BÖLÜM 21

49.5K 2.5K 42
                                    

…KANLAR İÇİNDE…

''Caleb?'' Genç kızın sesi endişeyle titremişti. Caleb'ın önündeki kurt başını eğerek Caleb'ın kanlı suratını yaladı. Rebekah, ona doğru yaklaşırken Caleb insana dönüştü. Diğer kurt Caleb’ın önünde durduğu için Rebekah sadece çıplak ayaklarını görebiliyordu. Bir ayağı neredeyse kopmak üzereydi. Ters bir şekilde duruyor ve açık yaradan kanlar akıyordu. Midesi tekrar bulanan Rebekah seslice yutkundu. Şimdi bunun sırası değildi. Şimdi kusamazdı. Yatağın üzerinden kanlı örtüyü alıp koşarak Caleb’ın yanına gitti. Örtüyü çıplak bedenine örtüp yere çömeldi. Caleb’ın yüzü ter içinde kalmıştı. Bedeni titriyordu. 

‘’Seni hemen götürmeliyiz. Doktor kale de nerede?’’ diye sordu. Diğer kurt yanında duruyordu. Devasa cüssesiyle ikisini de ezebilecek boyuttaydı. Rebekah'nın diğer tarafınaysa o kurdun iki katı büyüklüğündeki Vincent geldi. Oda, normalde oldukça büyük olmasına rağmen şimdi gözüne çok küçük geliyordu. Caleb kıvranarak inledi. Dişlerini birbirine kenetlemişti. 

‘’Lanet olsun onu götürmeliyiz!’’ Diye bağırdı Rebekah. Kalede doktorun nerede olduğunu bilmiyordu. Örtünün ucuyla Caleb'ın alnında biriken teri sildi. Dişleri sıkılı olan Caleb inledi ve ''İyiyim! Gidin buradan.'' diye mırıldandı. En azından çalıştı. Çünkü söyledikleri zor anlaşılıyordu. 

''Evet ne kadar iyi olduğunu görebiliyorum. Ölmek üzeresin! Ve hiçbir yere gitmiyorum!'' O sırada hızla rüzgâr esti ve Ares odaya girdi. Rebekah omzunun üzerinden başını çevirip ona baktı. Üzerindeki tişörtü yırtılmıştı. İki elinde kocaman kılıçlar tutuyordu. Endişeli gözleri Rebekah’ı bulunca gözle görülür bir şekilde rahatladı. 

‘’İyi misin? Yaralandın mı?’’ Hızlı adımlarla onlara doğru yaklaştı. Rebekah başını iki yana salladı. ‘’Hemen Caleb’ı götürmeliyiz.’’ Dedi. 

‘’Buna vakit yok. Çok fazla kalabalıklar. Benimle gel seni götürmeliyim.’’ 

Bedeni hala titreyen Rebekah şokun etkisinden kurtulamamıştı. ‘’Onu ölüme terk etmeyeceğim!’’ Diye bağırdı. 

‘’Ölmeyecek! İyileşebilir. Kafası hala bedeninin üzerinde!’’ Ares öfkeyle sıkılmış dişlerinin arasından konuşuyordu. Rebekah yinede başını iki yana salladı. Caleb acıyla inlerken onu nasıl arkada bırakabilirdi! Ares sinirle homurdanarak Caleb’ın yanında yere eğildi. Elini onun omzuna koyarak gözlerini kapattı. Bedenlerinin etrafını beyaz bir ışık huzmesi kaplarken Rebekah kamaşan gözlerini kapattı. Birkaç saniye sonra gözlerini açınca Caleb’ın huzurla rahatlayan yüzünü gördü. 

‘’İyi misin?’’ diye sordu. Bakışlarını hızla ayağına çevirdi. Ayağı düzelmiş, yarası kapanmıştı. 

‘’Sana ne kadar inatçı biri olduğunu söyleyen olmuş muydu Blackwood?’’ Caleb’ın sözleri üzerine Rebekah rahatlayarak gülümsedi. ‘’Ne yapalım beni böyle kabul edeceksiniz.’’ 

‘’Şimdi istediğin olduğuna göre kaldır kıçını!’’ Ares hemen ayağa kalktı ve elini Rebekah’a uzattı. ‘’Ne kadar kalabalıklar?’’ Diye sordu Rebekah ayağa kalkarken. 

‘’Çok fazla. Bir ordu kadar kalabalıklar. Orman, kale, her yerdeler James ve Parker sürünün bir kısmıyla ormanda çarpışıyor. Jordan, ordunun kalan kısmıyla kaledeki vampirleri halletmeye çalışıyorlar. Ama çok kalabalıklar. Liam, Caleb sizde onlara katılın. Vincent ve ben Rebekah’ı koruyacağız.’’ Normalde Ares savaşın tam ortasında olur ve savaşırdı. Asla geride kalmazdı. Ama aklında Rebekah varken bunu yapamazdı. Önce onun güvenliğini sağlamalıydı. Vincent’ın da onu bırakmayacağını biliyordu. Alfaya ne emir verse de yine Rebekah’nın yanında kalacaktı. 

Ares’in emriyle, odadaki diğer kurt, Liam koşarak odadan çıktı. Caleb beyaz örtüyü beline sararak ayağa kalktı. Rebekah birkaç adım geriye çekildi ve Caleb’ın dönüşümünü dikkatle izledi. Dövmeli kurtadamın önce gözleri sarıya döndü. Dişleri uzayıp ağzından taştı. Beli öne doğru bükülürken kolları ve ayakları genişledi. Vücudunu kum rengi tüyler kaplarken, çenesi uzadı ve dört ayak üzerine düştü. Saniyeler içinde bu kadar çabuk dönüşüm geçirmesi olağanüstüydü. Tıpkı Jordan’ın dediği gibi; kıyafet değiştirmekten bir farkı yoktu. Caleb vakit kaybetmeden Vincent ve Rebekah’nın arasından geçerek odadan çıktı. 

Caleb’ın ardından Ares tam ağzını açmış ki arkalarından birbiri ardına tıslama sesleri duyuldu. Üçü de hızla camdan içeriye giren vampirlere döndü. Rebekah içeriye giren onuncu vampirden sonrasını saymayı bıraktı. Seslice yutkundu gerçekten de çok kalabalıklardı. Tek isteği sürüdekilerin zarar görmemesiydi. Onun yüzünden kimsenin ölmesini istemiyordu. Andrew ve Sarah'nın ölümünden sonra kimsenin ölümüne sebep olmak istemiyordu. Aklına gelen bütün tanrılara dua etmeye başladı. sürüyü ve Ares'i korumaları için. Odanın karşısındaki ağaçtan birbiri ardına vampirler içeriye girerken Vincent ve Ares aynı anda korumacı bir şekilde genç kızın önüne geçti. Bunun üzerine Rebekah kaşlarını çattı. ‘’Pamuk Prenses değilim!’’ Diye mırıldandı. 

'’Kapa çeneni!’’ Ares’in hırıltısı Rebekah’ı daha da sinirlendirdi. Vincent vampirlerin üzerine atılırken Ares de kılıçlarını çekerek üzerlerine gelenlere saldırdı. Rebekah öfkeyle gerilen boynunu iki yana oynattı. Birkaç dakika önce hissettiği adrenalin patlaması tekrar geliyordu. Pamuk prenses olmadığını kanıtlayacaktı. Ares’in arkasından çıktı. Elindeki bıçağı sıkıca kavradı. Siyah saçlı vampir dişlerini göstererek tısladı ve hızla koşmaya başladı. Rebekah belini öne bükerek bekledi. Vampir tam üzerine atılmak üzereyken dönerek kaçtı. Sıkılı yumruğunu vampirin suratına indirdi. Bu onu kızdırmış olmalıydı ki Rebekah’nın saçlarını sıkıca kavradı ve yumruğunu geçirdi. Acıyla birlikte gözleri yaşaran genç kız vampirin kırmızı gözlerine bakmamaya çalışıyordu. Balenin verdiği esneklikle bacağını kaldırarak yaratığın kafasına vurdu. Vampirin kafası sert bir şekilde geriye giderken, genç kız yakınlığından faydalanmak için bıçağı karın boşluğuna geçirdi. Vampir uluyarak ellerini bıçağın olduğu yere koydu. Geriye doğru hızla kaçmaya başladı. Bıçak bedenine saplı kalmıştı. Rebekah vakit kaybetmeden koştu ve yumruğunu hızla vampirin suratına geçirdi. Sendelemesinden yararlanıp bıçağını çekti ve kalbinin olduğu noktaya saplamak üzereydi ki vampirin tekmesi genç kızın karnıyla buluştu. Rebekah geriye uçup yere düştü. Ciğerlerine hava doldurmaya çalışırken hırıltılı nefesler alıyordu. Vampirin öfkeyle tıslayarak ona geldiğini görünce ayağa kalktı. Yaratığın yumruk ve tekmelerinden ustalıkla sıyrılıp, dirseğini yaratığın karın boşluğuna geçirdi. Öne eğilen bedenin saçlarını sıkıca tutup kafasını kaldırdı ve bıçağını vampirin kalbine soktu. Vampir tekrar acıyla uludu. Ellerini öne uzatarak Rebekah’nın boynuna sardı. Zayıf düşen kolları amaçsız bir çabayla Rebekah’ı itmeye çalıştı. Bıçağı çekip tekrar saplayan genç kız vampirin eski haline dönen gözlerine bakarak çevirdi. Boğazından garip sesler çıkarken bedeni yere düştü.

Nefes nefese kalan Rebekah gözlerini yere düşen bedenden ayıramıyordu. Kafasını koparması gerekiyordu ama yapamadı. Onları öldürmekte zorlanmıyordu. İşin zor olan kısmı bedenleri etkisiz hale gelince vahşiliklerini kaybedip insana benzemeleriydi. İşte o zaman boğazlarına saldırmak her şeyi zorlaştırıyordu. O da sıradan bir insandı. Kirke onu zalimce ele geçirmeden önce normal bir insandı. Belki mutlu bir ailesi, çocukları vardı. Ama şimdi Rebekah onu öldürüyordu. Genç kız yapamayacaktı. Yerdeki bedenin kahverengi gözleri öylece boşluğa bakarken onu öldüremeyecekti! 

Rebekah’nın çelişkisini gören Vincent pençelerinin altındaki bedenden kafasını ayırıp hızla Rebekah’nın yanına koştu. Vampir tekrar dirilmeden önce işinin tamamen bitmesi gerekiyordu. Dişlerini yerde yatan bedenin boynunu geçirip sertçe çekti. Kopan kafa odanın bir başka köşesine fırlarken bedenden fışkıran kan siyah tüylerine sıçradı. Gözlerini kızına çevirdi. Her yeri kanla kaplanmıştı. Sımsıkı yumduğu gözlerinin üstünden bile kan akıyordu. Bunları yaşamasını hiç istemezdi. Ama doğanın kanunu buydu. Öldürmezse ölürdü! 

Yumduğu gözlerini açan Rebekah Vincent’ın çoktan geri gittiğini gördü. Ares biraz ilerisinde vampirleri parçalamaya devam ediyordu. Onlar insan değil diye hatırlattı kendi kendine. Onlar insan değil ve ailemi öldürdüler! Beni gerçek ailemden ayırdılar! Onlara duyduğu acıma duygusu yok etmeliydi. Onlara acıdığı için kendine öfkelendi. Hepsi düşman. Düşman! diye hatırlattı kendine. Ailesinin katillerine acımaması gerekiyordu! Hayatını mahvedenlere acıyamazdı. O zayıf biri değildi. Olamazdı! Ciğerlerine sertçe nefes çekip hızla koşmaya başladı! Ares’in etrafını saran dört vampirden birisini gözüne kestirdi. Vampirin tam arkasına geldiğinde sıçrayarak sırtına çıktı. Kollarını boynuna, ayaklarını da sıkıca beline doladı. Vampir onu göremediği için ani saldırısı karşısında sendeledi. Ama vakit kaybetmeden çırpınıp ondan kurtulmaya çalıştı. Uzun tırnaklı elleri, arkaya uzanarak Rebekah’nın yüzünü tırmıkladı. Vampir oradan oraya sarsak adımlarla koşuştururken, genç kız bıçağını kaldırıp yaratığın boynuna soktu. Bu sefer acımayacaktı. Onlar insan değildi. Onlar şeytanın yeryüzündeki gölgeleriydi! Vampir kulakları sağır eden çığlıklar eşliğinde hala çırpınıyordu. Rebekah bağırarak bıçağı çekip tekrar boynuna sapladı. Yüzü vampirin çekiştirmesinden dolayı yanıyordu. Tırnaklarının açtığı deriden kanlar süzülüyordu. Vampir tekrar bağırırken sırtını hızla duvara çarptı. Vampirin bedeni ve duvar arasında sıkışan genç kızın sıkılı dişleri arasından inleme koptu. Vampir tekrar tekrar sırtını duvara çarparken Rebekah kaburgalarından çıtırtı sesi duydu. Yüzü acıyla kasılırken bir elini vampirin saçarı arasından geçirdi. Kafasını geriye doğru çekiştirip, etine saplı olan bıçağı bağırarak bütün gücüyle yana doğru çekti. Sonunda hareketsizleşen beden öne doğru düşerken Rebekah da onunla birlikte düştü. Sırt üstü yuvarlandı. Ağzından çıkmak üzere olan çığlığı son anda tuttu. Dudaklarını birbirine bastırdı. Kaburgalarından biri ya da birkaçı çatlamış olmalıydı. 
‘’Rebekah?!’’ Ares’in kükreyen sesini duyunca doğrulmaya çalıştı. Oturunca acı bir batma hisseyle yüzünü buruşturdu. Nefesi kesilince duvara tutunarak ayağa kalktı. Kollarını göğsünün altına, kaburgalarının olduğu bölümün etrafına yavaşça sardı. Kafasını kaldırarak odadaki savaş alanına baktı. Sayıları azalmıştı ama hala fazlaydılar. Odadaki bütün her şey parçalara ayrılmıştı. Her yer kan ve ceset parçalarıyla doluydu. Genç kızın gözleri Ares’e kaydı. Kılıcıyla sanki dans ediyor gibiydi. Bir saniye bile durmuyordu. Karşısına çıkan her vampiri saniyeler içinde etkisiz hale getiriyordu. Savaş tanrısının gözleri endişeyle ona döndü. 

