BÖLÜM 42

52.9K 2.2K 49
                                    

…YEDİ YÜZYILIN ARDINDAN 'ARES VE REBEKAH'…

Açıklıkta Zeus’la yalnız kalan Rebekah seslice yutkundu. Vincent’a baba demekte zorlanmıyordu. Çünkü onun biyolojik babası Vincent’tı. Peki Zeus? 

Zeus duygu yüklü gözlerle ona bakarken huzursuzca kıpırdandı ve dudağını kemirmeye başladı. Zihni ona yardımcı olmak için çeşitli resim karelerini gözlerinin önüne getiriyordu. Küçük bir kızken geniş bir çayırda koşup Zeus’un kollarına atladığı an. Beraber avlanmaya çıktıkları günler, ata binmeyi kılıç kullanmayı öğrendiği günler… Hepsi tek tek gözünün önünde canlanıyordu ve Rebekah babasını hatırlıyordu. 

Vincent onun için ne ise Zeus’da aynısıydı. Babasıydı. Yedi yüzyıldır görmediği için delilercesine özlediği babasıydı. Başını hafifçe yana eğdi ve babasını inceledi. Beyaz ve altın renginden oluşan sandaletleri, beyaz savaşçı eteği altın işlemeli pelerini ve her zaman belinde asılı duran şimşeği. Genç kızın gözleri şimşekte takılı kalınca yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluştu. 

‘’Daha yeni yürümeye başlamıştım. Siz uyurken odanıza geldim ve şimşeği senden çaldım. Ertesi sabah uyanıp da onu bulamayınca çok öfkelenmiştin. Dünyada fırtınalar kopmaya başlamıştı. Gökten yarılırcasına yağmur yağıyordu. Sonra onu benim elimde bulmuştun. Şimşekle tapınakta oynuyordum. O kadar öfkeli olmana rağmen bana kızmamıştın.’’ 

Dudaklarından dökülenler genç kız için hem yeni hem de eski bir anı gibiydi. Bunları yaşadığını hatırlamıyorken zihni ona rehberlik ederek gösteriyordu. 

Zeus’un dudakları kıvrıldı. Siyah sakalındaki beyazları gören genç kız aradan ne kadar uzun zaman geçtiğini tekrar hatırladı. Koskoca yedi yüzyıl boyunca herkesten uzak kalmıştı. Ailesi, dostları savaşçıları ve kurtadamlar…

Hepsi onun bir parçasıydı. Yeni bir hayata başlamıştı. Eksik parçaları tek tek bulup yerine yerleştirmeye çalışıyordu. Fakat bu düşündüğü kadar kolay değildi. Yeni yaşamına uyum sağlamaya çalışırken geçmişini kaybetmemeye çalışıyordu. 

‘’Nasıl kızabilirdim ki? Daha çok küçüktün. Ayrıca büyük bir başarıydı. Yürümeye yeni yürümeye başlamıştın. Ancak destek alarak yürüyebiliyordun. Tuvaletini bile henüz-

‘’Ah tamam sanırım o kısmı geçebiliriz.’’ Dedi genç kız yüzünü buruşturarak. Bunun üzerine Zeus kahkaha attı. Babasının, özlem duyduğu kahkahası genç kızın kulaklarında yankılanırken gülümsemesi yavaşça soldu. Kalbindeki garip sızı yine kendini belli ediyordu. Özlem duygusunun bu kadar yakıcı ve acı verici olduğunu tahmin bile edemezdi. 

Zeus’un da gülümsemesi yavaşça soldu. Genç kız babasının gözlerinde kopan fırtınaları görebiliyordu. Kendi gözlerinin aynı olan mavi gözlerde yaşların biriktiğini görünce kendini daha fazla tutamadı. Ayakları emir vermesini beklemeden hızla ilerlemeye başladı. 

Zeus kollarını açınca kendini babasının kollarına attı. Zeus kızına sıkıca sarılırken genç kız yüzünü babasının boynuna gömdü ve kollarını sıkıca ona sardı. Özlediği yağmur kokusunu doya doya ciğerlerine çekerken gözünden akan yaşa engel olamadı. 

Saçlarına kondurulan onlarca öpücüğün ardından Zeus boğuk sesiyle ‘’Rüya gibi... Gerçek olduğuna inanamıyorum. Geri döndün Artemis.’’ Dedi.

Genç kız gülümseyerek başını geriye çekti. Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. ‘’Bir daha gitmeye niyetim yok. Ne olursa olsun!’’

Zeus öne eğilerek kızının alnını öptü. ‘’Buna bir daha izin vermeyeceğim. Kimsenin çocuklarıma zarar vermesine bir kez daha göz yumamam.’’

Oturdukları çam ağacının altında saatlerdir babasıyla konuşan Rebekah yüzündeki gülümsemeyi engelleyemiyordu. Yanakları artık gülmekten acıyordu. Ama bu acıyı umursamıyordu bile. Babası yanındaydı. Herkes buradaydı ve en önemlisi Jordan geri dönecekti.

Bunu babasına söylerken çekinse de Zeus ‘Elbette böyle olacak! Kuralların canı cehenneme! Kızımı kurtaran cesur kadına bu hediye verilecek’ demişti. Açıklamayı kaleye döndüklerinde yapacağını ve bu akşam vakit kaybetmeden Olimpos’a gideceklerini söylemişti. 

Rebekah adeta yerinde duramıyordu. Kalbi kulaklarında atıyordu. İlk kez şekerci dükkanına giren bir çocuk gibiydi. Kafasını ne tarafa çevirse mutluluktan düşüp bayılacakmış gibi hissediyordu. Olimpos’a evine geri dönecekti. Annesi, kardeşleri ve tüm ailesi… Artık herkes her şeyi öğrenecekti. Tekrar bütün olacaklardı. 

Babasının kolları arasında olan Rebekah başını kaldırdı ve uzaklara dalmış olan Zeus’a baktı. Yüzündeki gülümsemeyle öylece uzaklara bakıyordu. 

‘’Ne düşünüyorsun?’’ diye sordu Rebekah merak ederek. Zeus tek kaşını kaldırarak kızına döndü.

‘’Anneni. Geri döndüğünü öğrendiğinde vereceği tepkiyi düşünüyordum. Sanırım önce hepsini bir araya toplayıp açıklama yapmam gerekecek. Ondan sonra seni görse daha iyi olur. Çünkü kendini kaybedeceğine eminim.’’

Genç kız kıkırdadı. ‘’Dionysos’u çok özledim. Herkesi çok özledim. Bu benim için çok garip. Sizleri ilk kez görüyorum, tanıyorum ama benim ailemsiniz. Hem yabancı hem de yakınsınız.’’ 

Zeus’un kaşları çatıldı. ‘’Ne demek yabancı? Ben senin babanım! Onlar senin ailen. Annen Hera, Dionysos Hephaestus, Persephone hepsi senin kardeşin.’’ Diye gürledi Zeus. Gökyüzünde kara bulutlar hızla toplanmaya başladı. Kulakları uğuldatan gürlemeyle birlikte okyanusa düşen şişmek genç kız yerinden sıçramasına neden oldu. 

Babasının kolları arasından sıyrıldı. İşte başlıyoruz diye düşündü. Bundan sonraki hayatı daha zor geçecekti. Saatlerdir konuşuyorlardı. Konu ne zaman Vincent ve Helena’ya gelse Zeus hemen konuyu değiştirmişti. Ama konuşmaları gerekiyordu. Rebekah derin bir nefes aldı ve gözlerinin önüne düşen saçını kulağının arkasına sıkıştırdı. 

‘’Ailemsiniz. Bunu zaten biliyorum ama sizi henüz hatırlayamıyorum. Sadece belli başlı şeyler zihnimde canlanıyor. Dionysos’un yüzünü bile hatırlamıyorum. Ya da annemin!’’

‘’Hatırlayacaksın! Yeniden dünyaya geldin geçmişini hatırlamıyor olabilirsin ama hatırlayacaksın!’’ dedi Zeus çatılı kaşlarla. 

‘’ Uyanış gerçekleştiğinde geçmişim bana geri dönecek. Sizlerle ilgili tüm anılarım geri gelecek. Sadece ben eskisi gibi olmayacağım. Artık her şeye herkese farklı bir gözle bakıyorum. En önemlisi artık daha büyük ve karmaşık bir ailem var. İki annem, iki babam-

Gökyüzünün yeri titreterek gürlemesiyle Rebekah’nın sözü yarım kaldı. Bu kez şimşek daha yakınlarına düştü. 

‘’İki baba mı?’’ Zeus’un öfkeyle kısılmış sesi üzerine Rebekah gözlerini devirmemek için kendini zor tuttu. Daha şimdiden başı ağrımaya başlamıştı. 

‘’Baba biliyorsun. Vincent da benim babam. İkinizi ayırmama imkan yok. Bunu kabullenmek zorundasın.’’ 

‘’Ben asla başkasının gölgesinde olmam Artemis!’’ 

