bir kısa filmin, anlamanıza yardımcı olacak kilit sahneleri karmakarışık bir şekilde zihninizin ön tarafına yansıtılmasına benziyordu.

Zihnime ulaşan bu görüntüleri, anlamama yardımcı olsun diye belli bir sıraya koymaya çalışıyordum. Bir şeyler eksikti, parçalar oturması gereken yer haricinde aklımın içindeki labirentte koşar adımlarla ilerleyip onları yakalamama engel oluyorlardı. En sonunda benden kaçarken bu eksik parçalar birbirine çarpıyordu ve bam!

Elde sıfırla boşluğu seyretmeye devam ediyordum.

Calum'un midesinin iyi olduğundan emin olduktan sonra ona taze bir yemek pişirdim. Midesindeki ekşimeyi ve bulantısını bastırmak için hoşuna gitmeyecek olsa bile sağlıklı bir şeyler yediğinden emin olmam gerekiyordu. Yoksa benden lise zamanlarımızdan kalma ve bütün grubun yemeği sevdiği fırında baharatlı patatesi pişirmemi istemişti ama, düzgünce B vitamini alsın istediğimden reddetmiştim.

Yediği yemek yetersiz kalacakmış gibi bir de B vitamini hapı içirdikten sonra onu banyoya attım. Kafasının iyice açılmasını istiyordum. Gece uzun olacak gibiydi, özellikle kafamda bunca cevaplanmayı bekleyen soru işaretleri cirit atarken onunla ne Harry Potter izleyebilir ne de uyuyabilirdim.

Michael'ın doğum gününe gitmeden önce bizi özlediğini söylediği vakti hatırladım. Onun Emma, benim de Ashton ile bir ilişkiye başlamadığımız zamanlardan bahsediyordu.

Haklı olduğunu ve aslında neden böyle bir şey sormak gereksinimi duyduğunu şimdi çok daha iyi anlıyordum. Sanki kötü günlerin peşi sıra gelecek olan fırtınadan haberdarmış gibi bir hali olduğunu o zaman anlamamıştım ama şimdi... duygu durumumuzda bazı karışıklıkları açıklığa kavuşturma konusunda daha netti.

O zamanki bakışlarını hatırladım. Kahverengi gözlerinin etrafına sis bulutları üşüşmüştü. İrislerinin içinde sonbahar yağmurunu gördüğümde yüreğimde ne kadar büyük bir fırtına kopmuştu...

Keşke bazı şeyler daha kolay olsaydı, keşke her şeyi bu kadar zorlaştıran en büyük neden ikimizin birbirine yaklaşmak konusundaki endişelerinden çok daha güçlü bir şey olsaydı. Buna o kadar ihtiyacım vardı ki. En azından elle tutulur bir nedenimiz olurdu. Kalplerimiz arasındaki bu savaşa ateşkes edebileceğim, minicik bir sebep. Bu kadar zor olmamalıydı. Bizim bir şeyleri yaşamayı hak ettiğimizden bu kadar eminken, aramızda dağlar kadar mesafe olması canımı çok fazla acıtıyordu.

Calum'u bütün bedenimle ve ruhumla arzularken sadece geçmiş ve bazı eksik kalmış anılarla yetinmek canımı çok yakıyordu.

Dönüp bakmak istiyordum, hatam neredeydi?

Ben odasının penceresinden ışıklı New York şehrini seyrederken, omzumu pencerenin pervazına yaslamıştım. Pencerenin altındaki lastikler gevşediği için kış soğuğu aşağıdan odanın içine sızıyordu. Kaloriferli duvarların arasından tattığım bu sonsuz soğukluk, içimdeki karmaşayı bastırmak adına ruhumu hülyalı edalarla okşuyordu.

Autumn Leaves || hoodWhere stories live. Discover now