Bölüm 30

2.4K 188 163
                                    

geri dönmeyecek
birini bekliyorsun
yani
birinin sensiz olamayacağını
fark etmesini umarak
yaşıyorsun hayatı
-gerçekler sandığın gibi değil

Gördüğüm şeyin sadece basit, gözlerimi açtığımda son bulabilecek ürkütücü bir kâbus olmasını diliyordum. Fazla gerçekçi hissettiriyordu. Göz yanılsaması olsa bile daha çok mutlu ya da daha az korkmuş hissedeceğimden emindim ama öyle değildi. O gerçekti ve... aramızda sadece benim yattığım kanepenin kapladığı alan ile birkaç büyük adım sarf edildiğinde yok olabilecek türden az bir mesafe vardı.

Neye uğradığımı şaşırmıştım. Ashton'ın gözlerine baktığımda sanki onu bir daha hiçbir zaman, hiçbir yerde ve hiçbir şekilde görmeyecekmişim gibi hayatımdan çıkartmaya hazırlandığımı ancak fark edebilmiştim ve bu beni koca bir aptal gibi hissettirmişti.

Ela, pırıl pırıl parlayan gözlerine baktığımda derinlerinde bir yerde hatırladığım şeyler bedenimin etrafından et parçaları koparıp beslenmek isteyen vahşi canavarları andırıyordu. Göğsümde bir his ağırlaşarak kemiklerimin üstüne yapabildiğinin en fazla haliyle baskı uyguluyordu. Yavaş yavaş boğuluyordum. Birdenbire değil. Onun gerçekten, gerçekten tam da şu anda karşımda duruyor olduğunu anladığım; kâbuslara hiç bu kadar ihtiyaç duymadığımı fark ettiğim geçen her bir saniyede ben biraz daha fazla soluksuz kalıyordum.

Birbirimizde nelerin değiştiğine bakmak için ruhum dışarıdan bakan bir çift göz olup bedenimi terk etti. Tam da şu anda salonun içinde ikimizle birlikte duran tüm insanların yüz ifadelerini incelemek ve bir durum tablosu çıkartmak için herkesi dikkatle seyreden bir çift göz.

Luke, Michael ve Ashton'ın gerisinde bir yerlerde duruyordu. Mutfağımın girişine çok yakındı ve uzun bedeninin sol tarafında kalan tahta bir kolona yaslanmış, birazdan olması muhtemel olan kaosu ojeli tırnaklarının üstündeki boyayı soyup, onlara eziyet çektirerek bekliyordu. Michael, Ashton'ın biraz daha yakınında duruyordu. Onun her zaman içimizdeki en affedici, yumuşak yüreğe sahip olan olduğunun farkındaydım. Michael insanların hatalarına rağmen onları geçmişte bırakıp değişebileceklerine inanan o pozitif insan olmaktan başka bir çaresi yokmuş gibi davranan o adamdı. Yufka yürekli, alçakgönüllü ve her zaman... iyi olandı.

Calum'un elleri battaniyenin altındaki dizlerimin üzerindeydi. Canımı yakma ihtimali söz konusu olduğu için avuçlarının dizlerimi kavrayıp oldukları yerleri sıkarak bana zarar vermekten kendini alıkoymaya çalışıyordu. Fakat parmak uçlarından başlayarak kollarına kadar nasıl gerim gerim gerildiğini ben bile iliklerime kadar hissedebiliyordum. Şu anda burada Ashton durduğu için değildi. Calum yanımdayken aynı zamanda karşımda Ashton durduğu içindi. Ve bu hiç de... iyi bir şey değildi. İnanın bana değildi.

Geçmişteki Ashton ve June'un hayaleti salonumda dolaşmaya başladı. Gözlerimin önündelerdi. Ashton'ın bedeninin sol tarafında, muhtemelen sadece bunları Ashton ve benden başka hiç kimsenin göremeyeceğinin bilincinde olarak duruyorlardı. İkimizin de tanıştığımız ilk güne dair bir andı. Yalnızca o zaman Ashton'ın benim hakkımda ne düşündüğünü okuyabilecek kadar geniş bir bakış açısına sahip değildim.

Şimdiyse... okumuştum. Bu nasıl mümkün olmuştu en ufak bir fikrim dahi yoktu ama okumuştum işte. Bu adam biz küçükken, henüz beni gördüğü ilk andan itibaren ne kadar güzel bir kız olduğumu düşünmüştü. Lisedeyken. Benim kendim, hayatım, ailem, arkadaşlarım, notlarım, geleceğim ve Calum hakkımda neredeyse bir bok bilmediğim bir dönemdeyken. Ben aslında darmadağınıkken.

Bir küçüklüğümüze bakıyordum, bir de onun tam olarak, tüm gerçekliğiyle ve tüm kırgınlığıyla karşımda duran bedenine. Ela gözlerine. Benimkiler kadar iyileşmekte geciken yüzündeki yaralara. O kadar fazla değillerdi gerçi. Sadece alnının kenarında birkaç tane çiziğe benzer, üstü kabuk bağlamış yaralar ve elmacık kemiğinin üstünde kalmış bir çürük. Çürüğün eskiden çok daha büyük olduğu kenarlarında silikleşen izlerden belli oluyordu. Ama zamanla solmuştu ve giderek küçülmüştü. Kilo vermişti. Muhtemelen yemek yeme düzeni de değiştiği için kasları da yavaş yavaş erimişti. Gözleri yorgun bakıyordu. Yorgun ve üzgün. Kumral saçları dağınıktı. En az kendi görüntüsü kadar dağınıktı.

Autumn Leaves || hoodWhere stories live. Discover now