‘’İyiyim.’’ Diye mırıldandı Rebekah ona bakarak. Ares kafasını bir kere sallayıp Rebekah’a yaklaşmakta olan vampire saldırdı. Rebekah acıyla inleyerek kafasını duvara yasladı. Vincent ve Ares bütün vampirleri ondan uzakta tutmaya çalışıyordu. Onlara yardım etmeliydi ama canı bu kadar fazla yanıyorken hareket bile edemiyordu. 

‘’Ne kadar da olağanüstü değil mi?’’ Rebekah kulağının dibinde duyduğu soğuk sesle irkildi. Bir adım geri giderek sesin geldiği yöne döndü. Vampir sadece bir adım önünde duruyordu. Gözleri tıpkı bir insanınki gibi masmavi olsa da bembeyaz teni vampir olduğunu belli ediyordu. Dudakları yukarı doğru kıvrılırken sivri dişleri ortaya çıktı. Yüz hatları o kadar kusursuz ve harikaydı ki onu gören her kadın dönüp bir daha bakıyor olmalıydı. Vampir siyah kaşlarından birini alayla kaldırıp Ares’i işaret etti. ‘’Ares diyorum. Ne kadar olağanüstü değil mi? Eminim onu da götürdüğümüz zaman Kirke mutluluktan delirecektir.’’ 

‘’Ares’e asla zarar veremezsiniz!’’ Genç kızın sesi hırıltılı çıkıyordu. Her nefes aldığında acı bir batma hisseyle bedeni kasılıyordu. 

Vampir kıkırdadı. ‘’Asi kız. Tam dişime göresin.’’ Dilini sivri dişlerinin üzerinde gezdirerek göz kırptı. Rebekah bakışlarını biraz önce öldürdüğü vampire çevirdi. Bıçağı hala boynunda duruyordu. Eğilip onu alana kadar çoktan vampir saldırırdı. Ares ve Vincent onu görmüyordu bile. İkisi de üzerilerine atılan vampirlerden kurtulmaya çalışıyordu. Şu durumda onlardan yardım bekleyemezdi. 

Vampir Rebekah’nın gözlerini takip ederek yerdeki cesede baktı. Ayağıyla sertçe yerdeki bedene vurdu. ‘’Beceriksiz yeni dönüşüm geçirenlerden biri!’’ Bakışlarını tekrar Rebekah’a çevirdi. Gülümseyerek ‘’Ah ne kadar da kabayım. Kendimi sana tanıtmadım. Ben Maxwell. Kral Marcus’un oğlu ve tahtın varisi Maxwell’’ Rebekah duyduğu isimle gözlerini vampire çevirdi. Az önce bu melek yüzlü şeytan Marcus’un oğlu olduğunu mu söylemişti? 

‘’Sen!’’ diyebildi sadece hiddetle. Ailesinin katili karşısındaydı. Ve arsızca sırıtıyordu. Genç kızın dişleri kırılacak kadar sıkılmıştı. Tam ağzını açmıştı ki Ares’in ona seslendiğini ardından Vincent’ın kükrediğini duydu. 

‘’Rebekah!’’ Ares üzerine atılan vampirlerden sıyrılmaya çalıştı. Vincent ise kürküne dişlerini geçirmiş vampirden kurtulmaya çalışırken kızına doğru gitmeye çalıştı.

‘’Bak ne diyeceğim. Kirke’yi daha fazla bekletmek istemeyiz değil mi? Bu buluşma için sabırsızlanıyorum.’’Maxwell cümlesini bitirir bitirmez Rebekah neye uğradığını şaşırdı. Soğuk sert kollar belini sıkıca sararken acıyla bağırdı. Saniyeler içinde etrafındaki görüntüler yok oldu. Maxwell'in tutuşundan kurtulmaya çalıştı ancak başaramadı. Başını çevirip karşıya baktığında Maxwell'in kesintisizce holün sonundaki büyük cama doğru koştuğunu gördü. Bir sonraki hamlesini anlayan genç kız durması için bağırdı. ''Hayır! Dur!'' 

Maxwell Rebekah'ı kalkan olarak önünde tutarak hızla cama çarptı ve kalenin metrelerce yüksekliğinden kendini aşağıya bıraktı. Genç kızın, soğuk rüzgârın bedenine çarpmasıyla nefesi kesildi. Cam kırıkları sırtına batıyordu. Ancak bunu önemsemedi çünkü asıl korktuğu şey hala düşmekte olmalarıydı. Birkaç saniye sonra Maxwell kedi gibi kıvrak hareketle tökezlemeden iki ayağının üzerine indi. Rebekah'ı omzuna atarak koşmaya başladı. Rebekah'nın gözleri duyduğu acıdan dolayı karardı. Çatlayan ya da kırılan kemikleri iç organlarını delmiş olmalıydı. 

