Bölüm 23

2.3K 223 99
                                    

ben senin neyinim diye sordu

ellerim dizlerinde

usulca fısıldadım

sen

bütün umutlarımın

insan suretine

bürünmüş halisin

CALUM

Kırk sekiz saatin dolup bitmesine, eğer yanlış hesaplamadıysam, yalnızca son dört saat yirmi sekiz dakika kalmış olması gerekiyordu. Benim hastaneye geldiğimden bu yana bitirdiğim yedinci sigara paketim, sayamadığım kadar çok fazla bayat kahve, birkaç parça çörek ve uykusuz geçmiş bir asır gibi hissettiren geceler. Her şeyin çok daha fazlası. Uykusuzluğun, sigaranın, kafeinin, gözyaşının, tutan migrenin, katlana katlana büyüyen acının hep biraz daha fazlası.

Ama June'dan biraz bile yok.

Çünkü hala... uyanmadı.

Luke artık bu konu hakkında hepimizden çok daha fazla endişelenmeye başladığı için onunla oturmaktan vazgeçmek zorunda kalmıştım. Çünkü zorlanıyordum. Vakit sürekli geçiyordu, zaman sürekli akıyordu ve bununla ilintili olarak umudumuz da tükenmeye başlıyordu. Çok az bir zaman kalmıştı ve durumun kritik olduğunu hatırlayınca bu korumaya çalıştığımız her şeyin aslında zarar görmesine neden oluyordu.

Ben gerçekten hayatım boyunca hiç bu kadar korktuğumu ve dua ettiğimi hatırlamıyordum. William ve Janelle'i aradığımda söylemek istediklerim bunlar değildi. Hem onlara haber vermekte geç kaldığım için çok büyük bir sorumluluk almış ve hata yapmış oluyordum, çünkü bu durumda kızlarını görme hakkını ellerinden izinsizce çalmıştım, hem de bir daha bizimle olmayacağını söyleyecek cesaretim yoktu. O kelimeyi June için kullanmak istemiyordum.

Yakışmıyordu çünkü. Kendimi bildiğimden beri yanı başımda olan bir insanın bundan sonra olmayacağı gibi karmakarışık duyguları içeren tek bir kelimeyi onun adının yanına fiil olarak getirmeyi yakıştıramıyordum. O hep... ışıl ışıldı.

Kış güneşi kadar parlak ve bir sonbahar yaprağı kadar narindi.

Onu çok özlüyordum.

Ashton yirmi dört saat dolmadan uyanmıştı. Michael ve Luke elbetteki yanına gidip onu ziyaret etmek istiyor muyum diye sormamışlardı. Eğer o odaya girersem herkes o orospu çocuğunu öldürmekten beter edeceğimi biliyordu. Hatta Michael beni olabildiğince onun olduğu kattan uzak tutmaya çalışıyordu, ki bence çok doğru bir şey yapıyordu. Ailesinin buraya gelip Ashton'ı görmesi umrumda bile değildi.

Eğer bu kırk sekiz saatin sonunda kötü bir şey olursa gerçekten hiçbir şey umrumda olmayacaktı.

Hastanenin girişindeki merdiven basamaklarından bir tanesine oturmuş, yedinci sigara paketimin bitmesine neden olan sonuncuyu içiyordum. Sigaranın neredeyse sonlarına gelmiştim. Bunun bile bir sonunun olduğunu kabul etmek istemiyormuşçasına.

Havada çok yoğun ve de keskin bir ayaz vardı. Tenimin altından kaslarıma, hatta kemiklerime kadar soğuğun sızdığını hissedebiliyordum. Fakat bununla karşılaştırdığımızda daha yoğun olarak hissettiğim acı yüzünden uzuvlarım öylesine uyuşuk bir vaziyetteydi ki, soğuğun üzerimde yalnızca bir şok etkisi vardı. Kendime gelebilmem için elimden geldiğince bu şoku kazanmaya çalışıyordum.

Son dakikaya kadar beklemem gerekiyordu.

Sigaradan aldığım dumanın bir kısmını ciğerlerime, kalan kısmını da dışarıdaki ayazlı havaya gönderirken merdiven basamaklarında yanıma birinin oturduğunu hissettim.

Autumn Leaves || hoodWhere stories live. Discover now