Bölüm 20

3.1K 219 247
                                    

CALUM

İnsanlar neden ölürler?

Nasıl, ne zaman olduğunu anlamadan kendimi New York'taki bir özel hastanenin koridorunda June için yapılabilecek ilk yardımın bitirilmesini beklerken buldum.

Gözlerimi bile açamıyordum. Mutfağa gidip geri döneceğini beklemek isterken uykumun ağırlığı yüzünden yeniden dalmıştım, gözlerimi açtığımdaysa tepemde birkaç polis memuruyla birlikte Luke ve Michael'ın dikildiğini görmüştüm. O uyku mahmurluğu yüzünden ne olduğunu bir türlü idrak edemediğim gibi, yatak odamın ortasında bana arkadaşlarımla birlikte haber vermek isteyen polislerin Emma ile bir ilgisi olabileceğini düşünmüştüm.

Çünkü June ile birleştikten sonra, hayatımda pürüz sayabileceğim tek nokta olarak Emma kalmıştı.

Aklıma ilk gelen şey, dün geceden sonra ayrıldığımız için bir aptallık yaparak kendine zarar vermeye kalktığı olmuştu. Belki babası beni şikâyet etmiştir veya da başına gerçekten kötü bir şey gelmiştir zannetmiştim.

Ama Luke'un suratı bembeyazdı, teninde normal olarak sahip olduğu o beyazlıktan bahsetmiyordum. Kireç rengi olarak betimlemeye çalışsam bile bunun o anda Luke'un yüzündeki renk için fazla koyu kalacağını rahatlıkla söyleyebilirdim. Michael ise... çökmüş gibiydi. Bütün bunların yalnızca Emma'nın başına kötü bir şey geldiği için ya da adam beni departmana şikâyet ettiği için olmadığını anlamıştım. Ama yatağımda çıplak bir şekilde otururken bu insanların bana söyleyebileceklerinin belirsizliği kafamı karıştırıyordu.

Üstümü giyinmem için bana zaman vermişlerdi. Bunun ciddi bir mesele olduğunu anladığımda June'un nerede olduğunu sordum.

Luke boş boş suratıma baktı.

Gittiğini sandım. Emma yüzünden bana sinirlenip, babasının ya da kaçabileceği tek yerden farklı olarak annesinin yanına giderek beni terk ettiğini düşündüm. Bütün bedenim kafamda kurduğum senaryolar eşliğinde çöl sıcakları altında kalmışım gibi cayır cayır yanmaya başlarken, hâlâ polis memurlarının evimin içinde telsizleriyle birlikte cirit atıyor oluşunun sebebini June'a bağlayamamıştım.

Salona geçtiğimde; suratsız bir polis memuru ve Michael beni bekliyordu.

"Luke nereye gitti?"

Suratsız polis memuru, "Bay Hemmings'in hastanede olması gerekiyordu," dediğini duydum yalnızca. Michael'a baka baka bu soruyu sorarken neden bu adamın cevapladığını düşünemeyecek kadar kafam karışmıştı.

Michael'ın çökmüş, zayıf ve ne söyleyeceğini bilemediği halde düşünmek için aklının sınırlarını zorladığını dışarıdan belli eden ifadesine bakarken gözlerim sevgilimi arıyordu. Bir yandan gitmiş olabilir mi diye düşünüyordum ama, diğer yandan da gitmesini gerektirecek bir şey yok ki diyordum kendi kendime.

Beni bırakıp da nereye gidebilir?

Michael oturduğu yerden ayağa kalktı. Arkadaşımın tepeden tırnağa titriyor olduğunu fark ettiğimde içimdeki kurt beni şüphelerimi tetiklemekle yetinmeyerek acımasızca kemirmeye başlamıştı. Parmaklarım, yastık izi yüzünden bir türlü düzelmek bilmeyen koyu renk saçlarımdan kayarken gözlerinin etrafında sulu bir parlaklıkla bana bakan Michael'a baktım.

"Sana bir şey... söylemem gerekiyor..."

"Söyle," dedim dümdüz bir sesle. Polis memuru birazdan kafayı yiyecekmişim de tetikte beklemek zorundaymış gibi kaslı vücudunun içinde gerim gerim gerilirken, Michael kollarımı tuttu.

Autumn Leaves || hoodWhere stories live. Discover now