Ares, kılıcını yere düşen vampirden çekip Rebekah’a doğru koşarken geç kalmıştı. Maxwell Rebekah’la beraber yok olurken Ares öfkeyle kükredi ve hızla Maxwell’in arkasından koşmaya başladı. Dışarıda birbiri ardına şimşekler çakarken Maxwell’in ardından camdan aşağıya atladı. Vampirler ne kadar hızlı olsa da asla Ares’den daha hızlı değillerdi! Kalenin arkasından ormana doğru koşarken Maxwell’e yaklaştı ve sıçrayarak üzerine atladı. Maxwell ve Rebekah sertçe yere düşerken Rebekah’nın çığlığı ormanda yankılandı. Maxwell, Rebekah’nın üzerine düşüp hızla karlı yerde kaydı. Sıçrayarak ayağa kalktı. Rebekah’a yaklaşsa Ares çoktan işini bitirirdi. Tıslayarak ona yaklaşmakta olan Ares’e arkasını dönerek koşmaya başladı. Kaleye eli boş dönüğünde Marcus kızacaktı. Ama en azından hala hayatta kalacaktı. Ares’e asla kafa tutamazdı! 
Savaş Tanrısı, Maxwell’in arkasından gitmek için hazırlandı. Ama Rebekah’nın acıyla inlemesi onu olduğu yerde durdurdu. Karların arasında yatıyordu. Ares yanına ilerleyip dizleri üzerine çöktü. 

‘’Rebekah?’’ 

Genç kızın her yeri kan içindeydi. Üzerindeki vampir kanlarına kendi kanıda eklenmişti. Yüzündeki kesiklerden yavaşça sızan kanlar yanaklarından boynuna akıyordu. Üzerinde yattığı karlar şimdiden kanıyla kaplanmıştı. Rebekah’nın dişleri sıkılmış gözleri sımsıkı yumulmuştu. Elleriyle kaburgalarını tutuyordu. Ares, onu ensesinden tutup yavaşça kaldırdı. Rebekah bedenindeki batma hisseyle çığlık atarken gözleri sonuna kadar açıldı. İşareti yine kalbiyle aynı ritimde atmaya başlarken acıya daha fazla dayanamayıp kendinden geçti. 

‘’Siktir!’’ Rebekah’nın kaburgalarının çatladığını anlayan Ares kendine lanetler okudu. Gözlerini kapattı. Bedenlerini beyaz bir ışık kaplarken genç kızın rahatlamanın etkisiyle inlediğini duydu. Gözlerini tekrar açtığında Rebekah’nın rahatlamış yüzünü inceledi. Bütün endişeleri yok olurken gülümsedi. Gücünü son damlasına kadar tüketmişti. Yorgun düşen Ares karların üzerine oturarak birkaç dakika dinlendi. 

Saldırı olduğunda Rebekah’nın yanına ulaşabilmek için bütün kaleyi ayağa kaldırmıştı. Karşısına çıkan her vampiri saniyeler içinde öldürüp ona ulaşmaya çalışmıştı. Nerede olduğunu ne yaptığını bilmiyordu. Odasına girip de onu gördüğünde yaşadığı rahatlama hissini unutması imkânsızdı. Ona bir şey olacak diye aklını kaçırmak üzereydi. Böyle bir korkuyu yüzyıllardır hissetmemişti. Kaybetme duygusu o kadar yoğundu ki Ares kendini kaybetmek üzereydi. Sürekli onu düşünüp, başına bir şey gelecek diye bu kadar korkarken artık onu görmezden gelmesi imkânsızdı. Her şeyi oluruna bırakma kararı almıştı. Çünkü ne ara içine işlediğini bilmese de Rebekah çoktan kalbini ele geçirmişti. Gülümsemesi daha da genişledi. Bakalım inatçı cadı bundan sonra ne yapacaktı? Ne de olsa Ares’i başına bela yapmıştı. Ares keyifle kahkaha atarken Rebekah'nın yüzünü inceledi. ''Artık benden kurtuluşun yok!'' dedi. Sonra tekrar kıkırdadı. 

Derin bir uykuya dalan Rebekah’ı kucağına alıp ayağa kalktı. ''Beni duydun mu inatçı kadın! Artık benden kurtuluşun yok!'' 

...
Rebekah rüyasında bu kez kendini büyük bir tepede buldu. Bir önceki rüyası gibiydi. Suratsız burada değildi. Kendini yine hayalet gibi hissediyordu. Yine Artemis ve Ares’le ilgili bir rüya göreceği için endişeliydi. Ancak etrafta yankılanan kılıç ve çığlık seslerini duyunca rahatladı. Bulunduğu tepenin sonuna ilerleyerek aşağıya baktı. Büyük bir savaş alanının üstündeydi. Savaş aşağıda büyük bir açıklıktaydı. Karşılıklı iki ordu iç içe girmişti. Her yerden kanlar fışkırıyor bedenler parçalara ayrılıyordu. Beyazlar giymiş ordunun yanında kurtadamlar ve Amazon Savaşçıları vardı. 

Genç kız bu savaşın Artemis'in son savaşı olduğunu bir şekilde biliyordu. Artemis uykuya dalmadan önceki son savaş. Amazon savaşçılarına bakan Rebekah, içlerinden birinin Helena olup olamayacağını düşündü. Ama sonradan bu savaşın Vincent ve Helena doğmadan çok önce olduğunu hatırladı. Kurtadamlar, Amazon kadınları ve beyazlılarla birlikte karşılarındaki simsiyah giyinmiş korkunç yaratıklarla savaşıyorlardı. Sadece vampirler yoktu. Garip tipli korkunç yaratıklarda vardı aralarında. Kirke’nin Artemis’i öldürmek için yarattığı yaratıklar! Genç kızın gözleri Ares’i aradı. Beyazlar içindeki ordunun en başındaydı. İki elinde de büyük kılıçlar vardı. Üzerindeki savaş zırhı ve miğferi tamamen kan içinde kalmıştı. Ares’in hemen yanında Zeyna gibi giyinmiş kadın figürü gördü. Başındaki miğferden dolayı yüzünü görememişti. Ama onun Artemis olduğuna emindi. Beyazlar içinde olan kişiler Olimposlulardı. Erkekler beyaz etek ve siyah zırh giymişti. Kadınlarsa kısa beyaz elbiselerinin üzerine zırhlarını giymişlerdi. Hepsinin başında altın rengi miğferleri vardı. Hiçbirinin yüzünü göremese de miğferinin üzerindeki işaretlerden kim olduklarını anlayabiliyordu. Bütün Olimposlular bembeyaz giyinmişti. Sadece yanlarında savaşan Amazon kadınları kendi deri kıyafetleri içindeydi. 

Gökyüzünde büyük bir şimşek oluştu. Genç kız şimşeği takip ederek aşağıdaki figüre baktı. Bu Zeus’tu. Yüzünü görmek için eğildi ama hem fazla yüksekteydi hem de başındaki miğfer yüzünden onu göremiyordu. Buna rağmen sadece bedenini görmek bile içinde garip duygular oluşmasına neden oldu. Zeus şimşeği elinde tutarak kırbaç gibi önündeki orduya savurdu. Vampirler yanarak geriye savruldu. Bir başka köşede vampirler görünmez bir varlık tarafından öldürülüyordu. Ölen her vampir yerde açılan içinden alevler çıkan boşluklara düşüyordu. Rebekah bu görünmez savaşçının Hades olduğunu anladı. Görünmezlik miğferi nedeniyle kimse onu göremiyordu. 

Yüzünde anlamlandıramadığı hüzünlü bir gülümseme oluştu. Biraz ileride her yeri kanla kaplanmış bir erkek kollarını yukarıya kaldırdı. Aynı anda gökyüzünden sarı-kırmızı alev topları inmeye başladı. Bu Apollon'du. Güneşin tanrısı Apollon. Sentorlar, satirler hepsi savaşıyordu. Rebekah tanrıların yüzlerini göremese de sadece bedenlerini bile görmek onda garip hisler uyandırıyordu. Tanıdığı ama bir türlü hatırlayamadığı bir his. Gözleri, başındaki miğferin altından çıkan uzun sarı saçlı kadına takıldı. Üzerindeki beyaz elbise kanla kaplanmıştı. Sarı saçları bile kanlıydı. Rebekah nereden anladığını bilmese de, miğferindeki işarete bakmadan onun Hera olduğunu anladı. Birden nefesi kesildi. Geriye doğru adımlar atarak savaş alanından uzaklaştı. Üzerindeki yeni fark ettiği beyaz elbisenin eteklerini tutarak hızla tepeden aşağıya koştu. Saçları arkasından uçuşuyordu. Çıplak ayakları yerdeki çimlere hızla basıp tekrar havalanıyordu. Ancak Rebekah suratsızın onu götürdüğü rüyalarda olduğu gibi ne rüzgârı ne de çimleri hissedebiliyordu. Yanağındaki ıslaklığı fark edince durdu. Elini kaldırarak birbiri ardına hızla akan gözyaşlarını sildi. Ağladığını bile fark etmemişti. Neden ağladığını bilmiyordu. Yere dizleri üzerine çöktü ve başını arkaya atıp çığlık attı. Hıçkırıkları bedenini sarsıyordu. Neden ağladığını bilmiyordu. Kalbini acıtan hislerin sebebini bilmiyordu. Kalbindeki hislerin yeni farkına varıyordu. Büyük bir özlem çekiyordu. Üzgündü. Ama neden üzgün olduğunu da bilmiyordu. Kimi ya da kimleri özlediğini?...

***
Duş alan Ares, Rebekah’nın çığlığıyla asılı olan havluyu aldığı gibi banyodan koşarak çıktı. Odaya göz attı. Ama kimseyi göremedi. Yatakta oturan ve hızla nefes alan Rebekah’ı görünce genç kızın kâbus gördüğü için çığlık attığını anladı. 

‘’Rebekah?’’ seri adımlarla yanına yaklaşıp havluyu beline sardı ve yatağın kenarına oturdu. Saçlarından ve bedeninden akan su damlaları yatağı ıslatıyordu. Rebekah transa girmiş gibiydi. Alnında ter damlacıkları birikmişti. Ares omuzlarını tutarak Rebekah’ı sarstı. ‘’Rebekah?’’ Genç kız sonunda kendine geldi. Gözlerini kırpıştırarak bakışlarını Ares’e çevirdi. Rebekah’nın sulanmış mavi gözleri Ares’in kalbinin teklemesine neden oldu. 

Genç kız şaşkınca etrafına bakındı. Neredeydi? En son Ares’in yine onu iyileştirdiğini hatırlıyordu. Kapkaranlık bir odadaydı. Duvarlar koyu griydi. Yerler bordo renk halıyla kaplıydı. Camlardaki siyah perdeler kapalıydı. Bu yüzden sabah mı yoksa gecemi anlayamadı. Odada ki tek ışık, açık banyo kapısından içeriye süzülüyordu. Derin bir nefes alarak kendine gelmeye çalıştı. Rüyanın etkisinden hala kurtulamamıştı ve nerede olduğu hakkında en ufak fikri yoktu. Gözlerini tekrar Ares’e çevirdi. Çıplak göğsünden ve ıslak saçlarından sular damlıyordu. Üzerine oturduğu siyah yatak çarşafı ıslanmıştı. Gözleri çıplak omzundan kaslarla kaplı vücuduna indi. Kusursuz vücudu insanda dokunma hissi uyandırıyordu. Gözlerini daha da aşağıya indirdi. Belinde sadece havlu sarılıydı. Rebekah yutkunarak gözlerini Ares’in gözlerine sabitlemeye çalıştı. Aşağıya bakması hormonları için çok sakıncalıydı. 

‘’İyi misin?’’ Rebekah kafasını salladı. ‘’Neler oldu?’’ diye sordu. Saldırıda neler olduğunu bilmiyordu. Yaralanan ya da ölen olmuş muydu? Vincent neredeydi? Jordan, Parker, Caleb, Trent, James, hatta Felicia? Hepsi iyi miydi? Rebekah’nın kalp ritmi birden hızlandı. 

‘’Seni alamayınca geri çekildiler. Ölen vampirlerin cesetleri bir araya toplanarak yakıldı. Yarın ölen kurtlar için cenaze töreni düzenlenecek.’’ Rebekah endişeyle dizleri üzerinde doğruldu. ‘’Ölen kurtlar mı? Kaç kişi öldü? Kimler öldü?’’ Ares Rebekah’ı bileklerinden tutarak oturmasını sağladı. ‘’Ergenlerden altı, yetişkinlerden de beş kişi öldü. Diğerleri iyi merak etme. Ölenler arasında senin tanıdıkların yok. Parker ve Liam ağır yaralandı. Ama şimdi durumları iyi. İkisi de dinleniyor.’’ 
Rebekah birazda olsa rahatlamıştı. Ama ölen kurtlar kalbinin sızlamasına neden oldu. Onlarla arasındaki bağı artık kabullenmişti. Birine bile zarar geldiğini öğrenmek onun canını kat kat daha fazla acıtıyordu. Gözlerini kapatıp tuttuğu nefesi bıraktı. ‘’Ne zamandır uyuyorum?’’ 

‘’Dün akşam seni buraya getirdiğimden beri uyuyorsun.’’ 

Rebekah gözlerini açıp etrafına bakındı tekrar. ‘’Neredeyim ben?’’ 

Ares çarpık bir şekilde gülümsedi. ‘’Benim odamdasın.’’ Rebekah şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. Tam da Ares’den bekleneceği gibi her şey siyahtı. Kaşlarını çatarak ‘’Neden senin odandayım? Koskoca kalede kalacak başka yer kalmadı mı?’’ diye sordu. Ares’in yüzündeki gülümseme daha da genişledi. ‘’Burada olmanı ben istedim. Bir şikâyetin mi var?’’ Rebekah inanamazmış gibi Ares’e baktı. Bu adamın sorunu neydi? Bir gün onu görmezden geliyor, ertesi gün hiçbir şey olmamış gibi şakalaşıyordu. Ve neden sürekli gülümsüyordu. 

‘’Evet. Eminim senin yatağında yattığım için bit ya da pire kapmışımdır.’’ Diye cevapladı Ares’i suratını buruşturarak. Diliyle kalbi aynı şeyleri söylemiyordu. Ares’in yatağında uyuduğu için kalbi hızla çarpıyordu. Zihni ise şimdiden değişik görüntülerin hayalini kuruyordu. Ares gülümserken, Rebekah’nın gözleri yine belindeki havluya takılınca kaşlarını çattı. Fazla dikkat dağıtıcıydı. ‘’Lütfen giyinir misin?’’ 

‘’Görüntü hoşuna gitmedi mi?’’ Ares’in sorusu karşısında çenesi neredeyse yere düşecekti. Bu adam ciddimiydi? Bugün gerçekten de Ares garipti. Ares kahkaha atarak Rebekah’nın açık kalan çenesini kapattı. Ayağa kalkarken belindeki havluyu düzeltti. 

‘’Söylesene kaç şiddetindeydi?’’ Rebekah’nın sorunu anlamayan Ares kaşlarını çattı. ‘’Ne?’’ 

‘’Diyorum ki dün kaç şiddetinde kafana darbe aldın da bu kadar güler yüzlü ve şakacı oldun. Kafana koskoca bina düşse ancak bu hale gelirdin! Vampirler seni fazla zorlamış olmalı.’’ Ares cevap vermek yerine kafasını bıkkınlıkla iki yana salladı. ‘’Karnın aç mı?’’ Rebekah somurtarak, kollarını göğsünde birleştirdi. Bu adamı anlamak imkânsızdı. Ne yapacağı belli olmuyordu. Davranışları yüzünden Rebekah maymuna dönmüştü. ‘’Ayı kadar açım.’’ Dedi. 

Ares gülümsedi. ‘’Bende açım. Kahvaltı birazdan gelir.’’ Kollarını açarak gerindi. Bütün kasları onun her hareketiyle birlikte dalgalanıyordu. Sanki iç çamaşırı mankeni olmak için doğmuştu. Rebekah yutkunurken gözleri her an belinden düşecekmiş gibi duran havluya takıldı. Yanakları istem dışı kızarırken bakışlarını sonunda kaçırabildi. Ama geç kalmıştı. Ares dolabına ilerlerken kahkahası odada yankılandı.

Rebekah, Ares dolaba girdikten sonra homurdanarak ayaklarına dolanan örtüyü itti. Yataktan bacaklarını sarkıtıp ağrıyan boynunu çevirdi. Banyoya gitmek için yataktan zıplayarak atladı. Çıplak ayaklarını yerdeki yumuşak halıya sürüyerek banyoya girdi. Elini yüzünü yıkarken aynadaki yansımasına dikkatle baktı. Hiç çizik izi kalmamıştı. Doğrulup eliyle kaburgalarını yokladı. Ares’in iyileştirme gücünü iyice alışkanlık haline getirmişti. Bir dahakine onu öylece bırakacağını düşünüyordu. Birbirine dolanmış saçlarını eliyle düzeltmeye çalışırken üzerinde kendine oldukça büyük gelen tişörtü fark etti. Siyah tişört kalçasının hemen altında duruyordu. Ve içinde hiçbir şey yoktu. Tamamen çıplaktı. Rebekah’nın gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı. Onu kim soymuş ve bunu giydirmişti? Genç kız dün olanları hatırlayınca gözleri yerinden fırlayacakmış gibi açıldı. Dün bütün vücudu kanlarla kaplanmıştı. Yani birisi onu yıkamıştı da! Tüm bunları Ares’in yapmış olmasını düşünmek bile istemiyordu. ‘’Tanrım!’’ diye inleyerek banyonun kapısını açtı. 

Ares televizyonun karşısındaki koltukta oturuyordu. Bir bacağını dizinin üstüne atmış, bedeni koltukta aşağıya doğru kaymıştı. Üzerinde sadece siyah pantolon vardı. Rebekah hızlı adımlarla ilerleyip televizyonun önüne geçti. Ellerini beline koydu ve ayağını yere öfkeyle vuruyordu. Zihni yine savaş içindeydi. Azgın hormonları Ares’in onu yıkarken ki görüntülerini gözlerinin önüne getiriyor ve kalbinin hızla atmasına neden oluyordu. Ama mantıklı düşünen hormonlarıysa Ares’in ellerini kırıp kıçına monte etmek istiyordu. 

Ares pişkince sırıtıp, tek kaşını kaldırdı. ‘’Bir sorun mu var?’’ 

‘’Beni kim yıkadı ve giydirdi?’’ Rebekah’nın kızgınlıkla sorduğu soru karşısında Ares’in gülümsemesi genişledi. Rebekah elleriyle yüzünü kapatıp derin nefes aldı. Homurdanarak bakışlarını Ares’e çevirdi. İşaret parmağını ona doğru sallayarak ‘’Lütfen sen olmadığını söyle. Eğer öyleyse ellerini kıçına monte ederim ona göre!’’ Dedi. 

Ares gülümserken omzunu silkti. ‘’Jordan, Parker’la ilgileniyordu... ‘’ Rebekah’nın gözleri kocaman açıldı. Koltuktan aldığı yastıkla Ares’e vurmaya başladı. ‘’Seni adi herif, pis sapık.’’ Ares kıkırdarken ‘’Bende nemflerden yardım aldım.’’ Diyerek az önceki cümlesini devam ettirdi. Rebekah elindeki yastığı Ares’in suratına bastırırken durdu. Rahatlamanın etkisiyle tuttuğu nefesini bıraktı. Yastığı çekerek Ares’in suratına baktı. ‘’Kim olduğun önemli değil savaş tanrısı! Benim gözümde kendini beğenmiş öküzün tekisin!’’ Ares’in sinsi gülümsemesi yüzünü kaplarken tek kaşı kalktı. Öne atılıp Rebekah’ı belinden tuttu ve hızla koltuğa yatırdı. Bedeniyle üstüne çıkarak kollarını başının üzerinde sabitledi. 

‘’Sen… Sen ne yaptığını sanıyorsun! Kalk üstümden!’’ Rebekah bir yandan homurdanıyor bir yandan da kalbine ve hormonlarına söz geçirmeye çalışıyordu. 

‘’İnatçı bir kızsın. Ağzın bozuk. Ve bu benim hoşuma gidiyor Neraida Koritsi’’

‘’Ahh işte yine aynı kelime! Ne anlama geliyor bu?’’ Rebekah çırpınarak bacaklarını oynatmaya çalıştı. Ama Ares’in bacakları altında esir alınmışlardı. ‘’Bilmem. Belki bir gün söylerim.’’ 

‘’Ahh hadi ama. Hem bugün senin neyin var. Dün bana böcek gibi davranırken şimdi şakalaşıyorsun. Ayrıca üzerimden kalk Ares!’’ Ares’in yüzündeki gülümseme silindi. Gözleriyle Rebekah’nın yüzünün her santimini inceledi. Gözleri arzuyla koyulaşmıştı. Ferah nefesi her seferinde genç kızın yüzüne çarpıyor ensesindeki tüylerin dikilmesine neden oluyordu. Ares’in gözleri, Rebekah’nın dudaklarında kilitlenince, genç kız seslice yutkundu. Bunun üzerine Ares gülümsedi. 

‘’Zihnimde savaş içindeyim Neraida Koritsi. Ne yaptığımı ben bile bilmiyorum.’’ Dedi ve Rebekah’nın üzerinden hızla kalktı. Her zamanki gibi genç kızı, şaşkınlığıyla arkasında bıraktı. Rebekah yine aynı duruma düştüğü için kendine lanet okudu. Koltukta doğrularak cam kenarına ilerleyen Ares’e baktı. Ona hissettirdikleri ve yaptıkları yüzünden kızmak, nefret etmek istiyordu. Ama her seferinde başarısız oluyordu. Sabah gördüğü rüya zihninde kare kare canlanırken kalbi sızladı. Artemis’i bu kadar çok seviyorken neden benimle uğraşıyorsun diye sormak istiyordu Ares’e. Neden bana bir gün yakın davranıp sonra kendini suçlu hissederek uzaklaşıyorsun? Ares böyle yapmaya devam ederse her şey Rebekah için daha zor olacaktı. Tüm bunlar bittiğinde ve Ares gittiğinde boş bir kabuk gibi ortada kalacaktı. Çünkü Ares kalbini de acımasızca sökerek yanında götürecekti. Gözleri yanmaya başlayınca hızla ayağa kalktı. 

‘’Odam ne âlemde. Giyinmem lazım. Yapacağım işler var?’’ Ares omzunun üzerinden ona baktı. ‘’Kahvaltı yapmayacak mısın?’’ 

‘’Aç değilim. Odamdaki o… Cesetler gitti mi?’’ 

‘’Evet. Hepsi temizlendi. İstersen Vincent sana başka bir oda ayarlasın.’’ 

‘’Gerek yok üstesinden gelirim!’’ Ares’e arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi. 

‘’Bu halde mi gideceksin?’’ Ares’in kızgın sesini duyunca çıldırmamak için kendini zor tuttu. Ona neydi ki? İsterse çıplak gezerdi. Ona ne oluyordu? Bunları söylemek yerine derince nefes alıp verdi. ‘’Koşacağım. O hızda kimse üstümdekini görecek değil.’’ Dedi ve odadan çıktı. Kapıyı arkasından sertçe kapattı ve koşmaya başladı. 
Odasının önüne geldiğine yavaşladı. Koridorun boş olduğunu görünce biraz bekledi. Dün ki vahşetten sonra odasına girmek ürkütücüydü. Derin nefes alıp elini kapının kulpuna götürdü. Kapıyı açıp yana doğru itti. Dün kanlar içinde olan odası sanki hiçbir şey olmamış gibiydi. Kırılan camların yerine yenisi takılmıştı. Duvarlardaki ve yerdeki kanlar temizlenmişti. Oda ışıl ışıl parlıyordu. Yatağına temiz beyaz çarşaf geçirilmiş, beyaz perdeler çekilmişti. Yerdeki halı bile değişmişti. Rahatlayarak içeriye girdi ve kapıyı arkasından kapattı. Düşündüğü kadar ürkütücü gelmiyordu. Sadece bazı noktalardaki kopuk bacak, kafa ve başları düşünmemek yeterliydi. Bedeni ürperen genç kız koşar adım dolabına girdi. Üstünü değiştirirken kafasında günün planını yaptı. Önce Parker ve Liam’ı ziyaret edecek sonra Vincent’la görüşecekti. Sonrada Hekate’yi araştırmak için Caleb’ı bulmalıydı. Kütüphanedeki kitapların yerini iyi bildiğini geçen gün kanıtlamıştı. 

*** 

Vincent’ın çalışma odasının kapısını tıklatan genç kız biraz bekledikten sonra kapıyı açtı. Kapıdan içeriye başını sokup odada Vincent’ı aradı. Vincent çalışma masasında oturuyor önündeki kâğıtları inceliyordu. Rebekah’nın sesini duyunca başını kaldırıp genç kıza baktı. ‘’Gelebilir miyim?’’ 

‘’Tabii ki.’’ Vincent gülümseyerek ayağa kalktı. Rebekah içeriye girip kapıyı kapatırken hemen dikkatle kızını süzdü. Dün gece yaralandığı için endişelenmişti. Anlaşılan eski haline geri dönmüştü. Aslında Rebekah burada olduğu için oldukça rahatlamıştı. Bütün gece Ares’in odasında kalmış olması onu deliye çevirmişti. Ares burada kalacak demiş ve konuyu kapatmıştı. Oysa Vincent bütün gece uyuyamamıştı bile. Savaş tanrısının kızına olan özel ilgisi gözünden kaçmamıştı. Ve bu onu oldukça sinirlendiriyordu. Kızına daha yeni kavuşmuşken onu başka biriyle paylaşmaya niyeti yoktu! 

‘’Habersiz geldiğim için kusura bakmayın.’’ 

Vincent oturması için eliyle koltuğu işaret etti. ‘’Ne zaman istersen gelebileceğini söylemiştim Rebekah.’’ Diyerek kızının karşısına oturdu. 

‘’Ölen kurtlar için yarın tören düzenlenecekmiş. Kayıplar için çok üzgünüm.’’ 

‘’Bunun için bende üzgünüm. Ama savaşları kazanmak için bazı kayıplar vermek gerekebilir.’’ Vincent dün gece ölen 11 kurtadam için üzülüyordu. Ama ölenler sadece onlar değildi. Vampir Kralın kalesini izlemeleri için görevlendirdiği üç kurtadam da ölmüştü. Dün sabah Marcus’un kara mizah anlayışı ile öldüklerini öğrenmişti. Büyük bir hediye paketinin içinde üç askerinin başı vardı. Vincent’ın gözünün önünde başka anı canlanınca boğazını temizleyerek bakışlarını Rebekah’a çevirdi. ‘’İyi olduğunu görüyorum.’’ 

‘’Evet. Ares beni bir kez daha iyileştirdi.’’ 

‘’Dün orada çok iyi iş çıkardın. Yaptıkların, bu ilk çarpışman olmasına rağmen oldukça etkileyiciydi.’’ 

Rebekah omzunu silkerek gülümsemeye çalıştı. ‘’Dün neler yaptığımın farkında bile değildim. Sürekli çelişkiye düştüm. Yani... Onlar o kadar fazla insan ki.’’ 

‘’İlk zamanlarda hepimiz bu sorunları yaşadık Rebekah. Zaman geçtikçe ne kadar zorla vampir olsalar da hepsinin canavardan farkı olmadığını anlıyorsun. Zamanla sende buna alışacaksındır.’’ Rebekah kafasını sallamakla yetindi. Sabah James’le olan karşılaşmasını hatırlayınca ‘’Sabah Parker ve Liam’ı ziyaret etim. İkisinin de durumu iyi. James yanınıza geleceğimi öğrenince bunu iletmemi istedi. Sürüdeki birkaç kurtla beraber ormanı kontrol etmeye gittiler.’’ Dedi. 

Vincent iç çekerek ayağa kalktı. Masaya ilerleyerek bardaklardan birine viski koydu. ‘’Bu saldırı son olmayacak. Bir dahakine hazır olmamız gerekiyor. Artık nerede olduğunu biliyorlar. Özellikle Maxwell’i elimizden kaçırmamız kötü oldu.’’ Rebekah dün onunla olan konuşmasını hatırlayınca kaşlarını çattı. ‘’Bana Marcus’un oğlu olduğunu söyledi? Vampirlerin çoğalamadığını sanıyordum.’’ 

‘’Vampirler çoğalamaz. Marcus Kirke’nin ilk vampiriydi. Onunla birlikte oğlunu da dönüştürdü. Marcus Maxwell’in biyolojik babası. Vampirler arasında kan bağı olan sadece onlar var. Maxwell vampirlerin en güçlüsü ve sinsi olanıdır. Marcus'dan bile daha güçlü. Marcus korkağın tekidir. Ama oğlu öyle değil. Maxwell saldırı sırasında etrafta gözükmedi. Eminim sinsice kalede gezip ne bildiğimiz öğrenmek için bilgi toplamıştır. Sonra da seni kaçırmaya çalıştı zaten.’’ Dün geceki ailesinin katili ile karşılaşmasını hatırlayınca genç kız yumruklarını sıktı. Maxwell oldukça insansı ve yakışıklıydı. Etkileyici bir Rus aksanı vardı. Ne kadar yakışıklı görünse de Rebekah onun içindeki canavarı biliyordu. Vahşi bir yaratıktı. Eğer dün yaralanmamış olsaydı Ares peşinden gider ve onu öldürebilirdi ama Rebekah yüzünden Maxwell Krala bilgi taşıyabilmişti. Sıkıntıyla tuttuğu nefesini bıraktı. ‘’Ben gitsem iyi olacak. Yapmam gereken işler var.’’ 

Vincent bir kere kafasını salladı. Aklına takılan düşünceyle kaşları çatıldı. Bunu Rebekah’a sormak istiyordu ama nasıl sorabilirdi ki? Rebekah kapıyı açtı. Tam dışarı çıkmak üzereyken durup Vincent’a döndü. ‘’Bu arada odam için teşekkürler. Dün ki vahşetin hiçbir izi yok. Bu gece rahatlıkla uyuyabileceğim.’’ Vincent yüzündeki gülümsemeye engel olamadı. Rebekah tam da sormak üzere olduğu sorunun cevabını vermişti. 
...

Rebekah kütüphaneye ilerlerken yolda gördüğü nemflerden biri durdurdu. Karnı çok acıkmıştı. Kütüphaneye yiyecek bir şeyler götürmesini söyledi. Caleb’ın da otlanacağı düşünerek küçük bir orduyu doyuracak kadar yemek getirmelerini söyledi. Daha sonra hızla koştu. Bu ışık hızı olayı oldukça havalı ve işe yarayan bir şeydi. Sabah Parker’ı ziyaret ederken Caleb’ı görmüş ve ona yardım etmesini istemişti. Caleb da kabul etmişti ve onu kütüphanede bekleyecekti. Sessiz kütüphaneden içeriye giren Rebekah arka koltukta yatan Caleb’ı gördü. İki kişilik deri koltukta uzanmıştı. Uzun bacakları koltuğun dışına taşmıştı. Rebekah’nın ayak seslerini duyunca tek gözünü açtı. ‘’Güzellik uykunu mu bozdum?’’ ‘’Aynen öyle.’’ Genç kız bunun üzerine ona dil çıkartıp, Caleb’ın ayaklarını tutup havaya kaldırdı. Koltuğa oturup Caleb’ın bacaklarını kucağına koyarken dövmeli kurt adam tek kaşını kaldırmış ona bakıyordu. 

‘’Ne? Çok istiyorsan kalkabilirsin.’’ Dedi genç kız omzunu silkerek. Caleb çarpık bir şekilde gülümsedi. Rebekah bir gece önce onun ölümün kıyınsa dolaştığını hatırlayınca ürperdi. Kurtlara bir şey olmasına dayanamıyordu. Özelliklede Caleb, Jordan, Parker ve James genç kız için diğer kurtlardan daha değerliyken. O sırada kütüphanenin açık kapısından içeriye süzülen nemfleri görünce bakışlarını onlara çevirdiler. Üç nemf neredeyse havada süzülerek ellerindeki tepsileri taşıyorlardı. Tepsileri önlerindeki masaya bırakıp yemekleri servis ettiler. Rebekah patates kızartması ve köfteyi görünce inledi. ‘’Tanrım kurt kadar açım.’’ Dedi. Caleb’ın alaycı bakışlarını üzerinde hissedince. ‘’Bakma öyle.’’ Dedi. Nemflere teşekkür edip Caleb’ın bacaklarını aşağıya itti. Caleb homurdanarak toparlanıp oturdu. Rebekah gibi o da acıkmıştı. Sessizce yemeklerini yediler. Rebekah arkasına yaslanarak şişen karnını sıvazladı. 

‘’Şu dördüncü tabağı yememeliydim.’’ Diye inledi. Ayı gibi yemişti. Dün de yemek yemediği düşünülürse normaldi. 

Caleb da arkasına yaslandı. Ayağını dizinin üzerine koydu. ‘’Eee bugün ne araştırıyoruz?’’ diye sordu. 

‘’Tanrıça Hekate. Onunla ilgili her şeyi bilmek istiyorum.’’

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin