BÖLÜM 2

76.5K 3.1K 72
                                    

...YANGIN...

12.04.2013 Londra

''Rebekah Diana Blackwood!’’

''Lanet olsun!'' Dedi Rebekah homurdanarak. Eğer tam adı kızgın bir ses tonuyla söyleniyorsa bu gerçekten kötü, çok kötü bir suç işlediği anlamına geliyordu. Zaten neden onu çağırdıklarını da çok iyi biliyordu ya…

Odasından çıkıp merdivenlerden aşağıya indi. Bay ve Bayan Blackwood mutfakta ki masada yan yana oturmuş kızgın bir ifadeyle kızlarına bakıyorlardı. Annesi her zamanki ciddi ifadesi ve iş kıyafetleriyleydi. Kahverengi uzun saçlarını sımsıkı bir şekilde topuz yapmıştı. Üzerinde gri pantolon ve ceket takımı vardı. Babasının da annesinden bir farkı yoktu. Siyah takım elbisesi ve gözlükleriyle eşi kadar resmiydi. Ondaki bütün ciddi görüntüyü bozan tek şey kıvırcık kumral saçlarıydı. Babası hiçbir zaman onları şekle sokamaz ve bundan sıkça şikâyet ederdi. Ancak Rebekah babasının bu halini çok sevimli buluyordu. Genç kız onların yanına seğirtti. Boğazını temizleyip güler yüzle baktı. Bu her zaman işe yarardı. Özelliklede babası üzerinde. Ancak yanılmıştı. Çünkü Andrew Blackwood işaret parmağını havaya kaldırmış iki yana sallıyordu.

''Hayır. Bu sefer o şeytani gülümsemen işe yaramaz küçük hanım otur şuraya!’’

Rebekah burnunu kıvırarak zoraki adımlarla masaya ilerleyip anne ve babasının tam karşısındaki yerini aldı. Bu konuşmayı yapmak ve olanları tekrar hatırlamak istemiyordu. ‘Neden anlamıyorlardı ki benim bir suçum yok!’ Diye düşündü genç kız. Derin bir nefes aldı tekrardan. Bu sırada konuşmaya önce Sarah Blackwood başladı.

''Dün gece hakkında herhangi ‘mantıklı’ bir açıklamanız var mı küçük hanım?'' Annesinin mantıklı kelimesine yaptığı vurgu genç kızın dişlerini sıkmasına neden oldu. Bacağı masanın altından hızlı bir şekilde sallamaya başladı. Bu en nefret ettiği huylarından biriydi. Sinirliyse, endişeliyse veya heyecanlıysa farkında olmadan bacağını sallıyordu ve bunu durduramıyordu.

Rebekah’nın maceralarla dolu bir hayatı yoktu. Okulun popüler kızı değildi. Bütün erkekler de onun peşinden koşmuyordu. Her gün okul, kütüphane ve ev arasında gidip geliyordu. Sadece bir tane arkadaşı vardı. O da Jasmine. Notları yüksekti. Ailesi ile iyi geçinirdi. Tabii arada kavga ettikleri zamanlarda oluyordu. Hiçbir belaya bulaşmamıştı. En azından ailesi Rebekah’nın hayatının böyle olduğunu sanıyordu.

Rebekah fazla arkadaş canlısı değildi. Jasmine onun en yakın ve tek arkadaşıydı. Birlikte eğlenceli ve güzel zaman geçiriyorlardı. Elbette başka arkadaşları da vardı. Ama hiçbirini Jasmine kadar çok hayatına sokmazdı. Genç kız, başı sürekli belada olan tiplerden değildi. Sadece ailesinin fazla korumacı tavrından sıkılmış bir gençti. Hiçbir suç işlemediği halde her gün eve dokuzdan önce gelmek zorundaydı. Partilere gidemezdi. İnternetti fazla kullanamazdı. Belirli sitelere girmesi yasaktı. Ve bu yasaklı siteler, cinsellikle alakalı siteler bile değildi. Tüm bu yasakların sebebini Rebekah hiçbir zaman anlamamıştı. Bu kadar korumacı olmaları genç kıza göre tamamen saçmalıktı.

Rebekah, tüm bu kısıtlamalara rağmen özgürce hayatını yaşıyordu ve ailesinin haberi bile olmuyordu. Saat dokuzda eve gelip ailesine ders çalışacağını söylüyor ve odasına kapanıyordu. Odasındaki camın hemen önündeki ağaçtan aşağıya iniyor ve bütün geceyi dışarıda geçiriyordu. Aslında dışarıda eğlenceli bir şey yaptığı söylenemezdi. Parka gidip kitap okuyor ya da Jasmine ile sinemaya gidiyordu. Parti insanı değildi. Kalabalık ortamları pek sevmezdi. Evden kaçmasının sebebi özgürlüğüne düşkün biri olmasıydı. Ailesinin kurallarını çiğnemek hoşuna gidiyordu. Başı bazen belaya girse de bunu ailesinden saklamakta ustaydı. Tabii bu düne kadar geçerliydi.

Dün başına gelenlerden ailesinin haberi olmuştu. Ve olanların hiçbir açıklaması yoktu. O kadar korkunçtu ki, yaşadıklarını tekrar hatırlamanın etkisiyle genç kızın vücudu titredi. Masaya sabitlediği bakışlarını annesine çevirdi.

''Her şeyi size zaten anlattım.’’ Dedi kısık ve bıkkın bir sesle. Tedirgindi. Çünkü gerçekten neler döndüğünü anlamamıştı. Dün çok kitap okumanın etkisiyle halüsinasyon mu görmüştü yoksa o görüntüler gerçek miydi bilmiyordu? Tamam, belki yaşadıkları kulağa saçma gelebilirdi. Ama Rebekah ne gördüğünü gayet net bir şekilde hatırlıyordu.

''Pekâlâ, Rebekah uzatmadan asıl soruya geçiyorum. Uyuşturucu mu kullanıyorsun? Böyle bir bağımlılığın varsa bizimle paylaşmalısın. Biz bir aileyiz. Birbirimize destek çıkmalıyız. Hepimiz hata yapabiliriz.’’ Dedi Bay Blackwood. Şokla ağzı açık bir şekilde onlara bakan genç kız, duyduklarına inanamıyordu. Acaba ne dediklerinin farkında mıydılar?

''Evet bitanem. Biz senin aileniz. Bizden böyle bir şeyi saklayamazsın. Ne gerekiyorsa yaparız. Doktora gideriz. En kısa zamanda tedavi olmanı sağlarız. Ama senin de bize yardımcı olman gerekiyor. Bunu en çok senin istemen gerekiyor. O kötü bağımlılıktan kurtulmana ancak böyle yardım edebiliriz.’’ Diye konuşmaya devam etti Bayan Blackwood. Bir annesi, bir babası hızlı bir şekilde sürekli konuşuyordu. Genç kız hala ağzı açık bir şekilde onlara bakıyordu. Demek gerçekten böyle düşünüyorlardı.

''Hatta dün gece birkaç klinik ile görüştük. Tedavi süreci gerçekten çok iyi. Ha-

''Yeter.’’ Diye bağırarak babasının sözünü kesti. Salladığı bacağını zorlukla durdurup masada öne doğru eğildi. ''Buna inanamıyorum. Gerçekten uyuşturucu kullandığımı mı düşünüyorsunuz?’’

''Rebekah, hayatım dün gece ile ilgili bize anlattıklarının başka bir açıklaması yok. Halüsinasyon görmeni tetikleyecek bir şeyler kullanmış olmalısın. Normal hiçbir insan bu kadar uzun süreli halüsinasyon göremez çünkü.’’ Dedi Bayan Blackwood ve Rebekah’nın masanın üzerinde duran elini tuttu. Genç kız ise bunun üzerine sinirle elini çekip ayağa kalktı.

''Belki de ben normal bir insan değilimdir. Belki de deliyimdir. Peki, bunu hiç düşündünüz mü? Anlaşılan o ki siz sadece her zamanki gibi suç atacak birisini bulmaya çalışmışsınız. Her zaman yaptığınız gibi. Sonuçta sizin asıl işiniz bu değil mi? Bıktım, gerçekten bıktım. Sürekli üzerime titremenizden sıkıldım. 18 yaşımı dolduralı iki ay oluyor farkındaysanız. Yetişkin biriyim ben. Ne gördüğümü ne yapıp ne yapmadığımı çok iyi biliyorum.’’

''Elbette üstüne titreyeceğiz. Sen bizim kızımızsın. Her anne baba böyle yapar.’’

''Saçmalık! Ne kadar takıntılı olduğunuzun farkında mısınız? Neredeyse her şeyi yapmam yasak. Hem de hiçbir belaya bulaşmadığım halde. Bu kısıtlamanızın nedenini hiçbir zaman anlamadım. Ama bu beni durdurmuyor. Her gece siz uyurken evden sıvıştığımın ne zaman farkına varacaksınız merak ediyorum.''

''Rebekah. Buna inanamıyorum. Sana koyduğumuz kuralları nasıl hiçe sayarsın?’’ Dedi babası bağırarak. Hızla oturduğu yerden kalktı. Annesi onun kolunu tutarak sakinleştirmeye çalıştı.

''İşte yine aynı şey. Oniki yaşımdan beri bu saçma kurallara uymak zorundaydım. Her seferinde size neden diye sorduğumda bunun her anne babanın yaptığını söyleyip işten sıyrılıyorsunuz. Bu beni boğuyor anlıyor musunuz?’’ Genç kız sesini daha fazla yükseltti.

''Yeter artık Rebekah. Sana koyduğumuz kuralları uygulaman gerekiyordu. İleride neden bunları koyduğumuzu anlayacaksın. Henüz çok küçüksün ve neden bunları yaptığımızı anlayamıyorsun.’’ Andrew Blackwood biraz olsa kendini sakinleştirmeyi başardı. Gözündeki gözlüğü sinirden titreyen eliyle düzeltti.

''Tanrım!’’ Diye inledi Rebekah ve elini alnına koydu. ''Bazen beni o kadar boğuyorsunuz ki keşke benim ailem olmasaydınız diyorum!’’

Son cümlesi odada yankılanırken Rebekah öfkeyle ailesine bakıyordu. Anne ve babası şok ve kırgınlıkla donmuş gibiydiler. Rebekah sinirle homurdanarak hızlı adımlarla mutfaktan çıkıp askılıktaki montunu aldı. Arkasından ona seslenen annesini geride bırakıp dışarı çıktı.

Neden hem annesi hem de babası avukattı ki? Hayatı boyunca kendini hep onların karşısında savunmaya çalışmıştı. Onlarsa sadece karşı tarafı suçlamaya…

Sessiz sokakta hızlı adımlarla ilerlerken dün geceki olay tekrardan beyninde canlandı. Kim ne derse desin umurunda değildi. Önünde sadece 2 seçenek vardı. Birincisi ya gerçekten de deliriyordu ya da dün gördüğü her şey gerçekti. Ve Rebekah bunun olmasından gerçekten korkuyordu…

11.04.2013…

''Üzgünüm Becky. Gerçekten üzgünüm ama gitmem gerekiyor.’’ Dedi Jasmine beklide onuncu kez. Gözlerini deviren Rebekah

''Özür dilemene gerek yok. Anlıyorum o senin sevgilin. Hadi git şimdi artık.’’ dedi. Gerçekten sorun değildi. Sevgilisi onu çağırmıştı ve Jasmine dördüncü kez Rebekah’ı yine ekiyordu ama sorun değildi. Tek başına takılmakta gayet eğlenceliydi!

''O bakışlarından bana kızgın olduğunu anlayabilecek kadar yakın arkadaşınım senin. Ama söz veriyorum bu sefer son. Yarın akşam seninle harika vakit geçireceğiz ve bu kez erkek arkadaş olmayacak.’’ Dedi güler yüzle Jasmine.

''Tamam, hadi git şimdi zaten bende bugün eve erken gitmeyi düşünüyorum.’’ Jasmine gülümseyerek sıkıca Rebekah’a sarılırken, Rebekah da gülümsüyordu. Evet, arkadaşı onu sürekli onu ekiyor olabilirdi. Ama onlar çok yakın arkadaştılar.

Jasmine, Rebekah’ı yanağından öpüp hızlı adımlarla karşı caddeye ilerledi. Rebekah arkadaşının ardından kafasını iki yana sallayarak baktı. Yüzündeki gülümsemeye engel olamıyordu.

Esen soğuk rüzgârdan korunmak için montunun yakasını kaldırdı ve biraz ilerideki kütüphaneye doğru ilerledi. Kütüphanede her zamanki masasına yerleşip çantasından kitabını çıkardı. Sandalyesinde rahat bir pozisyona geçti ve elindeki romana kaldığı yerden devam etti, onu izleyen bir çift gözden habersiz bir şekilde…

***
Rebekah ne kadar süredir orada oturduğunu bilmiyordu ama artık bacaklarını ve kalçasını hissetmiyordu. Dışarıda hava kararmış ve yağmur yağmaya başlamıştı. Herkes telaşlı bir şekilde evine giderken genç kızda kitabını çantasına atıp ayağa kalktı. Ağrıyan bedenini rahatlatmak için kollarını arkaya doğru gerdi ve ağrıyan boynunu çevirdi.

Kütüphanede sadece iki kişi vardı. Cebinden telefonunu çıkartarak saate baktı. Anlaşılan eve dönmek için sadece 1 saati vardı. Yoksa ailesi yine deliye dönecekti. Çantasını sırtına alıp hızlı adımlarla merdivenlerden inip kütüphaneden dışarıya çıktı. Hava serinlemişti. Yağmur yavaş ve sessizce yağıyordu. Rebekah montunun şapkasını takıp sessiz sokakta ilerledi. Ev kütüphaneye oldukça uzaktı. Ancak kestirme yoldan gidecekti. Çünkü gerçekten kendini yorgun ve bitkin hissediyordu. Son iki aydır sürekli böyleydi. Doğum gününden bir gün sonra başlamıştı. Birden kötüleşiyor birkaç dakika sonra hiçbir şey olmamış gibi eski haline dönüyordu.

Ara sokakta sessizce ilerliyordu. Hava kapalıydı. Kara bulutlar dolunayın ışığını engelliyordu. Karanlık sokakta ki yanıp sönen ve vızıldayan lamba genç kızın sinirlerini bozdu. Sokağın sonuna doğru gelmişken ileride bir adam gördü. Sırtı Rebekah’a dönük olduğu için adam, genç kızı görmüyordu. Oldukça uzun boylu olan adam, kollarını iki yana açmış gökyüzüne bakıyordu. Sonra birden beli büküldü ve sırtından kemiklerin kırılma sesi gelmeye başladı.

Genç kız şaşkınlıkla ve korkuyla ağzından çıkmakta olan çığlığı son anda eliyle susturdu. Bacakları birden donmuştu. Kıpırdamıyordu. Kalbinin ritmi hızlanırken kesik ve hızlı nefesler alıyordu. Adamdan ardı ardına kemiklerin kırılma sesleri geliyor ve kolları bacakları acayip bir şekilde dönüyordu. Sırtı genişlemiş, üzerindekiler yırtılmaya başlamıştı. Tekrardan iki yana kaldırdığı kolları kıllanmış ve elleri pençeye dönüşmüştü. Upuzun tırnakları vardı. Vücudu genişledikçe üzerindekiler yırtılıyordu.

Rebekah’nın vücudu korkudan pelte gibi olmuştu. Beyni kaçma sinyalleri yollayıp duruyordu ama genç kız sanki yürümeyi unutmuş gibi adım bile atamıyordu. Bedeni elektrik akımına tutulmuşçasına titriyordu. Gördükleri gerçek miydi yoksa bunlar beyninin bir oyunu muydu anlayamadı. Buradan hemen gitmesi gerekiyordu. Sessizce derin bir nefes alıp yavaşça bir adım geri attı. Sonra bir tane daha… Bir tane daha…

Neredeyse nefes bile almadan titrek adımlarla geri geri yürüyordu. Beyni gördüklerine bir anlam veremiyordu ama kaçması gerektiğini söyleyip duruyordu. Oldukça yavaş hareket ediyorken birden çöp kutularından birine çarptı ve kutu büyük bir gürültüyle yere devrildi. Yaratık hızla başını genç kıza çevirdi. Bir çift sarıgöz, kıllı uzamış bir surat ve hafifçe aralanmış keskin dişlerle dolu bir ağızla karşı karşıya kalan genç kızın korkuyla gözlerini büyüdü. Kulakları uğuldamaya başladı.

Yaratık tamamen Rebekah’a doğru döndü ve onu test ediyormuş gibi kafasını yana eğdi. Ardından beli tekrardan acayip seslerle birlikte büküldü ve üzerindeki son kumaş parçası da yırtılıp yok olurken o, dört ayağının üzerinde duruyor ve hırlıyordu.

Rebekah, korkuyla hızlı ve kesik nefesler alıyordu. Beyni çıldırmışçasına kaçmasını söylüyordu. Ama bacakları kımıldamıyordu bile. Kurt-adam- üzerine doğru bir adım attı ve genç kızın bedeni elektrik çarpmış gibi kendine geldi. Tekrar hızlı adımlarla geri geri ilerlerken sırtındaki çantayı hızla yaratığın üzerine fırlattı ve arkasını dönüp koşarak ara sokaktan çıktı.

Saat daha erken olmasına rağmen etrafta tek tük insanlar vardı. Bacakları korkudan titriyor beyni ise hala az önceki olayı algılamaya çalışıyordu. Rüzgârın etkisiyle kafasındaki şapkası geriye savruldu ve yağmur damlaları siyah saçlarını ıslatmaya başladı. Korkuyla kafasını arkaya çevirdiğinde yaratığın peşinden gelmediğini gördü. Ancak yine de hızını düşürmeden koşmaya devam etti.

Hızla caddeye çıkan Rebekah, gözlerine vuran araba farları ile olduğu yerde kaldı. Asfalta sürtünerek bağıran tekerleklerin sesi ile kollarını bedenine sarmış çarpışmayı beklerken büyük bir gürültü duyuldu. Birkaç saniye sonra genç kız yavaşça gözlerini açtı.

Sokak birden kaos alanına dönüşmüş gibiydi. Etraftakiler Rebekah’a çarpmamak için sola kıran arabanın kapısını açmaya çalışıyor, bir yandan da telefonla polisi ve ambulansı arıyorlardı. Rebekah ise hala ortada duruyor ve kımıldayamıyordu. Korku, heyecan ve dehşet aynı anda bedenine hücum etmişti. Hızlı nefesler alıyordu. Başı dönmeye, midesi yanmaya başlamıştı. Şokla birlikte bedeni titriyordu. Dengesini kaybedip sendeledi.

Çevredeki insanlar Rebekah’nın yanına gelmiş bir şeyler söylüyorlardı. Ancak Rebekah onları anlayamıyordu. Sadece hızla oynayan ağızlarına bakıyordu. Kulakları bomba patlamışçasına çınlıyor, başka bir şey duymuyordu.

Araba nedeniyle caddeyi duman esir almıştı. Kimileri öksürerek kaçıyordu. Rebekah’nın gözleri az önce koşarak çıktığı sokağa takıldı. Korkuyla derin bir nefes alıp geri adım attı. Nefes alışverişleri tekrar hızlanmış, gözleriyse tek bir noktaya kilitlenmişti.

Her şey kararıp bedeni yerle buluşmadan önce beyninde canlanan tek bir görüntü vardı. Dumanlar arasındaki sarıgözler…

***
Rebekah evden çıkalı saatler olmuştu. Londra’nın en güzel parklarından birinde, bankta oturuyordu. Hafif bir rüzgâr esiyordu. Rebekah’nın, uzun siyah saçları rüzgârla birlikte savrulurken, genç kız gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Saatlerdir beyni deli gibi çalışıyordu. Bir yandan dün olanlara anlam vermeye çalışıyor, diğer yandan ailesine olan sert davranışını düşünüyordu. Sanırım biraz fazla sert çıkmıştı.

Ailesini avukat olduğu için onları sevmeyen insanların sayısı fazlaydı. Belki de bu yüzden onun dışarıyla iletişimimin olmamasını istiyorlardı. Ama Rebekah bir hayvan değildi. Kafese kapatıp onu koruyamazlardı. Bazen ailesini çok garip buluyordu. Bu kadar takıntılı ve kuralcı olmalarının dışında anne ve babasından başka akrabası yoktu. Büyükanne, büyükbaba, hala, teyze, amca… Hiçbiri yoktu. Ailesinin yaptığı açıklamaya göre hayatta sadece amcası vardı, diğerleri ölmüştü. Ancak geçmişte yaşanan sorunlardan dolayı onlarla görüşmüyorlardı. Ne yaşadıklarını bilmese de Rebekah amcası ve onun ailesini tanımak isterdi.

Genç kız düşüncelerin arasından sıyrılıp derin bir nefes aldı ve oflayarak bıraktı. Bacağı ile yine farkında olmadan ritim tutmaya başlamıştı. Gözlerini kızıl renkteki gökyüzüne çevirdi. Güneş yeni batıyordu. Kızıl renkli gökyüzü, durgun denizin üzerine yansıyordu ve ortaya şahane bir manzara çıkartmıştı. Hava kararmadan eve gitmeliydi. Önümüzdeki birkaç gün, belki hafta geceleri dışarıda olmamak akıl sağlığı için daha iyiydi. En azından şu olayı atlatıp ‘MANTIKLI’ bir açıklama bulana kadar. Oturduğu banktan kalkıp eve doğru ilerlemeye başladı. Eve gidince ailesinde özür dilemeli ve o geceyle ilgili rahatlamalarını sağlayacak bir yalan bulmalıydı.

Genç kız düşüncelere dalmış bir şekilde ilerlerken eve yaklaştıkça etraftaki sesler artmaya başladı. Hava da garip bir koku vardı. Etrafa dikkatlice bakan Rebekah koşuşturan insanları ve gökyüzündeki kara dumanları gördü. Havadaki ağır yanık kokusu ciğerlerini yakıyordu. Ciğerlerini yakan koku nedeniyle öksürdü. İçinde endişe dalgaları çalkalanmaya başlamıştı. Adımlarını hızlandırıp evinin sokağına girdi ve şokla olduğu yerde kaldı.

Sokak duman içindeydi ve dumanlar onun evinden çıkıyordu. Alevler caddeyi kırmızıya boyamıştı. Çevredeki herkes sokağa toplanmış onların evine bakıyordu. Yani eskiden ev olan yere. Binanın tamamı alevler içindeydi. Genç kız korkuyla kendine gelip hızla eve doğru koştu. Gözleri batıyor ama ağlayamıyordu. Yaşadığı şokun etkisinden kurtulamamıştı. Onu gören komşular birbirlerine bakıp fısıldıyordu. Eve yaklaştığında iki polis Rebekah’ı durdurdu.

''Bırakın beni. Neredeler? Ailem nerede?’’ diye bağırdı. Polisler genç kızın çırpınan bedenini tutuyor ve onu sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Rebekah ağlayamıyordu. Tekrar konuşmaya çalıştı ama konuşamadı. Sözcükler kaybolmuş gibiydi. Boğazındaki yumru konuşmasını engelliyordu. Yapabildiği tek şey alevlerin söndürülüşünü izlemekti. Adeta şoka girmişti. Bütün bedeni titriyordu. Eğer yanındaki polis onu tutmasa yere yığılabilirdi. Onun kolları arasında çırpınıyordu ama başka bir tepki veremiyordu. Daha birkaç saat önce kapısını vurarak çıktığı ev şimdi alevler içinde yanıyordu. Aklındaki tek düşünce ailesinin nerede olduğuydu.

Tek bir umudu vardı. O da yanan evde ailesinin olmamasıydı. Hala umut vardı. Ölmemiş olabilirlerdi. Ancak arkasında konuşan iki kadın arasında geçen tek bir cümle onu yaşamdan koparmaya yetti.

''Henüz çok gençtiler…

***
2 AY SONRA

İki ay geçmişti. O korkunç günün üzerinden tam iki ay geçmişti. Ama sanki dün olmuşçasına acı ve kalp ağrısı hala aynı şiddetteydi. Acının her geçen gün daha da azaldığını söylerlerdi. Bu tamamen palavraydı. Geçmek yerine arttıkça artıyordu. Onların yokluğuna alışmak, bir daha göremeyeceğini kabullenmek ve özlem… İşte bunların hepsi acıyı daha da güçlendiriyordu. En kötüsü de ölümlerinden sadece birkaç saat önce kavga etmeleriydi. İşte bu her şeyi Rebekah için daha da kötü yapıyordu.

Oturduğu koltukta bacaklarını kendine çekip çenesi dizlerine yasladı. O günden sonra hayatı tamamen değişmişti. Artık ne bir ailesi ne de evi vardı. Polislerin yaptığı açıklamaya göre sigortadan çıkan kıvılcımlar bir anda evi alevler içine almıştı. Annesi o sırada mutfaktaydı ve alevler girişten mutfağa doğru gelmiş onu orada hapsetmişti. Babası, annesini oradan çıkartmaya çalışırken yangın büyümüş ve ikisini de yutmuştu.

O günden sonra Rebekah, Rusya’ya gelmişti. Ailesinin bankadaki bütün parası ve Rusya da ki bu ev ona kalmıştı. Artık Londra da olmanın bir anlamı yoktu. Bütün hayatı orada geçmişti. Her sokakta, her kafe ya da mağazada ailesiyle bir anısı vardı. Ve bunları bile bile orada yaşayamazdı. İşte bu nedenle buraya, buzlar ülkesine gelmişti.

Gözlerini cama, henüz aydınlanmakta olan gökyüzüne çevirdi. Dağların arkasından sızan güneş ışınları yerdeki karın kristal gibi parlamasına neden oluyordu. Artık her gün bu harika görüntüyü izliyordu. Güneşin doğuşunu hiç kaçırmıyordu. Çünkü uyuyamıyordu. Uykusuzluktan ve kafeinden dolayı beyni artık patlama noktasına gelmişti. Her gece gördüğü o korkunç kâbuslar nedeniyle sürekli uyanıyordu. Ama artık pes etmişti. Olabildiğince az uyumaya çalışıyordu. Tekrardan gözlerini kapatıp o kâbusu görmek istemiyordu.

İki aydır aynı kâbusu görmesi gerçekten garip bir durumdu. Nedenini bilmiyordu. Ama o kâbusu gördüğü her gecesi korkuyla geçiyordu. Her seferinde aynı şekilde başlayıp aynı şekilde bitiyordu.

Karanlık bir ormanda üzerinde yırtılmış beyaz uzun bir elbise ile koşuyordu Rebekah. Sürekli arkasına bakıyordu. Ciğerleri yanıyor, kasları durması için yalvarıyordu. Neden kaçtığını bilmiyordu. Ama korkuyu bütünüyle hissediyordu.

Bir süre sonra durup etrafına bakıyordu. Sonra tam karşısındaki ağaçlar hareketlenip yavaşça iki yana ayrılıyordu. Rebekah gerileyip kaçmaya çalışıyordu. Karanlığın içinden gelen şeyi göremiyordu ama hızla tam karşısına gelip soğuk eliyle genç kızın boğazını tutup, bedenini havaya kaldırdığında kırmızı gözlerle karşılaşıyordu. Ayakları havada çırpınırken elleriyle ciğerlerine hava çekebilmek için soğuk eli itmeye çalışıyordu. Ancak başaramıyordu. Sonra ‘O’ buz gibi nefesiyle ‘Ölümün benim ellerimden olacak’ diyordu ve genç kız çığlıklarla uyanıyordu.

Ne bir eksik ne bir fazla. Her uyuduğunda aynı şeyi görüyordu. Rüyayı hatırlamanın etkisiyle genç kızın bedenini bir titreme sardı. Kafasını iki yana sallayarak rüyanın etkisinden kurtulmaya çalıştı. Oturduğu yerden kalkıp mutfağa geçti.

Çift katlı olan ev küçük ve güzeldi. Gösterişten uzak İngiliz tarzı mobilyalarla döşenmişti. Annesinin ve Rebekah’nın ortak zevklerinden biriydi bu. Daha önce buraya hiç gelmemişti. Ama ailesinin Rebekah doğmadan önce tatil için sık sık buraya geldiklerini biliyordu. Giriş katta uzun bir koridor vardı. Koridorun sağ tarafındaki iki kapı büyük salona açılıyordu. Beyaz mobilyalarla çevrili ferah salonun tam karşı duvarında büyük bir şömine vardı. Koridordaki diğer kapı evin mutfağına açılıyordu. Üst katta ise küçük bir çalışma odası ile büyük bir yatak odası bulunuyordu. Evin en çekici yanı ormanın tam ortasında olmasıydı. En yakın ev, birkaç kilometre uzaktaydı. Kasaba merkezine ise ancak yarım saatte varılabiliyordu. O da çok kar yağmadığı zamanlarda.

Ormanın içinde yaşamak ürkütücü olsa da güzeldi. Doğanın tam ortasında, insanlardan ve yaşamın zorluklarından uzakta, tek başına olmak güzeldi. Hele ki şu durumda Rebekah her şeyden uzak olmak istiyordu. İnsanlardan, şehrin kalabalığından, hayattan… Her şeyden uzakta olmak istiyordu. Burada rahattı. Uzaklaşmak, birazda olsa acısını gömmesine yardımcı oluyordu. Geri bıraktığı sadece Jasmine vardı. Genç kız, neredeyse her gün Rebekah’ı arıyor kafasını dağıtmaya, onu mutlu etmeye çalışıyordu.

O olaydan sonra Jasmine’e buraya geleceğini söylediği zaman Jasmine de onunla birlikte gelmek için ısrar etmişti. Ancak Rebekah hem yalnız kalmak istiyordu hem de Jasmine’in geleceğini yok etmek istemiyordu. İki kızda Londra’nın en gözde üniversitelerinden biri kazanmıştı. Ancak Rebekah okumaktan vazgeçip bir korkak gibi buraya saklanmıştı. Aynı şeyin Jasmine için olmasını istemiyordu. Bu nedenle onu geride bırakmıştı.

Evet. Rebekah tam bir korkak olduğunu düşünüyordu. Londra da kalıp acısıyla savaşmamış, hayatına devam edememişti. Acısı çok büyüktü. Kalbinde derin bir yara açılmıştı. Gün geçtikçe yara büyüyor ve Rebekah bunu, hiçbir zaman iyileştiremeyeceğini düşünüyordu. Artık gülmek istemiyordu. Mutlu olmak istemiyordu. Ailesi yokken yaşamak bile istemiyordu. Ama bir yandan da savaşmaya çalışıyordu. Titrek bir nefes çekip kahve makinesindeki dünden kalan kahveyi döküp yenisini hazırladı. O ısınırken dolaptan bir gece önceden kalan yiyecekleri çıkarttı.

Kısa bir kahvaltının ardından üzerine kalın montunu giydi. Şapkasını kafasına geçirirken aynadaki yansımasına baktı. Zaten beyaz olan teni iyice soluklaşmıştı. Gözlerinin altında siyah halkalar oluşmuş, açık mavi olan gözleri donuklaşmıştı. Kendine daha fazla bakmaya katlanamayarak hızla dışarıya çıktı. Veranda dün geceki soğuktan dolayı buz tutmuştu. Adımlarına dikkat ederek merdivenlerden indi.

Montunun şapkasını kafasına geçirip ağaçların arasında yürümeye başladı. Kar durmuştu. Tepeye ulaşmaya çalışan güneşin yeryüzüne düşen her bir ışını karları parlatıyor, bir ressamın elinden çıkan tablo misali insanı hayran bırakıyordu. Ağaçların üzerindeki karlar eriyerek yere düşüyordu. Ormanın sakinleri yavaş yavaş yuvalarından çıkarak yemek bulma telaşına kapılmışlardı.
Genç kız etrafına baktı. Yaşadığı acıya rağmen hala hayattaydı. Nefes almaya devam ediyordu.

‘Kalbimdeki acı büyük olsa da hayata tutunmaya bir yerden başlamalıydım…’ diye düşündü.

***
Genç adam, ormanın derinliklerinde her zaman ki gibi yine kızı izliyordu. Büyük bir çam ağacının arkasına saklanmış her sabah yaptığı gibi, ormanın derinliklerinde yürüyen kıza baktı. Uzun bir zamandır yaptığı tek şey buydu. İzlemek… Artık bu durumdan sıkılmış olsa da ona verilen emirleri yerine getirmekten başka bir çaresi yoktu. İçine çektiği havayı sinirle soludu.

''Sıkılmış görünüyorsun.

Duyduğu sesle bedeni gerilen genç adam, yavaşça arkasına döndü. Vampir Kral karşısında tüm heybetiyle dikilmiş ona bakıyordu. Her zamanki gibi bembeyaz giyinmişti sanki bedeni yeterince beyaz değilmiş gibi… Bütün beyazlıklara karşıt simsiyah olan saçları geriye taranmıştı. Ancak hafif hafif esen rüzgâr onları uçuruyordu. Buz gibi mavi olan gözleri insanın içini donduruyordu adeta. Yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atan Maxwell, Kral’a cevap verdi.

''Sadece bir an önce harekete geçmek istiyorum. Tek yaptığımız izlemek. Bir yıldır sadece bunu yapıyoruz. Artık harekete geçmeliyiz efendim.’’

Kral yavaş adımlarla gelip genç adamın tam yanında durdu. Ellerini arkasında birleştirip biraz ilerinde yürüyen kıza dikti gözlerini.

''Emin olmalıyız. Yine aynı hataya düşmek istemiyorum. Bu sefer o olduğuna emin olmalıyız.’’ Dedi otoriter sesi ile.

''Emin olmak için daha ne bekliyorsun. Elimizde yeterince kanıt yok mu?’’

''Sadece bekle ve sana verdiğim emirleri yerine getir.’’ Dedi Kral sinirlendiğini belli edercesine yükselttiği ses tonu ile. Genç adam gergince kıpırdandı. Onu kızdırmanın iyi bir fikir olmadığını biliyordu. üç yüzyıllık yaşamından öğrendiği en büyük şey bu olmuştu. Asla Kral’ı kızdırma.

''Peki, baba sen nasıl istersen.’’ Dedi Maxwell.

Kral kafasını çevirip oğluna baktı ve hızla göz önünden kayboldu. Geldiği gibi sessizce gitti…

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Where stories live. Discover now