Rebekah’nın kaşları çatıldı. Ağzı açık kalırken inanamazmış gibi kafasını iki yana salladı. Ona ismiyle hitap etmemişti. Rebekah dememişti. Artemis demişti. Saatlerdir konuşuyorlardı. Ona hep Artemis demişti. Bir kez bile Rebekah dememişti. 

‘’Bana Rebekah demedin?’’ dedi sorarcasına. Zeus’un surat ifadesi değişirken genç kız konuşmaya devam etti. ‘’İkisi de benim! Ben Artemis’im. Tekrar dünyaya geldim ve bu kez adım Rebekah. Yeni bir bedendeyim. Yeni bir ismim var! Beni her iki şekilde de kabul etmen gerekir. Her iki şekilde de senin kızınım.’’

‘’Bun-

Genç kız babasının sözünü keserek ‘’Hangi bedende olduğumun senin için bir önemi var mı? Yani beni bu şekilde kabul etmiyor musun?’’ dedi. 

Kalbi kulaklarında atıyordu. Duyacakları onu korkutuyordu. Ares’e de aynı soruyu sormuştu. Ondan aldığı cevabın aynısını şimdide almak istiyordu. 

Zeus kaşlarını çattı. Kızını omuzlarından tuttu ve ciddiyetle konuştu. ‘’Ne olursan ol. Sen benim kızımsın Rebekah! Önceki bedeninde benim kızımdın. Hâlâ da benim kızımsın. Hiçbir şey bunu değiştiremez.’’ 

Genç kızın rahatlamayla omuzları çöktü. Zeus onu kendine çekip sarılırken itiraz etmedi. ‘’O kurt konusuna gelince bu konuda fikrimi asla değiştirmem! Ben seni ondan daha çok tanıyorum. Seninle daha çok vakit geçirdim. Karşıma geçip bana senin hakkında fikir verecek hakka sahip değil! O adamı hiç sevmedim. O bir kurt! Nasıl ona baba dersin!’’ 

Rebekah gözlerini devirdi. ‘’Bence bu konuyu kapatsak iyi olacak. Nasılsa kıskançlık krizlerinizi çekeceğim uzun bir yaşam beni bekliyor.’’

‘’Ben mi? O dört ayaklı, tüylü yaratığı kıskanmam imkansız! Ben yüce Zeus’um!’’ 

‘Sana babamızın arka kısmının gökten yere inmediğini söylemiştim kardeşim’ Rebekah Apollon’un sesini zihninde duyunca meraklı bakışlarla etrafına baktı. 

‘Apollon?’’ diye sordu.

‘Babamın kafasına pislememi ister misin?’ Genç kız kıkırdayarak bakışlarını çam ağacının dalındaki kargaya çevirdi. Kızının bakışlarını takip eden Zeus Apollon’u görünce yüzünü buruşturdu.

‘’Kıskanç velet! Ne zamandır oradasın? Yüce Zeus’u dinlemeye nasıl cüret edersin?’’ dedi ve elini savurmasıyla kuşun üzerine küçük bir şimşek düştü. Tüylerinden çıkan dumanla, acı bir haykırış koparan Apollon kanatlarını çırparak gökyüzüne doğru yükseldi. 

Genç kız kahkahalarla gülerken Zeus, uzun bir zamandır ayrı kaldığı kızını sessizce izliyordu. 


Hızlı bir duşun ardından kendine çeki düzen vere Caroline, boy aynanın karşısına geçti. Elindeki küçük havluyla saçlarını kurularken aynadaki yansımasını dikkatle inceledi. Zor bir dönem geçiriyorlardı. Bunların altından nasıl kalkacakları konusunda hiçbir fikri yoktu. Savaş kapıya dayanmıştı. Titanlar her geçen gün güçlerine güç katıyor ve ordularını büyütüyorlardı. Biran önce Olimpos’a gitmeleri gerekiyordu. Herkese gerçekleri anlatıp savaş hazırlıklarını başlatmalı ve Rebekah’nın beden seçimini yapması gerekiyordu. 

İç çekerek havluyu aynanın üzerine astı. Bedenine sardığı havluyu serbest bıraktı. Havlu ayaklarının etrafına düşerken elleriyle kızıl, gür dalgası saçlarını düzeltti. Saçlarının kabarık ve dağınık olmasını seviyordu. Vahi ve asi görünmesini sağlıyordu. 

Parmaklarını şaklatmasıyla bedeninin üzerinde siyah, ikinci bir ten gibi onu saran, uzun, dantelli bir elbise belirdi. Derin bir göğüs dekoltesi olan elbisenin sırt kısmı, kalçalarına kadar açıktı. Parmaklarını tekrar şaklattı ve her zaman yüzünde olan koyu makyajı yüzüne yerleşti. Koyu kırmızı ruju, siyah göz makyajıyla her zamanki gibi gizemli ve asi gözüküyordu. Saçlarını son kez kontrol edip odasından çıktı. 

Şatonun bordo renk halıyla kaplı merdivenlerinden inerken elbisesinin eteklerini kaldırdı. Çıplak ayakları sessizce, havada süzülürcesine ilerliyordu. Aradığının önüne gelince kapıyı çalmadan açtı. Geniş odaya adım attı duyduğu horultularla dudaklarını büzdü. 

Yaralı kurtlar, bitkin düşenlerin hepsi buradaydı ve uyuyordu. Odadaki büyük çift kişilik yatakta Lucien yatıyordu. Üzerinde sadece aceleyle giydirildiği belli olan siyah bir pantolon vardı. Pantolonun fermuarı ve düğmeleri açıktı. Kolları ve bacakları yatağın farklı köşelerindeydi. Bedeni kurumuş kanlarla kaplıydı. Sarı saçları karışmıştı ve kanlardan dolayı katılaşmıştı.

Genç kâhin, ona doğru ilerledi. Yatağın başına geldiğinde elini alfanın alnına koydu ve gözlerini kapattı. Büyülü sözleri mırıldanırken Lucien’ın rahatlamanın etkisiyle inlediğini duydu. Gözlerini açıp geri çekildiğinde Lucien mırıldayarak Caroline’a arkasını döndü ve bacaklarını karnına çekerek kedi gibi uyumaya devam etti. 

Caroline, ona arkasını dönerek odadaki diğer üç kurtadama baktı. James odadaki koltuk takımından en büyük olanında yüz üstü yatıyordu. Bacakları koltuktan taşmıştı. Kolunun biri yerdeydi ve gürültüyle horluyordu. 

Yüzünü buruşturan Caroline sessiz adımlarla onun yanına ilerledi ve genç betayı iyileştirdi. James tepki olarak horultusunun sesini yükseltti. Ardından kafasını diğer tarafa çevirdi ve uyumaya devam etti. Gücü gittikçe tükenen Caroline, gözlerini devirdi ve başını iki yana salladı. Erkeklerden bazen gerçektende iğreniyordu. 

Omzunun üzerinden, orta boyuttaki koltuğa zorlukla sığmış, uyuyan Felicia’ya baktı. Bacaklarını karnına çekmiş iki elini yüzünün altına yerleştirmişti. Dolgun dudakları hafifçe aralanmıştı. Caroline’ın kaşları çatıldı. Çenesini kaldırdı ve istemsiz adımlarla sarışın kurdun yanına ilerledi. 

Hidra’nın saldırdığı gün Trent’le aralarında ne geçtiğini bilmiyordu. Fakat Felicia’nın Trent’in yanında dönüşüm geçirdikten sonra çıplak olması düşüncesi bile Caroline’ı öfkelendiriyordu. 

Elini kibar sayılmayacak bir hareketle Felicia’nın alnına koydu. Yorgunluğundan dolayı uyanmayan fakat Caroline’ın sert tokadından rahatsız olan Felicia, itiraz dolu bir inleme çıkardı. Bunun üzerine dudakları keyifle kıvrılan Caroline, gözlerini kapattı ve büyülü sözleri söyleyerek sarışın kurtadamı iyileştirdi. Ardından tekli koltukta uyuyan Trent’e döndü.

Tekli koltukta rahatsız bir pozisyonda ve sığmamış olmasına rağmen ölü gibi uyuyordu. Fakat James’den bile daha çok horluyordu. Koltuktan yan oturmuştu. Bir taraftan bacakları aşağıya sarkıyordu. Diğer taraftan başı ve kollarından biri sarkıyordu. Açık olan ağzından ayı kükremesi gibi sesler çıkartıyordu. Caroline yüzünü buruşturdu. İşaret parmağıyla genç kurdun omzunu dürttü. 

Trent ağzını kapatıp homurdandı ve uyumaya devam etti. Trent’in sevimli hali karşısında kızıl kâhin genişçe gülümsedi. Önüne gelen saçlarını omzunun üzerinden arkaya attı ve Trent’e biraz daha yaklaştı. 

Onunla iletişime geçmemişti. İlk olarak ne yapacağını bilmiyordu. Hayatı boyunca hep annesiyle birlikte olmuştu. Ollimpos da her günün büyü öğrenerek geçirmişti. İletişime geçtiği kişiler çok azdı. Sonrasında ise Rebekah için Dünyada vakit geçirmeye başlamıştı. İnsanlarla hiç iletişime geçmemişti. Trent onunla ilgilenen ilk erkekti. Ve kurtların bağına göre son olacaktı. Bu Caroline için çok yeni ve farklıydı. Daha önce kimseye karşı hissetmediği duygularla savaşıyordu. 

Trent’den kaçmak yerine onunla konuşmayı istiyordu. Onu tanımak istiyordu. Elini yavaşça kaldırdı ve Trent’in yüzüne dokundu. Sıcacık teni genç kâhinin parmaklarının karıncalanmasına sebep olurken Trent irkildi. Caroline hızla elini çekerek doğruldu ve kaşlarını çattı. Trent’in hâlâ uyuduğunu görünce gücünün son kırıntılarını kullanarak onu da iyileştirdi. 

Gözlerini açtığında etrafındaki her şeyin dönmesiyle yönünü şaşırdı ve öne doğru sendeledi. Gözlerini kapatarak koltuğun kenarından tutundu ve destek aldı. Saldırıda yeterince gücünü kullanmışken kalan son kısmını da onları iyileştirerek tüketmişti. Odasına çıkmalı ve dinlenmeliydi. Fakat bir anda tüm gücünün tükenmesiyle adım atamayacak kadar bitkin düşmüştü. Seslice yutkunarak doğruldu. Sımsıkı yumduğu gözlerini zorlukla açtı. 

Trent’in hâlâ gürültüyle horlayarak uyuması üzerine homurdandı ve kolunu zorla kaldırarak genç kurdun alnına vurdu. Gücü tükenmemiş olsaydı daha hızlı vurmayı isterdi fakat yinede istediği tepkiyi almıştı. Trent sıçrayarak kafasını kaldırdı. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı ve kolları bacakları ve tutulan boynu nedeniyle sızlayan bedenine küfretti. Yanağındaki ıslaklığı fark edince uyurken akmış olan salyasını elinin tersiyle sildi. 

‘’Ahh midemi bulandırıyorsun!’’ 

Duyduğu sesle kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı ve başucunda duran Caroline’a döndü. Kızıl kâhin yine her zamanki gibi tüm gösterişi ve çekiciliğiyle orada, yanı başında duruyordu. Trent boşluğa bakarcasına ona baktı ve birkaç kez gözlerini kırpıştırdı. Hayal görüp görmediğine emin olmak istiyordu. Caroline’ın gerçekten karşısında olduğuna emin olunca şaşkınca gülümsedi. Kızıl kâhin onunla konuşmuştu. Midemi bulandırıyorsun demesi önemli bile değildi. Onunla konuşmuştu!

‘’Kızıl cadı? Sen az önce onu bana dedin değil mi? Benden başkasına söylediysen bile umurumda değil. Senin bir tepki vermeni sağladığı için ondan ders bile alırım!’’

Caroline’ın dudakları kıvrılmak için harekete geçiyordu ki çatık kaşlı ifadesini zorlukla sabit tuttu. Şebek, sevimli tatlı bir ayıcık gibi diye düşündü. Ciddi ifadesini sabit tutarak gözlerini devirdi. Fakat bu büyük bir hataydı. Başı tekrar dönünce öne doğru sendeledi ve koltuktan destek aldı. 

Trent bedenindeki dinçliği yeni fark ederek hızla ayağa kalktı. Caroline’ın yüzünü gizleyen saçları kulağının arkasına sıkıştırdı. Kızıl kâhin her zamankinden daha beyazdı. Teni kâğıt gibi olmuştu. Gözlerinin altında mor halkalar belirmişti. Onu iyileştirdiğini anlayınca genişçe gülümsedi. 

‘’Benim için kendini yormana gerek yoktu kızıl cadı.’’ 

Gözleri hâlâ kapalı olan Caroline boştaki elini geriye doğru savurdu ve Trent’e vurmaya çalıştı. ‘’Bana bir daha öyle seslenirsen seni sümüklü böceğe dönüştürürüm!’’ 

Trent neşeyle güldü. Caroline onunla konuşuyordu! Şuana kadar söylediği şeyler gurur kırıcı olsa da bunu umursamayacak kadar şaşkına dönmüştü. Onu görmezden gelmesindense hakaret etmesini tercih ederdi. Caroline dudaklarından çıkan inlemeye engel olamayıp yere düşmek üzereyken Trent tam zamanında davrandı ve genç kâhini belinden yakaladı. 

Kolları boşlukta sallanan Caroline öne düşen kafasını zorlukla arkaya attı. Kafası Trent’in çıplak ve sıcak olan omzuna yaslandı. Gözlerini sımsıkı yumdu. Etrafındaki her şey öyle büyük bir hızla dönüyordu ki midesindeki her şeyi çıkartabilirdi. 

‘’Bı..rak ben-‘’ Zorlukla konuşuyordu. Diline bile hükmedemiyordu. Sabit tutamadığı başı öne doğru düşecekken Trent homurdanarak onu kucağına aldı.

‘’Bundan daha harika bir an olabilir mi? Benim kollarımdasın ve itiraz edemeyecek haldesin.’’ Caroline konuşacak gücü bulamıyordu fakat boşlukta sallanan elini zorlukla kaldırarak Trent’in yüzüne vurdu. Trent homurdanarak kapıya doğru ilerlemeye başladı.

‘’Uyurken senden çeşitli yönlerde faydalanmayı düşünüyorum. Öyle şeyler yapmalıyım ki elimde koz olmalı ve benimle sürekli konuşmak zorunda kalmalısın. Sürekli yanımda kalmanı gerektirecek bir şey!’’ dedi ve düşüncelere daldı. 

Caroline konuşmak bağırıp çağırmak istiyordu fakat konuşamıyordu. Artık kolunu kıpırdatacak hali kalmamıştı. Zihni kapanmak üzereydi. Kendinden geçmeden önce Trent’in kahkaha attığını duydu.

‘’Sana yapacağım şey—‘’ ve Caroline cümlenin devamını duyamadan kendinden geçerek dünya ile ilişkisini yitirdi. 



Başını Caleb’ın omzuna yaslayan Jasmine kendi aptal gibi hissediyordu. Yaşadıklarını, gördüklerini ve duyduklarını kabullenmesi kolay değildi. 

‘’Kendini daha fazla üzme. Jordan geri gelecek.’’ Dedi Caleb. Bunun üzerine Jasmine kaşlarını çattı ve doğruldu. 

‘’Maxwell’i dövdüğün gibi seni döveceğim! Saatlerdir ben ağlarken niye söylemedin! Kendimi aptal gibi hissediyorum. Jordan’ın gelmesine seviniyorum. Hem de o kadar çok ki şaşkın durumda olmasam dans edebilirim. Ama sana kızgınım!’’ 

Saatler öncesinde Caleb’ı Maxwell’in üzerinden zorlukla ayırmıştı. Vampirin şuan nerede ne yaptığını bilmiyordu. Fakat uzun bir süre Caleb’ın yanından ayrılmaması gerektiğini biliyordu. Maxwell onu yalnız yakaladığı yerde intikamını alacağına emindi. 

Birlikte sessizce yürümüş ve şatonun arka avluya bakan, saatler öncesinde amazonların tek dizleri üzerine çökerek Helena ve Rebekah’ı bekledikleri avluya bakan balkonundaydılar. Jasmine, Jordan’ın ölümünü hatırlayarak güldüğü için kendinden nefret etmişti ve sessizce saatlerdir ağlamıştı. En sonunda onun ağlamasına dayanamayan Caleb Jordan’ın geri dönüşüyle ilgili her şeyi anlatmıştı. 

Daha öncesinde anlatacak kadar ona güvenmediği için kızgındı. Böyle bir şeyi nasıl saklayabilirdi ki! Öfkeyle homurdanarak Caleb’ın omzuna vurdu. 

‘’Bana güvenmediğin içi teşekkür ederim!’’ 

Caleb gözlerini devirdi ve iç çekti. ‘’Konu sana güvenip güvenmemem değil! Ares ‘hiç kimseye’ söylemememiz için bizi uyardı. Zeus herkese gerekli açıklamayı yapacak.’’ 

‘’Yani Jordan geri dönüyor. En yakın arkadaşımın korkunç babası burada ve Olimpos’a gideceğiz öyle mi?’’ 

Caleb genç kızı tekrar yanına çekerek kolunu omzuna doladı. ‘’Ares’in bize söylediği bu.’’ Jasmine kollarını Caleb’ın beline doladı ve başını göğsüne yasladı. Caleb’ın sıcaklığı her bir hücresini ele geçirirken, gözlerini kapattı ve keyifle gülümsedi. 

Kendini bu kolların arasında olduğu gibi hiç güvende hissetmemişti. Caleb’la aralarında ne olup bittiğinden emin değildi. Bugüne kadar ki ilişkileri bazen durgun, bazen hızlı bazen sadece garipti. Daha birbirlerini bile tanımıyorlardı. Birbirleri hakkında bilmedikleri çok şey vardı. Özellikle de Caleb’ın Jasmine hakkında bilmediği şey çoktu. 

Jasmine ‘henüz ayrıldıklarını söylemeyi unuttuğu erkek arkadaşı’ Boyd’u hatırlayınca gözleri kocaman açıldı. Kalbi ritmini hızlandırırken ensesinden aşağıya kayan ter damlacıklarını hissetti. 

‘İhanet’ kelimesi zihninde defalarca tekrarlanıyordu. Caleb’ın haberi yoktu. Bunu öğrenince neler olacağını tahmin bile edemiyordu. Maxwell kanını emdi diye yaptıklarını hatırlayınca seslice yutkundu. Maxwell’i dövmesinin sebebi sadece kanını içtiği için değildi. Bunun gerekli olduğunu biliyordu. Yoksa şimdi Jasmine ve diğerleri ölmüş olacaktı. Fakat içindeki sahiplenici kurt yanı ne olursa olsun Jass’i paylaşmak istemiyordu. 

‘’Her şey yolunda mı?’’ Jasmine korkarak başını kaldırdı ve Caleb’ın gözlerine baktı. Kaşları düşünceyle çatılmıştı. Buz mavisi gözleri merakla ona bakıyordu. 

‘Ona ihanet etmedim’ diye düşündü. Boyd’la en son uçağı Rusya’ya indiğinde konuşmuştu. Sonrasında ise hayatı birden değişmişti. O kadar karmaşanın içinde Boyd’u kendi bile unutmuştu. Caleb’la aralarındaki her şey çok yeniydi. Bunu ona söyleyerek aralarındaki yeni oluşan garip ilişkiyi ‘adı artık her ne ise’ bozmayacaktı.

Caleb’ın haberi olmadan Boyd ile arasındaki her şeyi bitirebilirdi. Şu durumda ihanet ettiği kişi Boyd oluyordu. Ama Boyd kimin umurundaydı ki? 
Rahatlamanın etkisiyle genişçe gülümsedi. ‘’Her şey yolunda!’’ 

Caleb’ın çatılı kaşları düzelmedi. Jasmine’in salgıladığı kokulardan tedirgin olduğu ve bir şeyler sakladığı belli oluyordu. Bir kez başını salladı. Etraflarındaki düşmanlardan kurtulduktan sonra konuşacak ve birbirlerini tanıyacakları uzun bir hayatları olacaktı. O zaman Jass hakkındaki her şeyi öğrenecekti. 

‘’Hadi içeriye geçelim.’’ Dedi. Bedeni hâlâ yorgundu. Uyumak istiyordu. Jasmine başını sallayınca onunla birlikte içeriye yöneldi. 



‘’Beni izliyordun yalan söyleme!’’ dedi James gülümseyerek. 

Eos ayağını yere vurarak ‘’Ha-yır!’’ dedi bir kez daha. ‘Neden bu lanet yerdeyim ki!’ diye düşündü. Odasına gitmeliydi. James’in yanına gelmemeliydi! Ama durumunun nasıl olduğunu merak etmişti ve buraya gelmişti. İyileştirildiğini nereden bilebilirdi ki? Uyuduğunu sanmıştı ve bundan faydalanarak onu izlemek istemişti. Tabii gözleri kapalı kurt adam genişçe gülümseyip beni izliyorsun diyene kadar onun aslında uyumadığını fark etmemişti.

‘’Uzun bir zamandır kıçını yakmadı! Canın bunu mu istiyor yoksa!’’ dedi sıkılı dişlerinin arasından. Üzerinde sadece pantolon olan ve çok fazla dikkat dağıtan James hızla ayağa kalkarak Eos’un önüne tüm heybetiyle dikildi.

‘’Kızdıkça ne kadar ateşli göründüğünün farkında mısın?’’ Eos duyduklarına inanamadı. Huzursuzca yerinde kıpırdandı. 

‘’Ve sana ne zaman güzel olduğunu söylesem yanaklarının kızarıp daha da ateşli göründüğünün?’’ 

Şafak tanrıçası kıvrılmak isteyen dudaklarını sabit kalmaları için zor tutuyordu. Boğazını temizleyip Felicia ve Lucien’a baktı. İkisinin de uyuduğunu umut etmekten başka şansı yoktu. James bir adım daha yanına yaklaştı ve yüzünü ona doğru eğdi. Yüzlerinin arasındaki mesafenin kısalığı Eos’un kalbinin yerinden çıkacakmış gibi atmasına neden oldu. Duygularını belli etmemek için çenesini kaldırarak saçlarını omzunun üzerinde arkaya attı. 

‘’Şimdi iki seçeneğin var şafak tanrıçası. Ya buraya beni kontrol etmek için geldiğini ve beni izlediğini kabul edersin ya da ben seni kabul edene kadar öperim.’’ 

Eos’un gözleri kocaman açıldı. Bakışları istemsizce James’in dudaklarına kaydı. Bununla birlikte kurtadam genişçe gülümsedi. Eos ağzını açtı ama ne diyeceği bilemedi. Açık kalan ağzını kapattı ve tekrar açtı ama kelimeler yok olmuş gibiydi. 

‘’Ee hadi ama öpüşecekseniz öpüşün! Beklemeyi sevmem.’’ Lucien’in sesiyle Eos’un şaşkın bakışları yatakta ki alfaya çevrildi. Elini başına dayamış gülümseyerek onları izliyordu. 

‘’Bence öpüşmezler.’’ Bu kez Felicia’nın sesiyle omzunun üzerinden sarışın kurtadama baktı. Koltukta bağdaş kurmuş kolları arasındaki yastığa sıkıca sarılmış heyecanlı bir film izliyormuş gibi onları izliyordu. 

‘’Uyandığınız için teşekkürler!’’ diye homurdandı James. Çatılı kaşlarla Eos’a döndü. ‘’Eee şafak tanrıçası süren daralıyor.’’ 
Eos seslice yutkundu. Yoğunlaşan duygularından dolayı mantıklı düşünemiyordu. ‘Eos!’ Zeus’un sesini zihninde duymasıyla düşüncelerini zorlukla toparladı. 

‘Kurtlara haber ver. Hepiniz büyük salona gelin. Konuşmamız gereken önemli bir konu var. Sonra evimize dönüyoruz!’

Eos’un yüzünde sinsi bir gülümseme oluştu. Babası ilk kez tam zamanında yardımına yetişmişti. Elini James’in omzuna koydu ve geriye doğru ittirdi.

‘’Bana bak kurt çocuk bir daha bana bu şekilde davranmaya cüret etme! Yoksa daha önce söylediğimi yaparım. Seni bir böceğe çevirir ve üzerinde tepinirim. Zeus herkesi salona çağırıyor. Hemen!’’ dedi ve elbisesinin eteğini savurarak kapıya yöneldi. 

Odanın kapısı sertçe kapanırken James küfrediyordu. ‘’Bu kadının sert tavırları beni sert-

‘’Sakin ol! Bayan var odada!’’ dedi Lucien yataktan kalkarken. James homurdanarak odadaki banyoya yöneldi. 

Lucien kollarını geriye atıp gerinirken derin bir nefes aldı. Burnuna dolan kokuyla yüzünü buruşturdu. Ellerini beline koydu ve birkaç kez seslice havayı kokladı. 

‘’Bu lanet olası kokuda ne?’’ 

Ayağa kalkan Felica Lucien gibi havayı kokladı. Ama farklı bir koku alamadı. ‘’Benim burnuma bir koku gelmedi.’’ Dedi. 

Lucien burnuna dolan gül bahçesi kokusuyla kalbinin ritminin hızlandığını hissetti. Aldığı koku bir anda dünyasının sarsmıştı. Bu kokudan daha güzel bir koku olduğunu düşünemiyordu. Bağımlılık yapacak kadar harikaydı. Lucien’ın kendine özel uyuşturucusu gibiydi. Gözlerini kapadı ve tekrar derin bir nefes aldı. 

‘’Pekâlâ. Sanırım az önce eşimin kokusunu aldım.’’

...

''Sanırım Dünyadan ve her şeyden çok uzun zaman uzak kaldım.'' dedi Eros. 

Jordan gözlerindeki yaşları silerek yanında oturan Eros'a döndü. Ne kadar süredir burada olduğunu ve onunla konuştuğunu bilmiyordu. Burası her neresi ise zaman kavramı yoktu. Tepedeki güneş bir santim bile inmiyordu. Her zaman parlak ve capcanlıydı. Diğerleri burada mutlu olabilirdi fakat Jordan burada aklını kaçırabilirdi. 

Meşe ağacının yere doğru eğilmiş olan dalında oturuyorlardı. Eros sırtını ağacın gövdesine yaslamış, bir bacağını kendine doğru çekmişti. Diğer bacağı ise öne arkaya havada sallanıyordu. Jordan'ın tüm hikayesini dinlemişti. Vampir saldırıları, Rebekah'nın kaleye gelişi, Ares, Parker ve bebekleri... Ölümüne kadar olan yaşanan her şeyi ona anlatmıştı. 

Eros ise tüm hikaye boyunca kaşlarını çatarak ciddi bir ifadeyle onu dinlemişti ve hiç konuşmamıştı. Nerede olduklarını bilmiyordu. En önemlisi Eros'un neden burada olduğunu bilmiyordu. Kendi hakkında yada bulundukları yer hakkında hiçbir şey söylememişti. Onun hakkında birçok şeyi merak ediyordu. Ama Jordan'ı rahatsız eden asıl şey Eros'un birine benzemesiydi. Onu birine benzetiyordu ama kime benzettiğini bir türlü çıkaramamıştı. 
Tam neden burada olduğunu soracaktı ki Eros''Artemis'in tekrar dünyaya geldiğine inanamıyorum. Ares aklını kaçırmış olmalı. Apollon gibi geveze birinin bu sırrı saklayabildiğine şaşıyorum.'' dedi. Yüzünde sırlarla dolu bir gülümseme oluştu. ''Kızıl kahinin Apollon'un çenesini kapattığına eminim. O cadı sır saklamak konusunda oldukça iyi.''

Eros altın rengi yayını havaya kaldırdı. Parmaklarını yerleştirerek yayı gerdi. Aynı anda beyaz parıltılarla uçunda kalp olan bir ok belirdi. Aşk ve cinsellik tanrısı parmaklarını çekti ve oku hedefine gönderdi. Çalıların arkasındaki ceylan kalçasına yediği okla yerinden sıçradı. Ok parıltılar saçarak kaybolurken ceylan hızla koşmaya başladı. Derenin kenarındaki dişi ceylanla çiftleşmeye başlayınca Jordan yüzünü buruşturdu ve bakışlarını kaçırdı. 

Eros'un öfkeyle kararan yüzü aklında soru işaretleri oluşturuyordu. Yaşadıklarını anlatırken Caroline ve Klotho'nun adının geçtiği yerlerde etrafına yaydığı enerji değişiyordu. Genç kız kaşlarını çattı. ''Ben sana her şeyi anlattım. Sıra sende. Burası neresi ve ben neden buradayım?''
Eros'un öfkesi hızla dağıldı. Ani duygu değişimleri havayı değiştiriyor ve Jordan'ı rahatsız ediyordu. Aşk tanrısı gülümserken okunu yeni hedefine gönderdi. 

''Burası çok özel ruhların gelebildiği bir yer kurt kız. Sende özelsin. Eşini ve çocuklarını düşünmeden kendini Rebekah yani Artemis için feda ettin. Böylece buraya giriş biletini kazandın.'' 

''Yine olsa kendimi hiç düşünmeden feda ederim.'' Gözlerinde biriken yaşlardan dolayı görüşü engellenirken titrekçe nefes aldı. ''Reyna ve Owen'ı kucağıma alamadım. Reyna'yı göremedim bile. Parker'ın bundan sonra eskisi gibi olamayacağını biliyorum. Ailemi yıktım ve geride bıraktım. Fakat o bizim tanrıçamız. Ne olursa olsun onun için kendimi feda ederim.'' 

Elinin tersiyle gözyaşlarını sildi. Bebeklerine nasıl bir anne olacağını düşünürken, bundan korkarken onları kucağına bile alamamak Jordan'ı mahvediyordu. Onları artık bir daha asla göremeyeceğini biliyordu. Tek dileği Parker'ın onların yanından ayrılmamasıydı. Hayatta kalıp güçlü olmasıydı. 

Gözlerini sımsıkı yumdu ve birbirine kenetlediği ellerini sıktı. Bu acıya alışmak zorundaydı. Reyna ve Owen güvende olacaktı. James ve Caleb asla Parker'ı yalnız bırakmazdı. Rebekah onlarla olacaktı. Zamanla bunun üstesinden gelebilirlerdi. Parker'a destek olurlardı. Onlar mutlu bir hayat sürerken Jordan burada tek başına kalacaktı. Ve acısıyla tek başına savaşmak zorunda kalacaktı.

''Hepimiz bir görev için dünyaya geliriz. Görevimiz bittikten sonra ait olduğumuz asıl yere geri döneriz. Dünyadaki yaşam sadece bir yansıma kurt kız. Senin görevin Artemis'in hayatta kalmasını sağmaktı. Bunu başardın ve ait olduğun özel yerdesin. Çocukları ve eşinden ayrı olmak seni üzse de zamanla buna alışacaksın.'' 

Eros'un sözleriyle gözlerini açtı. Sözlerinde haklıydı. Hepsinin bir görevi vardı. Jordan kendi görevini tamamlamış ve ait olduğu yerdeydi. Bunu istemese de kabullenmek zorundaydı. Bir daha çocuklarını ve eşini göremeyecek olmanın verdiği acıyla yaşamayı öğrenmeliydi. Derin bir iç çekerek bakışlarını Eros'a çevirdi. 

''Burası Hades'in yeraltı cenneti ve sadece çok özel ruhların gelebildiği bir yer. Peki neden buradan haberimiz yok?''
Eros orman sakinlerini birbirleriyle çiftleştirmeye devam ederken ''Öldükten sonra ruhların Elysion'da gidebilecekleri iki yer var. Cennet ya da cehennem. Ancak öyle ruhlar var ki Elysino'un en güzel bahçeleri bile o ruhu kabul etmez. Hades onlara üstün ruhlar demeyi tercih ediyor. Ruhları o kadar saf ve temiz ki içlerinde hiç kötülük barındırmıyorlar. Bu gördüğün yer saklı bahçe. Sadece o üstün ruhlar buraya gelebilir. Sende onlardan birisin.'' dedi Eros genç kıza göz kırparak. 

Kaşları şaşkınlıkla kalkan Jordan tekrar etrafına baktı. Buraya girebilecek kadar temiz ruhlu olduğunu bilmiyordu. Elysion'a bile giremeyeceğinden korkmuşken Saklı Bahçedeydi. Eros'un bir başka hayvanı vurmasıyla yüzünü buruşturdu.

''Neden hayvanları vuruyorsun. Bence yeterince çiftleştirdin!'' 

Eros'un cinsel haz yayan kahkahası etrafta yankılanırken genç kız huzursuzca kıpırdandı. Aşk tanrısının gücü ölü olmasına karşın onu etkiliyordu. Gözleri neşeyle parlayan Eros ''Bu benim görevim kurt kız.''

''Ne yani görevin hayvanları çiftleştirmek mi?'' 

Görevinin hafife alınmasıyla kaşlarını çatan Eros, yayını indirdi ve Jordan'a döndü. ''Bir daha asla görevimi hafife alma. Kurtlara eşleşme gücünü veren benim!''

Eros'u öfkelendirdiği için tedirginleşen Jordan duyduklarına inanamayarak ''Nasıl?'' diye sordu.

''Artemis ay tanrıçası olduğu için doğada ona en çok bağlı olan hayvan kurttur. Kurtlar her zaman ayın çocukları olarak bilindi. Zamanında ona sevgiyle bağlı olan bir kabileye hediye olarak kurtadama dönüşebilme yeteneğini bahşetti. Bununla birlikte uzun yaşam, kolay ölmeme, hastalıklara karşı sizi koruyan vücut ısınız, kısaca eşleşme haricinde tüm güçleri bahşetti. O zamanlar Ares'le aralarındaki aşkı kabullenmemişti. Aşka inancı yoktu. İnsanların birden fazla kişiyle birlikte olması ve birden fazla kişiye duydukları ilgi onu tiksindiriyordu. Kendi çocuklarının, yani kurtların böyle olmasını istemiyordu. Bana geldi ve tüm kurtlara gerçek aşkı, ruh eşlerini bulabilmeleri için size hediye vermemi istedi. Bende verdim.''

Jordan şaşkınlıkla Eros'u dinlerken aşk tanrısı derin bir nefes aldı ve anlatmaya devam etti.

''Dünyaya gözlerini açan herkesin, ruh eşi vardır. Ben müdahale etmediğim zaman kimi insan ruh eşini buluyor. Onlar kadar şanslı olmayanlar ise bulamıyor. Ya da farkına varamıyorlar. Dünyaya gözlerini açan her insanın adını biliyorum. İleride aşk hayatında kimlerle karşılaşacağını biliyorum. Ve onun ruh eşinin nerede olduğunu da biliyorum. Benim görevim küçük oyunlarla onları bir araya getirip oku fırlatmak. Birbirlerini gördükleri an aşık oluyorlar ve görevim tamamlanıyor. Tabii gençlik yıllarımda bazı hatalar yapmış olabilirim.'' 

Eros'un öfkesinin dağılmasıyla havadaki kötü enerji yok oldu. Aşk tanrısı dudaklarını büzerek mucipçe kaşlarını oynattı. Merakına yenik düşen Jordan 
''Nasıl hatalar?'' diye sordu.

Eros sanki çok normal bir şeymiş gibi omzunu silkti. ''Bilirsin oku fırlattığımda karşısında ya da yanında kim varsa ona aşık olur. Bazen hayat bana da oyun oynuyor ya da ben hesaplayamıyorum ve yoldan geçen bir başkasına aşık oluyorlar. Gerçek aşklarına değil! Yanlış kadına ya da erkeğe aşık olduğunu düşünenler, aşkına karşılık alamayınca intihar ediyor. Yada bir hevesle evlendiklerinde, şiddet, cinnet ve boşanma gibi şeyler yaşanıyor.''

''Bu gerçekten çok kötü. Herkesin aşk hayatı senin elinde. Oyuncak gibiyiz!'' 

Gözlerini deviren Eros bıkkınlıkla iç çekti. ''Görevimi neden kimse anlamıyor.'' homurdanarak tekrar Jordan'a döndü. ''Şöyle düşün. Sen ve Parker sıradan birer insansınız. İkiniz dünyanın iki ayrı ucundasınız. Birbirinizin ruh eşisiniz. Gerçek aşkı mutluluğu sadece birbirinizde bulabileceksiniz ama haberiniz yok. Sizi bazı küçük oyunlarla bir araya getiriyorum. Bir market çarpışıyorsunuz, kafede tanışıp sohbet ediyorsunuz ya da sinemada! Önce birbirinizi keşfedip keşfetmeyeceğinize bakıyorum. Ama kör ve asalaksanız göremiyorsunuz ve işte o zaman oku götlerinize fırlatıyorum! Ta-dam! Benim sayemde gerçek aşkınızı bulmuş oluyorsunuz ve mutlu bir hayat yaşıyorsunuz! Benim sayemde!'' 
Yüzünü asan Jordan ''Tamam anladım. Sinirlenme.'' dedi. 

Eros öfkeyle gerdiği yayı yeni hedefine fırlatırken Jordan dudaklarını büzdü. Zihninde hâlâ soru işaretleri vardı. Dikkat çekmek için boğazını temizledi. ''Peki hayvanlarda bu durum nasıl oluyor?'' diye sordu çekingen bir sesle. 
Bıkkınlıkla iç çeken Eros ''Onlar hayvan. Onlardaki tek sevgi yavrularına duydukları sevgidir kiminle çiftleştiklerinin önemi yok.'' dedi.
Eros'un öfkesinin dinmesi için genç kız bir süre sessizce bekledi. Duyduğu sesler Eros'un fırlatıp durduğu okların rüzgarı yırtarak çıkarttığı ses ve kuşların muhteşem şarkılarıydı.

Jordan dudağını kemirerek, yakışıklı tanrının söylediklerini düşündü. Hades'in onu neden buraya gönderdiğini bilmiyordu. Gerçekten o kadar özel olduğunu düşünmüyordu. Gökyüzüne bir başka ok fırlayınca bakışlarıyla oku takip etti. Ok gökyüzündeki kuşa çarptığı an parıltılar saçarak kayboldu. Kuş birkaç kez kanatlarını dengesizce çırptıktan sonra kafası ritmik hareketlerle hızla döndü ve ardından ağacın dalındaki dişi kuşu gördü. Dişi kuş hâlâ cıvıldayarak ötmeye devam ediyordu. Havadaki kuş hızla yanına gelip konduğunda dişi kuş sustu. İki kuşun çiftleşmeye başlamasıyla Jordan yüzünü buruşturdu. Yanındaki yakışıklı tanrı kahkahalarla gülerken bakışlarını ona çevirdi.

''Bu seni mutlu mu ediyor? İğrenç ve sahte! Sadece kıçına yediği oktan dolayı çiftleşiyorlar. Anlık bir dürtü.'' dedi genç kız daha fazla dayanamayıp. 

Çekici tanrı, her zaman arzu dolu olan bakışlarını Jordan'a çevirdi. Çapkın bir şekilde kaşlarından birini kaldırdı. ''Ben Eros'um kurt kız. Benim işim bu.'' dedi ve tekrar kıkırdadı.

Genç kız gözlerini kısarak Eros'u tekrar süzdü. ''İnanılmaz derecede birine benziyorsun. Ama kime benzediğini çıkartamadım.'' dedi sitemle homurdanarak. Zihni yeterince düşünceyle boğuşuyordu. Ancak onu birine benzetiyordu. Fiziksel olarak diğer tanrılardan hiçbir farkı yoktu. Tıpkı onlar gibiydi. Belki de bu nedenle birine benzediğini üşünüyordu.

İç çekerek işlerini bitiren kuşlara baktı. ''Hayvanlara yaptığını insanlara da yapıyorsan -ki bundan nedense eminim- cani bir tanrı olduğu söylemek zorundayım. Doğacak çocukları düşünsene! Kadın ve erkek senin kıçlarına attığın oklarla anlık bir şehvetle birlikte oluyorlar. Bu birliktelikten çocuk olduğunda, ikisinin de o çocuğa yeterli ilgi ve bakımı gösteremeyeceğini elbette biliyorsun. Kimse tek gecelik ilişkinin ardından olan çocuğu istemez. Neden böyle bir şey yapıyorsun? Bu acımasızlık! Eğer çocuğun olsaydı o yayı kırıp atacağına eminim.'' 

Eros'un yüzü ciddiyetle kasıldı. Dişlerini sıkıca birbirine kenetledi. Eğlence ve arzuyla bakan yeşil gözlerindeki öfke kıvılcımları Jordan'ı ürpertti. ''Öncelikle benim görevimi algıladığından emin değilim kurt kız. İkinci olarak benim zaten bir çocuğum var!''
Alnı kırışan Jordan ''Çocuğun mu var?'' diye sordu. Eros'un bakışları uzaklara dalmıştı. Kaşları çatılmıştı. Gözlerinde sadece öfke yoktu. O bakışlarda öfke ve ucu bucağı gözükmeyen bir nefret vardı. Jordan seslice yutkundu. İçindeki merak duygusu zihnini kemiriyordu. ''Kim? Hangi tanrı?'' diye sordu. Eros'un çocuğu olduğuna göre yarı tanrı olması gerekiyordu.

Eros, yayını gerdi ve havada uçan bir başka kuşa vurdu. Boğuk sesiyle konuşmaya başladığında, duydukları Jordan'ın gözlerinin kocaman açılmasına neden oldu. 

''Tıpkı annesi gibi eşsiz bir güzelliği var. Kızım dünyadaki en güzel tanrıçalardan birisi. Adı Caroline.''

''Caroline senin kızın mı? Kızıl kahin Klotho'nun kızı olan Caroline? Yani bu durumda sen ve Klotho?'' dedi Jordan soluksuz kalmış bir şekilde. Ağzı açık kalmıştı. Ciddi ve öfkeli görünen Eros kafasını sallayarak Jordan'ı onayladı. 
Jordan gözlerini kırpıştırdı ve yüksek sesle üşünmeye başladı. ''O zaman Caroline tam tanrı. Melez değil. Bu durumda Olimpos da söz sahibi olması gerek. Melez olduğu için Eos gibi geride kalmak zorundaydı. O Afrodith'in torunu!'' Gözleri kocaman açıldı ve bakışlarını Eros'a çevirdi. 

''Annemin torununu pek sevdiği söylenemez. Klotho ve Hekate'yi de!''
Alnı düşünceyle kırışan Jordan ''Bir dakika. Caroline'ın babasını kimse bilmiyor. Sadece Klotho ve Hekate'nin bildiğini düşünüyorduk. Başka kimler biliyor?'' diye sordu. 

''Sadece annem ve Hekate biliyor. Başka hiç kimse bilmiyordu. Artık sende biliyorsun.'' dedi Eros. Arzu dolu bakışları girdaba dönüşmüş gibiydi. O kadar çok sır ve gizemle doluydular ki Jordan adeta kendini kaybedecekti. 

''Peki ne oldu? Yani Klotho ve s-

''Bu seni ilgilendirmez kurt kız!'' dedi Eros sesini yükselterek. Hızla ayağa kalktı. Yayını sırtına yerleştirdi. Geçmişi hatırlamanın etkisiyle öfke tüm bedenini sardı. Yüzyıllardır yaşadığı acıyı ve laneti kimseye anlatmamıştı. 

Omzunun üzerinden merakla ona bakan Jordan'a çevirdi bakışlarını. ''Ben lanetliyim kurt kız. Sevdiğim kadın tarafından lanetlendim. Klotho beni lanetledi. En büyük cezası kızımı bana göstermemesiydi. Annem, Hekate, Klotho ve Caroline'ı bu yüzden sevmez. Yüzyıllardır buradayım. Hades haricinde hiçbir tanrı saklı bahçeye giremez. Ne annemi ne de ailemi görebiliyorum. Yaptığım tek şey bu lanet yerde oturup ölülerle konuşmak ve hayvanları çiftleştirmek! Buradan çıkamıyorum. Lanet olası kadın beni buraya hapsetti! Yıllardır yapmadığım bir hatanın cezasını çekiyorum. Caroline'ın, babası olduğumdan haberi yok. Hiçbir tanrı neden lanetlendiğimi bilmiyor. Gerçekleri sadece Annem Hekate ve Klotho biliyor.''

Jordan yavaşça ayağa kalktı. Eros'u kızdırmaya korkarak kısıl sesle ''Seni neden lanetledi? Neden buraya hapsetti?'' diye sordu. 
Eros'un yüzünde acı bir gülümseme oluştu. ''Bu kadar soru yeter kurt kız. Artık ölü olduğun için bunu söylememe gerek yok ama sakın sana anlattıklarımı kimseye anlatma. Bir başka ölüye bile anlatmayacaksın. Bu sır sonsuza dek sadece senin ve benim aramda kalacak.'' Jordan hızla başını salladı. 

Caroline'ın hiçbir şeyden haberi yoktu. Klotho'nun Eros'u neden lanetlediğini buraya hapsettiğini merak ediyordu. Ama tanrıların kurallarını bilirdi.Bir tanrının yaptığı lanete kimse karışamazdı. Ve o lanet sadece yapılan tanrı tarafından kaldırılabilirdi. Klotho'yu buna iten şey her ne ise öfkesinin hâlâ diri kalmasını sağlayacak kadar can acıtacak bir şey olmalıydı. Aşk tanrısı Eros kendi aşk hayatı haricinde herkesinkini kontrol edebiliyordu. Jordan ironiye gülümsedi. 

''Jordan.'' Duydukları sesle ikisi de arkalarını döndü ve aralarına katılan kişiye baktılar. Ölüler tanrısı Hades tüm ihtişamıyla karşılarında duruyordu.

''Hades? Seni buraya hangi rüzgar attı. Bize katılıp hayvan çiftleşmesini mi izlemek istedin?'' dedi Eros alay ederek. 

''Seni görmekte güzel Eros!'' dedi Hades ve bakışlarını Jordan'a çevirdi. ''Zeus'un cesur kurt kadına küçük bir hediyesi var.'' dedi ve göz kırptı. 
Hades'in Jordan'a göz kırpması yeterince ürkütücüyken Zeus'dan ona gelen hediye genç kızı daha da ürküttü. Tanrılardan o kadar çok korkuyordu ki... Huzursuzca kıpırdandı. ''He...hedi..ye mi?'' diye sordu kekeleyerek. 

Hades genişçe gülümsedi. Başkası böyle gülümsese dizlerinin bağı çözülür ve o muhteşem gülümsemenin ışığında kendini kaybederdi. Fakat gülümseyen ölülerin tanrısı olunca ürkütücü bir hâl oluyordu. Genç kız yeterince şaşkın ve ürkmüşken Hades onu şoka sokacak o cümleyi kurdu.

''Geri dönmeye hazır mısın?''

...

Rebekah dokuzuncu kez iç çekti. Zırhını çıkartmış ve her zamanki gibi siyahlar giyinmiş olan Ares, kolunu Rebekah'nın beline doladı ve kendine çekti. 

''Sakinleş kadın! Her şey yoluna girecek.'' Genç kız gözlerini devirdi ve kollarını göğsünde birleştirdi. 

''Söylemesi kolay!'' diye homurdandı. Büyük Amazon ordusu beklentiyle onlara bakıyorken sakinleşmesi hiç kolay değildi! Saatler öncesine kadar uyur halde durdukları avluda şimdi hepsi canlı ve büyük bir merakla onlara bakıyordu. 

Zeus balkonun tam ortasında tüm heybetiyle duruyordu. Ellerini sırtında birleştirmişti. Belindeki şimşeği ürkütücü bir şekilde vızıldıyordu. Athena ve Eos Ares'in hemen yanında duruyorlardı. Klotho balkonun diğer köşesinde Zeus'un arkasındaydı. 

Zeus'un açıklama yapması için diğerlerinin gelmesi bekleniyordu. Helena Klotho'nun yaptığı büyü sayesinde kendini toparlamıştı fakat eski gücüne tam olarak kavuşamamıştı. Ona ayrılan odada dinleniyordu. Anna uzun zamandır görmediği kardeşinin yanındaydı. Vincent'ında onların yanında olduğuna şüphe yoktu. Parker tüm gözler üzerine çevrileceği için tedirgindi ve bebeklerinin yanından ayrılmak istemiyordu. O nedenle aralarına katılmamıştı. 
O sırada yanlarına James, Felicia ve Lucien geldi. Üçü de tamamen iyileşmiş ve dinlemiş gözüküyorlardı. 

''Parker bebeklerin yanında mı?'' diye sordu James. ''Evet. Orada olması onun için daha iyi.'' dedi Rebekah. 

''Bu lanet olası koku beni deli ediyor!'' diye homurdandı Lucien gözlerini Amazon kadınlarına çevirerek. 

''Ne kokusu?'' diye sordu Rebekah. Fakat sorduğu an cevabını kendi verdi. ''Eşleştin!'' sesi yüksek çıktığı için bakışlar onlara çevrildi.

''Evet. Kadınım tam olarak arkamızdaki koca ordunun içinde.'' dedi başıyla Amazonları göstererek. Rebekah gülümserken dişlerini dudağına geçirdi ve meraklı gözlerle Amazonlara baktı. 

''Bana bakacağına onlara bak! Hangisi olduğunu göreceksin. Acaba hangisi?'' dedi Rebekah gözleri tek tek savaşçı kadınların üzerinde gezerken. 
Lucien havayı kokladı. ''Bize yaklaşıyor. Koku daha yakın gelmeye başladı. Hangisi bize doğru geliyor?'' 

''Ordudan kimse hareket etmiyor.'' dedi James. Lucien kaşlarını çattı. ''Amazonlardan değilse ben kimle eşleştim!'' 

''Amazonla eşleştin.'' dedi Ares. Dudakları kıvrılırken Rebekah'a, onlara doğru yaklaşan kadını gösterdi. Vincent ve Helena balkonda belirdiler. İkisi de birbirlerine aşkla bakıyor ve gülümsüyorlardı. Genç kızın kaşları çatıldı. Ares'in ne demek istediğini anlamamıştı. O sırada yeri döven adımlarla teyzesi Anna'nın onlara yaklaştığını gördü.

''Ah hadi ama! Akra evliliğine karşıyım. Hayır!'' dedi itiraz dolu bir sesle. Lucien ne olduğunu anlayamadan Anna kurtadamı yakasından tuttu ve kendine doğru eğdi. Lucien da Vincent kadar uzun olduğu için yanında küçük ve kısa kalmıştı. Sarı kaşları öfkeyle çatılmıştı. 

Sıkılı dişlerinin arasından ''Seni buna pişman edeceğim!'' diye hırladı. Ardından Lucien'ı iterek ordusunun başına geçti. Şaşkın şaşkın bakan Lucien, Rebekah'a döndü. 

''Bu kadın senin teyzen olan Anna mı?'' diye sordu. Genç kız kafasını salladı. Lucien suratını buruşturarak ''Annen gibi zarif bir bayanın nasıl böyle cadı bir kardeşi olabilir.'' dedi ve gömleğinin yakasını düzeltti. 
Gülümseyen Athena araya girerek ''Ona zaman tanı. Amazonların geneli erkeklere ve aşka inanmazlar. Bu onun için yeni çok yeni ve farklı.'' dedi.

''Siz birbirinizi hiç görmediniz mi?'' dedi Rebekah. Bakışları Anna ve Lucien arasında gidip geliyordu. 

''Hayır. Ben Helena'yı bile sadece birkaç kez gördüm. Bende alfayım ve yönettiğim bir kale ve ordum var. Vincent'ı senede bir veya iki kez görürdüm. Anna ile hiç aynı ortamda bulunmadım. Buraya geldiğimizde çok yaralıydım. Hidra saldırmadan önce size 'bu lanet kokuda ne?' diye sorduğumda bundan bahsediyordum. Ama sonra vampirlerin tiksinç kokusu araya girdi. Yaralıydım ve güçsüzdüm o yüzden algılayamamış olmalıyım. Zaten daha sonrada bilincim kapandı, bayıldım.'' 

Rebekah dudaklarını büzdü ve omsunu silkti. ''Amcam kardeşimle evlendiğine göre babamın kuzeninin teyzemle evlenmesini yadırgamamam gerek.'' 

Eos ve Athena sessizce gülerken Ares ''Babanla annenin de kardeş olduğunu unutma peri kızı.'' dedi. Eğlendiği sesinden belli oluyordu. Genç kız homurdanarak Ares'in karnına dirseğini geçirdi ve annesiyle babasının -kardeş olmayan anne ve babası biri kurda dönüşen diğer korkulan bir komutan olan annesinin- yanına doğru ilerledi. 

Kollarını annesine sıkıca sararken gülümsüyordu. ''Daha iyi görünüyorsun.'' diye fısıldadı. Helena kızını alnından, yanaklarından ve boynundan öperken Rebekah kıkırdadı. 

''Nasıl daha iyi olmam ki? Eşim ve bebeğim benimle birlikte.'' 
Genç kız annesinin kolları arasından sıyrıldı. ''Pekala bir konuda anlaşmamız gerek. Ben artık bebek değilim. Tüm anne ve babalarımın bu konuda duyarlı olmasını istiyorum.'' 

''Elimizden gelse sana bebek kıyafetleri giydirip ağzına emzik vererek kaybettiğimiz yılları telafi etmeyi düşünürken kızımızın dediklerine bak.'' dedi Vincent gülümseyerek. Helena ona katıldığını belli edercesine gülerken Rebekah'nın gözleri kocaman açıldı. 

Ares'in gür kahkahası etrafta yankılanmaya başlayınca genç kız öfkeli bakışlarını ona çevirdi. Amazon kadınları neler olduğunu anlayamamışken tanrılar ve kurtlar 'ultra özel' kulaklara sahip oldukları için Vincent'ı duymuşlardı ve gülüyorlardı. 

''Pekala baba beni utandırdığın için teşekkür ederim!'' Rebekah'nın sözleri üzerine yeri sarsan gök gürlemesi duyuldu. Genç kız gözlerini kapatıp kendine lanetler okurken Apollon'un kahkahası duyuldu.

''İhtiyar adam. Ne oldu kıskançlık krizin mi tuttu?'' 

''Seni hain velet!'' dedi Zeus sıkılı dişlerinin arasından. Gökyüzünde şimşekler belirince Apollon ellerini havaya kaldırdı. ''Tamam. Tamam! sustum. Arkam daha yeni kendine geldi.'' dedi yüzünü asarak. 

Zeus öfkeli bakışlarını önce Vincent ve Helena'ya çevirdi. Ardından Rebekah'a onaylamayan bir bakış atarak tekrar amazonlara döndü. Herkesin gelmesiyle birlikte konuşmaya başladı.

Rebekah Ares'in yanına geçerken Jasmine homurdanarak balkona geldi. Zeus o sırada Rebekah'nın uyanışı ve Hidra'nın saldırısını anlatıyordu. Rebekah yanına gelen arkadaşına ''Ne oldu?'' diye fısıldadı.

''Ne olacak o pis tüylü yaratık beni deliyor!'' dedi. Rebekah sorarcasına kaşını kaldırınca anlatmaya başladı. ''Aramızda bir şey oluşmaya başladığını sanmıştım. Bana sarıldı, öptü sevgili gibiydik. Ama yine odun haline döndü. Daha doğrusu özüne döndü! O sarılmalar sadece geçiciymiş bir anlık bir şeymiş! Odaya gitti ve yatıp uyudu. Beni öylece bıraktı. Çok yorgun olduğunu söyleyip onu uyandırmamam için odaya almadı. Koca pis tüylü yaratık!''

Rebekah başını iki yana sallarken gülümsüyordu. ''Gerçekten birbiriniz için yaratılmışsınız!'' Jasmine ona dilini çıkartırken Rebekah susmasını işaret ederek bakışlarını babasına çevirdi. 

''Savaşta her zaman kayıplar verilir. Aranızdan en yakın arkadaşlarını, kardeşlerini kaybettiniz. Acınız büyük. Birazdan söyleyeceklerim buradaki hiç kimse tarafından sorgulanamaz! Ve anlatacaklarım hiç kimseye iletilmeyecek. Buradakilerin arasında ömür boyu kalacak bir sır olacak. Aksi takdirde her kim olursanız olun. Tanrı, kuradam yada savaşçı! Cezanızı bizzat ben vereceğim!''

Hitabı sadece Amazonlara değildi. Tanrılara ve kurtlara da sesleniyordu. Tanrılardan itiraz eden olursa Rebekah o zaman neler olacağını merak ediyordu.

''Yasla geçen uzun yılların ardından kızıma yeniden kavuştum. Sizlerde tanrıçanıza kavuştunuz. Henüz güçlerine kavuşamadığı için kızım Rebekah'ı bugün kaybetmek üzereydim. Ama cesur ve güçlü bir kadın olan Jordan bebeklerini ve eşini, ailesini düşünmeden kendini kızım için feda etti. Ona ve ailesine küçük bir hediye bahşediyorum ve cesur kadına yaşam bahşediyorum!''

Zeus'un sözleriyle avluyu sessizlik kapladı. Amazonlar ve kurtlar birbirlerine sorgularcasına bakarken, tanrılar şaşkınlıkla Zeus'a bakıyordu.

''Jordan hayatına tekrar geri dönecek. Bunun nasıl yapıldığı hiçbir zaman tanrılar haricinde kimse tarafından bilinmeyecek. Doğanın kanunlarına aykırı olsa da bu kural sadece bir kez çiğnenecek. O da kızımı bana bağışlayan cesur kadın için!'' 

Rebekah tedirginlikle bekledi. Herkesin kendi arasında fısıldamasını ve itiraz etmesini bekledi. Kendi ölen yakınları için yalvaracaklarını düşündü fakat hiç kimseden ses çıkmadı. Amazonların önünde duran Anna kılıcını çekti ve göğe kaldırdı. 

''Tanrıçamızı bize bağışlayan cesur kadın için verilecek olan her hediye kabulümüzdür!'' Nara atarak bağırınca savaşçılar aynı anda kılıçlarını çekerek Anna'ya eşlik etti. Rebekah şaşkınca gülümsedi. Ares genç kızın saçlarını öptü ve dudaklarını ayırmadan ''Sana söylemiştim. Senin için her şeyi feda ederler.'' dedi.

Zeus Jordan için birinin gönüllü olması gerektiğini söylememişti. Bunun bilinmesi her şeyi tehlikeye atabilirdi. Ama bu konuda hâlâ ne yapacaklarını bilmiyordu. Jordan için birinin gönüllü olması gerekiyordu. Rebekah duyduğu sesle omzunun üzerinden Fellicia'ya baktı. Sarışın kurt hem gülümsüyor hem de ağlıyordu. Jordan için sevindiği belliyi. Fakat onun ne düşündüğünü biliyordu. Daniel için aynısının olmasını istiyordu. Fakat Rebekah ne yaparsa yapsın bunun asla kabul edilmeyeceğini biliyordu. Jordan'ın öldüğünü sadece buradakiler biliyordu. Herkes onun geri dönüşünü anlayışla karşılıyordu. Ve bu sır olarak kalacaktı. Peki Daniel? Daniel'in öldüğünü Rusya'da ki tüm kurtlar biliyordu. Daniel'in ailesi yakınları herkes biliyordu. Geri dönerse bu sır artık gizli kalmayacaktı. 

Felicia, Rebekah'nın ona baktığını görünce yüzündeki yaşları aceleyle sildi ve içeriye girdi. Rebekah'nın için hüzün dalgası kapladı. Çevresindeki hiç kimsenin üzgün olmasını, zarar görmesini istemiyordu. Herkese yardım etmek mutlu olmalarını sağlamak istiyordu. Fakat Felicia'ya yardım edemiyordu.

''Herkese yardım edemezsin peri kızı. Bazılarımız acılarıyla savaşmak zorunda. Felicia için yapabileceğin bir şey yok.'' Rebekah hüzünle gülümseyerek Ares'e döndü.

Ares, onu çok iyi tanıyordu. Neler hissettiğini, düşündüğünü her zaman biliyordu. Ruhunun diğer yarısıydı. Onu tamamlıyordu. Kollarını Ares'in beline doladı.

''Her zaman ne düşündüğümü bilmek zorunda mısın?'' Ares gülümseyerek genç kıza belinden sarıldı ve havaya kaldırdı. Yüzleri aynı hizaya gelince burnunun ucunu öptü.

''Hem de her zaman!'' Genç kız kıkırdarken Ares onu öpmek için öne eğildi. Dudakları birbirine değmek üzereyken aynı anda Zeus ve Vincent dikkat çekmek için boğazlarını temizledi. Dudakları arasında santimler varken Rebekah bıkkınlıkla iç çekti, Ares ise gözlerini açarak öfkeli bakışlarını onlara çevirmiş olan iki babaya baktı. 

''Babalarından nefret ediyorum.'' Rebekah kıkırdayarak başını Ares'in omzuna gömdü. Ayakları yere değmiyordu. 

''Bizim acilen yalnız kalmamız gerek. Bu koca ilgiye muhtaç artık.'' Rebekah Ares'in boynunu öptü. Aynı anda savaş tanrısının kalbinin hızlanmadı genç kızı gülümsetti. ''Bu eşte ilgi göstermeye hazır.'' 

Ares'in kaşları şaşkınlıkla kalkarken ''Sen ciddi misin?'' diye sordu. Rebekah kızaran yanaklarını gizlemek için başını Ares'in boynundan kaldırmadı. Gülerek ''Hem de sonuna kadar.'' dedi.

''Pekala seni kaçırıyorum. Diğerleri ne yaparsa yapsın umurumda değil.'' dedi. REbekah başını hızla kaldırıp sen ciddi misin dercesine baktı. Ares genç kızı omzuna atarak Athena, Apollon ve Klotho'yla konuşan Zeus'un yanına ilerledi.

''Ares ne yapıyorsun herkes bize bakıyor!'' dedi Rebekah bağırarak 

Ares onu dinlemeyerek Zeus'un sözünü kesti. ''Planın herkesi Olimpos'a götürüp önce diğer tanrılara her şeyi anlatmak ve ardından Rebekah'ı karşılarına çıkartmak öyle değil mi?'' Kaşlarını çatan Zeus başını salladı. ''Kızıma ne yapıyorsun savaş tanrısı?'' dedi sesini yükselterek.

''Bir babaya anlatamayacağım şeyler.'' dedi Ares ve Rebekah ona küfrederken yedi yüzyılın ardından ilk kez kendi tapınağına ışınlandı.

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin