BÖLÜM 23

47.5K 2.5K 30
                                    

…ZİYARETÇİ…

''Ziyaretçi mi?'' diye sordu Jordan. 
Heyecandan gözleri kocaman olmuş Rebekah, Parker cevap vermeden araya girdi. ‘’Kim?’’

‘’Ares'in ikiz kız kardeşi, barış ve zeka tanrıçası Athena!’’
Taht odasına ilerlerken bilerek koşmamışlardı. Olabildiğince yavaş yürüdüler. Yol boyunca Parker bildiği her şeyi onlara anlattı. Ares bütün gece Zeus’a ulaşmaya çalışmış ama Zeus ona cevap vermemişti. O da Athena’ya Rebekah hakkında her şeyi anlatmış ve onu buraya çağırmıştı. 

‘’İnanamıyorum! Athena burada! Yani kalede! Ares haricinde hiçbir tanrıyı görmemiştik.’’ Dedi Jordan heyecanla.

‘’Hiçbiriniz Ares haricinde başka kimseyi görmedi mi?’’ diye sordu Rebekah büyük bir merakla.

‘’Hayır. Klotho, Hekate, Artemis, Hades, Zeus… Hiçbirini görmedik. Sadece Ares’i gördük.’’ Dedi Parker. Taht kapısının önüne gelince Rebekah derin bir nefes aldı. En az Jordan kadar heyecanlıydı. 
Parker kısa bir duraksamanın ardından kapıyı iterek açtı. Parker önde Rebekah ve Jordan arkasında salona girdiler. Her zamanki gibi siyah tahtta Vincent oturuyordu. James onun hemen sağ tarafındaki yerindeydi. Caleb, Vincent’ın tahtının hemen yanında duruyordu. Ares her zamanki gibi cam kenarındaydı. İçeriye girdiği an gözleri Rebekah’a çevrildi. Gözleri birleşince Rebekah'nın kalbi hızla atmaya başladı. Birde ondan uzak kalmayı düşünüyordu! Sadece birkaç saat görmemesine rağmen özlemişti. 

Ares’in hemen önünde tıpkı Ares gibi sarı saçlı, onun kadar uzun boylu bir kadın duruyordu. Sırtı Rebekah’a dönüktü. Üzerinde beyaz, upuzun kuyruğu olan elbise vardı. Sarı saçları şelale gibi kalçasına kadar dalgalar halinde iniyordu.
Parker durunca Jordan ve Rebekah da durdu. Genç kurtadam Alfasına selam verip yerine geçti. Jordan ve Rebekah ise odanın ortasında duruyordu.

‘’Kardeşim seni Rebekah’la tanıştırayım.’’ Ares’in sözleri üzerine Athena, Rebekah ve Jordan’a doğru döndü. Gözleri genç kızla karşılaşınca kocaman açıldı.

‘’Zeus aşkına!’’ Diye şokla fısıldadı. Rebekah da Athena’dan farksız değildi. Şaşkınlıkla Athena'ya bakıyordu. Güneş kadar sarı saçlar, masmavi gözler ve pürüzsüz, kusursuz altın rengi ten... Athena kıskanılacak kadar güzeldi. Artemis’le birlikte güzellik yarışmasına katılsalar jüri üyeleri hangisini birinci seçeceğine karar veremeyip harakiri yapabilirlerdi. Ama Rebekah’ı etkileyen görüntüsü değildi. Göz göze geldikleri an işareti birden sıcaklıkla yandı ve acıyla sızladı.

‘’Ahh!’’ Rebekah ağzından çıkan inlemeye engel olamamıştı. Dengesini kaybedip öne doğru sendeledi. Yanında duran Jordan’ın bileğini sıkıca kavradı.

‘’Rebekah?’’ Vincent tahtından doğrulurken Ares hemen yanında geldi. ‘’Ne oldu?’’ dedi çatılı kaşlarla. 

‘’İşaretim… Yandı!’’gözlerini kırpıştırarak Ares’in omzunun üzerinden Athena’ya baktı. O da hala şaşkınlıkla Rebekah’a bakıyordu.
Barış ve zeka Tanrıçası Athena için gün her zamanki gibi başlamıştı. Olimpos dağındaki tapınağında rahibeleri ile dua ediyordu. Her şey normaldi. Ta ki yüzyıllar sonra kardeşi Ares ona seslenene kadar. Önce buna inanamadı. Zihninin bir oyunu olduğunu düşündü. Ancak kardeşi tekrar ona seslenince çağrısına cevap verdi. Onunla görüşmek istediğini söylemiş ama Athena kırılan kalbi ve gururu yüzünden bunu kabul etmemişti. Ares de bunun üzerine her şeyi ona anlatmış ve hemen dünyaya, Rusya'daki kaleye gelmesini istemişti. Bunun üzerine Athena kardeşinin yanına geldi. 

Yüzyıllar sonra onu görmek, bütün üzüntüsünü unutturmuştu. Ares için üzülüyordu. Kardeşi, Artemis’in kaybının ardından bunu kabullenememiş önce tahtını ve Olimposu terk etmişti. Sonra da bütün ailesini geride bırakmıştı. Yıllardır hiçbir tanrı ile iletişime geçmemişti. Athena ona ne kadar seslense de Ares çağrılarına cevap vermemişti. Ona kırgındı. Kızgındı. Ama aynı zamanda da hak veriyordu. Çünkü her yüz ona Artemis’i hatırlatıyordu. Olimposun her yeri Artemis’in anıları ile doluydu. Böyle bir yerde yaşamak Ares için cehennem azabından farksızdı. Henüz kimse Artemis’in kaybına alışamamıştı. Çünkü aralarından birine zarar gelebileceği, öleceği akıllarına bile gelmemişti. Böyle bir şey ancak titanlar tarafından olabilirdi. Bir başka olimposlu tarafından değil. 

Artemis henüz ölmemiş olsa da Athena onun bir daha uyanamayacağını kabullenmişti. Bundan sonra Artemis’in uyanması için büyük bir mucize gerekliydi. Ancak şimdi ise karşısındaki kadını görünce şaşkınlıktan ne yapacağını şaşırmıştı. Ares ona her şeyi anlatırken Rebekah Diana Blackwood adlı insan kadınının Helena’ya benzediğini söylemişti. Ama o kadar üzerinde durmamıştı. Athena ufak bir benzerlik hayal etmişti. Ama yanılmıştı.

Helena hatta Helena’nın atası Hippolyta’nın birebir kopyasıydı karşısındaki insan kadın. Helena’nın gece kadar siyah kalçalarına inen saçları vardı. Aynı saçlar Rebekah’da da vardı. Gözleri Helena’nın koyu mavi gözlerinden biraz daha açıktı. Yüzü ondan biraz daha küçük ve sevimliydi. Helena’dan biraz daha kısa olan vücudunun hatları, düzgün ve dolgundu. Bütün bu benzerliklerle karşısında ki Helena’ydı. Karşısındaki insan kandı tıpkı Helena’nın büyük büyük annesi Hippolyta’ya benzediği kadar Helena’ya benziyordu. Helena’ya kızı olacak kadar çok benziyordu.
Bunca zamandır bu kadının kalede olup, Vincent’ın aklını kaçırmamış olması mucizeydi. Her gün ona ölmüş karısını hatırlatacak birinin yüzüne bakmak korkunç derecede büyük bir ıstırap ve acı çekmesine neden olmuş olmalıydı. Vincent’ın düşündüğü gibi gerçek ortadaydı. Bu gerçeği görebilmek için DNA testine gerek yoktu. Rebekah Helena ve Vincent’ın kızıydı. 

Peki, Helena neredeydi? Athena’nın bildiği en önemli şeyse Amazon Savaşçılarının Kraliçesi, Hades’in Ölüler Diyarında değildi. Ares’in ona çağrısının ardından Hades ile görüşmüştü. Hades, Helena adından bir savaşçı ruhunun diyarına hiç girmediğini söylemişti. Bu da demek oluyor ki Helena yaşıyor ve dışarıda bir yerdeydi. Ama nerede? Athena Vincent’ın bunu duyduğu anki surat ifadesini sonsuza kadar sürecek yaşamı boyunca asla unutmayacaktı. Eşine bu kadar aşık bir adamın yaşadığı sevinç ve rahatlamayı asla unutmayacaktı.

Athena şaşkınlığından kurtulup omuzlarını dikleştirdi. Odadaki garip bakışmalar ve sessizlik sinir bozucuydu. Alfa ayağa kalkmış çatılı gözlerle Ares’e bakıyordu. Diğer dört kurtsa sessiz ve gergin bir şekilde bekliyordu. Bunların arasında Athena’nın ilgisini çeken en önemli şey kardeşinin davranışıydı. Rebekah denen insan kadının neden öyle tepki verdiğini bilmiyordu ama Ares’in endişeli davranışları fazlasıyla dikkat çekiciydi. Ares’in bu kıza olan ilgisini daha ilk anda hissetmişti. Onlar bir elmanın iki yarısıydı. Bu nedenle kardeşi ne hisseder ve ne düşünürse Athena bunu bilirdi. 
Son görüşünden sonra Ares değişmişti. Artemis’in ardından Ares boşluğa düşmüş ve kaybolmuştu. Gülmüyor, konuşmuyordu herkesten her şeyden kaçıyordu. Oysa şimdi canlanmış gibiydi. Athena kaleye geldiğinde onu güler yüzle karşılamış ve sarılmıştı. Ne kadar özlediğini söylemişti. Rebekah odaya girdiğinde ise gözleri parlamıştı. Tanrıça Athena, Rebekah’nın ne olduğunu bilmese de onu koruyacak ve başına zarar gelmesine engel olacaktı. Çünkü kardeşi onun sayesinde Athena’ya geri dönmüştü. Belki de onu sadece Athena’ya kavuşturmamış tekrar hayata döndürmüştü. Tanrıçanın tek bir dileği vardı. O da eski günlerdeki kardeşinin tekrar hayata dönmesiydi. Ve karşısındaki insan kadın bunu başarmışa benziyordu.

‘’Demek Rebekah sensin.’’ Dedi Ares ve Rebekah’nın yanına ilerleyerek. 

Rebekah gülümsedi. Ares de ilk karşılaştıklarında ona böyle söylemişti. Athena ona yaklaşırken dikkatle tanrıçayı inceledi. Ares’le ikiz olduklarını biliyordu. Bunu bilmese bile gördüğü an anlayabilirdi. Çünkü birbirlerine çok benziyorlardı. Güneş kadar sarı saçları, altın rengi kusursuz tenleri, uzun ve düzgün fizikleri hem biz tanrıyız hem de kardeşiz diye bağırıyordu. Ares’in bir erkeğe göre iri, uzun ve kaslarla kaplı bedeni gibi Athena da inanılmaz derece de çekiciydi. Ares kadar uzundu ve erkeklerin 90-60-90 tabirine uyan fiziği vardı. Bedeninin üst kısmını saran beyaz elbisesi daha da muhteşem görünmesine neden oluyordu. Ve Rebekah yine aynı şeyi hissediyordu. Tıpkı kurtlar, Vincent, Ares ve suratsız da olduğu gibi. Athena da onda garip duygular uyandırıyor ve tanınmışlık hissi zihninde dolaşıyordu. Onu daha önce gördüğünü düşünmüyordu ama yine de onu hatırlıyor gibiydi.

‘’Hiç sanmıyorum ama daha önce karşılaştık mı?’’ Tanrıçanın kahkahası sessiz salonda yankılandı. Neşeli kahkahası kulağa müzik gibi geliyordu. 

‘’Seni daha önce görseydim inan ki aklımdan hiç çıkmazdın. Çünkü inanılmaz derece de Hel…-

‘’Daha önce karşılaştığınızı sanmıyorum!’’ Diye araya girdi Ares. Kısık sesi sinirli olduğunu belirtiyordu. Athena kaşlarını çatarak kardeşine baktı. Ares’in yanakları kasılırken, kızgın bir boğa gibi burnundan soluyordu. Tanrıça başını yana eğip aralarındaki bağı kullanarak kardeşine seslendi.

‘Ona söylemedin değil mi?’’

‘Elbette söylemedim. Helena’ya benzediği hatta onun kızı olduğunu söyleseydim ne tepki vereceğini bilmiyorum. Ayrıca bunu yapması gereken kişi ben değil Vincent! Rebekah’nın şimdi bunu kaldırabileceğini sanmıyorum. Sakın bunu ona söyleme.’ Ares’in öfkeli sesinin zihninde yankılanması üzerine Athena tek kaşını kaldırdı.

‘Ona fazla değer verdiğini görebiliyorum Ares.’

‘Bununla bir sorunun mu var Athena?’ diye kükredi Ares, Athena’nın zihninde.

‘Yani ona olan ilgini kabul ediyorsun kardeşim?’

Ares bakışlarını, olanlara bir anlam veremeyen Rebekah’a çevirdi. Genç kızın çatılı kaşları altındaki, mavinin en güzel tonundaki gözleri Athena ile Ares arasında gidip geliyordu. Odada ki herkes gibi iki kardeşin aralarında geçen sessiz diyalogu o da duyamıyordu.
‘Artemis’in ardından ilk defa tekrar hissetmeye başladım. Duygularımı ve beni hayata döndüren kadın tam karşında duruyor.’ Ares’in itirafı karşısında Athena’nın kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Çünkü Ares yüzyıllar sonra ilk defa Artemis’in adını bu kadar rahat bir şekilde söylüyordu. Belki de gerçekten de Rebekah onu hayata döndürüyordu.

‘Yani artık Artemis’i geçmişinde mi bıraktın? Hayatına devam mı ediyorsun?’

Athena’nın sorusu üzerine Ares’in kalbi sızladı. Boğazına oturan yumruğu gidermek için yutkundu. Birkaç gün önce olsa Ares bunu hemen inkar ederdi. Ama artık yapamıyordu. Cevabı çok iyi biliyordu. Yüzyıllardır hiçbir kadın dikkatini çekmemişti. Hiçbirine bakmamış, arzulamamıştı. Ama karşısındaki parlayan ucubeye dönüştüğünü sanan açık sözlü, inatçı kız bütün kurallarını yıkmıştı. Evet, onu ilk gördüğü an bedeninde ve kalbinde hissettirdikleri için ondan nefret etmişti. Artemis’e ihanet ettiğini düşünüp ondan uzaklaşmıştı. Çünkü Artemis’in bir gün uyanacağını hep biliyordu. Ama Rebekah’ı tanıdıkça kendini ondan uzak tutamaz olmuştu. Kimseyi istemediği kadar onu arzular olmuştu. Sürekli gözünün önünde, kollarının arasında olsun istiyordu. 

Artemis’in yasını hala tutuyor, onu çok seviyor ve özlüyordu. Ancak Rebekah birden içine işlemişti. Bedenine ve zihnine girip bütün sistemini işgal etmişti. Artemis’i asla unutmayacaktı. Onu unutması imkansızdı. Ama artık tekrar yaşamak istiyordu. Tekrar hayata dönmek istiyordu. Ve bunu, kalbinin tekrar atmasını sağlayan inatçı kızla yapmak istiyordu. En azından deneyecekti.

‘Hayır kardeşim. Artemis hiçbir zaman geçmişim olmayacak. Ancak artık hayatıma devam etmek istediğime karar verdim. Ve yeni hayatımda bu inatçı kadınla olmak istiyorum. Tabii eğer o da benim onu istediğim gibi beni isterse.’

Rebekah, Ares ve Athena’nın surat ifadelerinin sürekli değişmesine bir anlam veremedi. Sanki konuşuyorlarmış gibiydi. Tek kaşını kaldırarak bu sinir bozucu sessizliği bozdu.
‘’Pekâlâ, içinizden ya da herhangi bir organınızla konuşabilme gibi bir özelliğiniz mi var? Çünkü dışarıdan bakıldığında garip görünüyorsunuz.’’ Odadaki herkesin suratında gülümseme oluştu.

‘’Aklından geçenin aksine 'kıçımızdan' konuşmuyoruz. Tanrılar arasındaki iletişim sistemini kullanıyoruz.’’ Dedi Ares gülümseyerek. Genç kızın gülümsemesi daha da genişledi. 

‘’Artık konumuza dönebilir miyiz?’’ Vincent’ın öfkeyle konuşması üzerine bütün bakışlar ona döndü. Ama Vincent’ın kararan gözlerinin hedefi Ares’di. Ares de Vincent’a aynı şekilde karşılık verdi. İkili arasında gergince süren göz savaşı Athena’nın araya girmesiyle bozuldu. Tanrıça elbisesinin eteklerini kaldırarak süzülürcesine ikisinin arasına girdi.

‘’Ares bana başınızdan geçen her şeyi anlattı. Garip ve çelişkili durumlar söz konusu. Henüz net bir sonuç çıkaramadım. Ama mektupta geçen Klotho’nun kim olduğu konusunda sizinle hem fikirim. O isimle başka biri yok. Ancak Ares’in Zeus’a neden ulaşamadığı sorusuna bir cevabım yok. Birkaç haftadır Olimposta değildi. Geri döndüğünde de ben buraya geldim.’’ Athena’nın sözleri üzerine Ares’in kaşları çatıldı.

‘’Zeus çok nadir Olimpostan ayrılır. Bir sorun mu var?’’

‘’Hayır. Kızını ziyaret etmek için Elysion’a gitti.’’ Ares boğazındaki düğümü zorlukla yuttu. Bakışlarını kaçırarak cam kenarına ilerledi. Rebekah, Ares’in değişimini hemen fark etti. Çektiği acıyı tahmin edebiliyordu. Pişmanlığı da. Çünkü Ares’in hayatında, kendisini sadece pişmanlık olarak görüyordu. Ares’in yaptığı en büyük yanlış. Kalbindeki sızı tekrar kendini belli etti. Athena’nın bakışlarından gözlerini kaçırarak boğazını temizledi.

‘’Planda değişiklik yok değil mi? Yarın yola çıkıyoruz.’’ Dedi Vincent’a bakarak.

‘’Evet. Yarın Yunanistan’a gidiyoruz. James bugün diğerleri ile konuş ve hazırlıkları tamamlayın. Sadece silahlarınızı yanınıza alın. Oraya gidince Klotho’yu bulana kadar, Yunanistan'daki kalede kalacağız.’’ 
Rebekah Vincent da ki garipliği yeni fark ediyordu. Kurtların alfası her an havaya sıçrayıp mutluluktan haykıracakmış gibi duruyordu. Aynı zamanda ifadesini sabit tutmaya çalıştığı belli oluyordu. Vincent bu kadar mutluyken Ares ile göz göze geldiği an kaşları çatılıyordu. İkilinin arasında ne geçtiğini merak eden genç kız düşüncelerin arasından Athena’nın sesi ile sıyrıldı.

‘’Yunanistan!’’ Dedi Athena iç çekerek. ‘’İsmimin verildiği şehre, Atina’ya gitmeyeli çok uzun zaman oldu.’’
...

Taht odasındaki toplantının ardından herkes dağıldı. Athena olayların üzerinden tekrar geçmek ve kardeşi ile vakit geçirmek için, onunla birlikte odasına gitti. James ve Parker onlarla gelecek beş kurda planı anlatmak ve hazırlanmalarını söylemek için toplantı düzenledi. Caleb ve Jordan da onlarla birlikte gitti. Yarın çıkacakları yolculuğun gizli kalması gerekiyordu. Ne kadar az kişi bilirse düşmanların bilme ihtimali azalacaktı. 

Rebekah, herkes dağılınca Vincent’la konuşmak istedi. Ancak alfa birden ortadan kaybolunca peşinden gitmek yerine, hazırlanmak için odasına gitti. Yanına bir şey almayı planlamıyordu. Sadece buraya gelirken getirdiği çantasını ve siyah kutuyu alacaktı. Çantasını hazırlayıp duş aldı. Siyah pantolon ve siyah balıkçı yaka kazağını giyerken olabildiğince odasında yaşanan vahşeti düşünmemeye çalışıyordu. Siyah asker postallarını giyip nemli saçlarını açık bıraktı. Ares’in verdiği bıçağı botunun içine, annesinden kalan hançeri ise beline yerleştirdi. Kolyesini kazağının üzerinden sarkıttı. Aynadaki yansımasını incelerken başını yana eğdi.

Artık çok az kalmıştı. Ailesi ve kendisi ile ilgili gerçekleri öğrenecekti. Belki de bir daha bu kaleye geri dönemeyecekti. Belki de hayatı daha fazla karışacaktı. Neler olacağını bilmiyordu. Ama artık kalenin güvenli duvarlarının ardına geçme zamanı gelmişti. 
‘’Savaşçılarımın hançeri.’’ Rebekah Athena’nın sesiyle yerinden sıçradı. Bakışlarını içeriye süzülen tanrıçaya çevirdi. Athena gülümseyerek ‘’Seni korkutmak istemedim. Konuşabileceğimizi düşünmüştüm.’’ Dedi. 

Rebekah kafasını sallayarak ‘’Evet. Elbette.’’ Diye mırıldandı. Hala karşısındaki kişinin Athena olduğunu algılamakta zorlanıyordu. Sadece kitaplarda ve efsanelerde var olan olimposlu barış, zekâ ve bilgelik tanrıçasının karşısında olduğuna inanmak güçtü. Athena, işaret parmağıyla genç kızın belinde asılı duran hançere dokundu.

‘’Savaşçılarımın hançeri. Bunu nerede görsem tanırım. Çünkü Hephaestus’a yaptırmıştım. Savaşçılarıma hediye etmek için. Artemis ile savaşçılarımıza.’’

‘’Sizce bunun annemde ne işi vardı? Amazon kadınlarının soyundan geldiğin ihtimalini düşünmek saçma geliyor. Çünkü Amazon kadınlarının uyutulduklarını biliyorum.’’ Athena tek kaşını kaldırdı.
‘’Bunu nereden biliyorsun? Kadınlarım hakkında kimsenin bilgisi yok. Onlar da tıpkı bizim gibi tarihe karışmışken sen uyutulduklarını nereden biliyorsun?’’Rebekah kendine lanet okudu. Kırdığı potun yeni farkına varıyordu. 

‘’Anlatmadığın bir şeyler olduğunu biliyorum Rebekah. Ares de bunun farkında. Eksik anlattığın bir şeyler var. Benden bunu saklayamayacağını biliyorsun. Neden her şeyi anlatmıyorsun? Seni durduran ne?’’ Elbette ki zeka tanrıçasının karşısında bir şey saklayamazdı. Ama Amazon kadınları ile ilgili gördüğü rüyayı anlatırsa ‘suratsızı’ anlatmak zorunda kalacaktı. Ona söz vermişken anlatmak istemiyordu. Ama bir yandan da belki onun kim olduğunu bileceklerini düşünüyordu.

‘’Anlatmadığım kısımların olduğu doğru. Sebebini anlatacağım. Ama önce bana Amazon kadınlarından bahsetmenizi istiyorum. Neden uykuya yatırılmalarına göz yumdunuz?’’ Athena iç çekerek Rebekah’nın koluna girdi.

‘’Neden bunları oturup konuşmuyoruz?’’ Cam kenarındaki masaya karşılıklı oturdular. Athena’nın el çırpmasıyla odanın kapısı anında açıldı ve içeriye birbiri ardına nemfler girdi. Birkaç saniye içinde önlerindeki masa meyveler, yiyecekler ve şarapla donatıldı. Nemfler selam verip odadan çıkarken Rebekah açık kalan ağzını kapattı. 
Gülümseyerek ‘’Vay canına! El şaklatmasıyla geldiklerini bilseydim bir şey isteyeceğim zaman, boşuna kalede dolaşıp onları aramazdım.’’ Dedi. Athena şarabından yudumlarken gülümsedi.

‘’Olimpostan buraya gelmek beni acıktırdı.’’ Dedi üzüm tanesini ağzına atarken. Rebekah’nın da karnı acıkmıştı. Kurutulmuş etlerden yerken tanrıça iç çekerek konuşmaya başladı.

‘’Hippolyta’nın hikâyesini bildiğini tahmin ediyorum.’’ dedi Barış tanrıçası Athena. Rebekah’nın kafasını sallaması üzerine devam etti.
‘’Helena onun soyundan geliyor. Savaşçılar uyutulana kadar Amazon kadınları ve kurtadamlar bizimle beraber insanları koruyorlardı. Vincent ve Helena’nın hikâyesini biliyorsun. Helena ‘öldükten’ sonra kardeşi Anna tahta geçmek istemedi. O ve Amazon savaşçıları, Kraliçeleri ve tanrıça Artemis’in olmadığı bir dünyada yaşamak istemiyordu. Bu nedenle Klotho’dan kendilerini uykuya yatırmalarını istediler. Ve Klotho da savaşçılarımın bu isteğini yerine getirdi.’’
Rebekah, tanrıçanın ‘Suratsızın’ anlattıklarını bilmediğine emin olmuştu. Çünkü Athena Helena’nın öldüğünü söylüyordu. Oysaki Helena ve bebeği ölmemişti. Rebekah, Athena’ya bildiklerini belli etmemek için sorusunun birkaç kez düşünerek sordu.

‘’Dünyanın sonuna kadar hep uykuda mı kalmak istediler?’’ Athena şarabından yudumlarken kafasını salladı.

‘’Hayır. Helena dönene kadar uykuda kalmak istediler. Ki bu da artık uyanma vakitlerinin geldiği anlamına gelir.’’ Rebekah ağzındaki üzüm tanesini şaşkınlıkla çiğnemeden yutarken boğuyordu. Önünde duran şarap bardağını alarak büyük bir yudum içti. Gözlerini Athena’ya çevirdi. Athena kıstığı gözlerinin ardından onu inceliyordu.

‘’Yani ne demek istiyorsunuz?’’ diye sordu kendini toplamaya çalışarak.

‘’Helena’nın yaşadığını biliyorum Rebekah. Buraya gelmeden önce Elysion’a gidip Hades ile konuştum. Helena Ölüler Diyarında değil.’’ Athena bunu söylerken Rebekah’nın zaten bunu bildiğini anlamıştı. Genç kızın bu kadar bilgiye nereden sahip olduğunu anlamaya çalışıyordu.

‘’Benden ve diğerlerinden ne gizliyorsun Rebekah? Seni durduran ne?’’ Genç kız boğazını temizleyerek huzursuzca kıpırdandı. En sonunda onlara Suratsızı anlatmak zorunda kalacaktı. Onları oyalamanın bir yolunu bulmalıydı. Çünkü Yunanistan’a gidince Suratsızı Klotho’nun yanında bulacağını düşünüyordu. Oraya gidene kadar ona verdiği sözü tutmalıydı. En azından içindeki ses böyle yapmak zorunda olduğunu söylüyordu. Rebekah kaçış yolu ararken Athena içini çekti.
‘’Ares!’’ Rebekah düşüncelerin arasından sıyrılıp Athena’ya baktı. Gözlerini kırpıştırarak '’Ne?’’ diye sordu.

Athena ayağa kalkarak elbisesinin eteklerini tuttu. ‘’Ares bana sesleniyor. Yanına gitmem gerek. Konuşmamız henüz bitmedi Rebekah. Bana anlatacakların var. En kısa zamanda tekrar konuşacağız.’’ 

Genç kız da ayağa kalktı. ‘’Tabii ki.’’ Athena odadan çıkmak üzereyken durup omzunun üzerinden baktı.
‘’Rebekah 'Diana' Blackwood. Diana?!’’ Diye mırıldandı. Rebekah ikinci ismini çoğunlukla, hatta hiç kullanmazdı. Herkes ona ilk ismiyle hitap ederdi. Athena tek kaşını kaldırarak Rebekah’a döndü.
‘’Diana’nın mitolojide ne anlama geldiğini biliyor musun?’’ 
‘’Hayır.’’ Athena’nın dudakları kıvrıldı ve tek kaşını kaldırdı. O an Rebekah okuduğu kitaplardan Diana'nın ne anlama geldiğini hatırladı. 
''Sanırım biliyorum.'' dedi hızla nefesini bırakırken. Aynı anda Athena göz kırptı ve ortadan kayboldu. 

''Diana!'' diye mırıldandı Rebekah. Ailesi ona koymak için en harika ismi bulmuştu. Artemis'in Roma mitolojisindeki adını! İç çeken Rebekah tekrar koltuğuna oturup, meyve sepetinden elma aldı. Kırmızı elmayı keyifle yerken odasının kapısı birden savrularak açıldı. Rebekah elmayı bırakıp hızla ayağa kalkarken hançerini çıkarttı. Ancak içeriye giren Caleb’dan başkası değildi. Genç kız rahatlayarak tuttuğu nefesi bıraktı.

‘’Ödümü patlattın!’’ Dedi ancak Caleb normal değildi. Gözleri sarıya dönmüştü ve hırıldıyordu. Ne kadar sinirli olduğu titreyen bedeninden belli oluyordu. Aynı anda içeriye koşarak Jordan ve Parker girdi. Endişeli görünüyorlardı. Rebekah Caleb’a yaklaşarak
‘’Neyin var?’’ diye sordu. Ancak Caleb hırlayınca olduğu yerde durdu.
‘’Sakın bana yaklaşma Blackwood!’’ 

Rebekah kaşlarını çattı. Bakışlarını Jordan’a çevirdi. ‘’Neler olduğunu söyleyecek misiniz?’’ 
Jordan yüzünü buruşturdu. ‘’Endişelenecek bir şey yok. Caleb biraz sinirli. Aslında sana sinirli değil. Başkasına sinirli.’’

‘’Teşekkürler Jordan çok iyi açıklama yaptın! Ne bok döndüğünü anlatacak mısınız artık! Sende bana hırlamaktan vazgeç Caleb!’’ Diye bağırdı. Caleb kendine gelmeye çalıştı ancak başaramadı. Öne doğru adım atıp Rebekah’a yaklaştı. Parker hemen aralarına girerek Caleb’ı itti.

‘’Kızın hiçbir suçu olmadığının farkındasın değil mi? Ortada suç bile yok. Kendine gel göt herif!’’ Diye bağırdı. Sonra bakışlarını Rebekah’a çevirdi. ‘’Caleb eşleşti.’’ 

‘’Ne?’’ Rebekah farklı şeyler düşünmüştü ama böyle bir şey duyacağını tahmin etmemişti. 

‘’İyi de bunun nesi kötü? Ruh eşini buldun diye bana niye hırlıyorsun!’’ Caleb hırlarken Parker onu tekrar itti.

‘’Çünkü senin o geveze, aptal arkadaşın gelmeseydi eşleşmeyecektim!’’ Dedi Caleb hırlayarak.

‘’Dur. Dur bir dakika! Kimden bahsediyorsun?’’ 

‘’Jasmine! Jasmine burada Rebekah. Ve Caleb onun kokusunu aldı.’’ Genç kız Jordan’ın söyledikleri üzerine şaşkınca dondu. Ağzı açık kalırken gözlerini kırpıştırdı.

‘’Jasmine burada mı? Rusya da?’’ 

‘’Hatta kalede.’’ Dedi Parker.

‘’Siz ne saçmalıyorsunuz? Jasmine ile daha dün konuştum. Nasıl burada olabilir?’’ 

‘’Olaylar biraz karışık. Parker neden sen Caleb’ı götürüp sakinleştirmiyorsun?’’ 

Parker kafasını salladı. ‘’Hadi dostum gidip biraz ormanda koşalım. İyi gelir.’’

‘’Bırak beni Parker!’’ 

‘’Neden kudurduğunu anlamış değilim ama sinirlerimi bozuyorsun Caleb hırlamaktan vazgeç!’’ Diye bağırdı genç kız çatılı kaşlarla. Neler döndüğünü tam anlayamamıştı. Jasmine nasıl burada olabilirdi? Ve Caleb neden bu kadar kudurmuştu? Parker korumacı bir şekilde Rebekah’nın önüne geçerken Caleb hırlayarak nefes aldı. Gözlerini kapatıp sakinleşmeye çalıştı. Tekrar gözlerini açtığında eski deniz mavisi haline geri dönmüştü. İç çekip hala titreyen elini saçlarının arasından geçirdi.

‘’Üzgünüm Blackwood.’’ Diyerek ortadan kayboldu. Parker da oflayarak onun peşinden gitti. 

‘’Bu da neydi böyle? Onun sorunu ne? Jasmine nerede? İyi mi? Bir şey oldu mu ona?’’

‘’Önce sakinleş her şeyi anlatacağım.’’ Dedi Jordan gülümsemeye çalışarak.

‘’Beni Jasmine’in yanına götür ve giderken her şeyi anlat. Onu görmem lazım.’’ Rebekah Jordan’ı dinlemeden hızla odadan çıkınca Jordan ona yetişti. Koluna girerek onu merdivenlere yönlendirdi.

‘’Biliyorsun kurtlar ormanda belirli yerlerde gözcülük yapıyor. Sabah senin eve bir kızın geldiğini görmüşler. Gözcülerden biri haber vermek için buraya gelmek istemiş ancak vampirler arkadaşına saldırmış.’’ Rebekah olduğu yerde durup endişeyle Jordan’a baktı.

‘’Vampirler Jasmine’e mi saldırdı? İyi mi? Durumu nasıl? Bir şey yaptılar mı ona?’’ diye bağırdı. Öfkesi çoktan alevlenmeye başlamıştı.

‘’Hayır, bizimkiler hemen müdahale etmiş. Arkadaşına fiziksel olarak hiçbir şey olmadı. Ama vampirleri ve kurtadamları görünce korkudan bayılmış. Her şeyi gördüğü için Vincent onun hafızasını silecek.’’

‘’Ne? Tanrı aşkına bunu yapamaz. Jasmine'e kimse dokunmayacak!’’ Rebekah’nın sesi bütün koridorda yankılandı. Arkadaşına buna yapmalarına izin veremezdi. Tekrar yürümeye başladılar.

‘’Ah Tanrı aşkına! Jasmine delirmiş olmalı. Ona her şeyi anlatmalıyım.’’

‘’Vincent sadece saldırı ile ilgili bölümleri zihninden silecek. Zaten Caleb’la eşleştiği için bizim varlığımızı öğrenmek zorunda. Ancak bu kadar ani öğrenmesi kötü oldu.’’ Son merdiveni de inip koridorda ilerlerken Rebekah ‘’Yinede kimse arkadaşımın beynine dokunmayacak!’’ Dedi. Hızlı adımlarla ilerlerken aklına Caleb geldi. ‘’Caleb’ın sorunu neydi? Eşleşmeyi her kurdun istediğini sanıyordum.’’ 

‘’İstiyorlar da zaten. Caleb sadece çok fazla hazırlıksız yakalandı. Saldırıyı öğrenince yardım için diğerleri ile kaleden çıktı. O sırada kokusunu almış olmalı. Jasmine’i görünce de deliye döndü. Vampirleri öldürmek için çıktığı sırada birden eşleşmesi onun için ani oldu. Biraz sinirli o kadar. Ve Jasmine bayılmadan önce biraz fazla konuşup Caleb’ı çileden çıkartmış. Sürekli çığlık atıp küfürler savurmuş.’’ Dedi kıkırdayarak. Rebekah da biraz da olsa rahatladı ve güldü.

‘’Muhteşem bir çift olacaklarına eminim. Geveze Jasmine ile suskun Caleb.’’

‘’O hep bu kadar çok mu konuşur?’’ diye sordu Jordan gülümseyerek. 

‘’Her zaman! Sustuğunu duyamazsın.’’ Jordan kahkaha atarken sonunda Jasmine’in bulunduğu odaya geldiler. Vincent ve James odanın önünde konuşuyorlardı. Rebekah ve Jordan’ı görünce susup onlara döndüler.

‘’Lütfen bana onun hafızasını silmediğinizi söyleyin.’’ Diye çıkıştı genç kız.

‘’Henüz silmedik. Ama silmek zorundayız. Bu kadar ani öğrenmesi ve saldırıya uğraması onu kötü etkiler.’’ Vincent sabahki öfkesi ve mutluluğundan arınmış gibiydi. Daha sakin görünüyordu. Ama bu kez öfkeli olanda Rebekah’ydı.

‘’Asla böyle bir şey olmayacak! Ona her şeyi anlatacağım. Beni görünce sakinleşecektir. Hala baygın mı?’’

‘’Uyanmak üzere. Ama emin misin Rebekah? Saldırıyı unutursa şoku daha çabuk atlatır.’’ Dedi James.

‘’Eminim. Şimdi bana biraz zaman verin. İçeri girip onunla konuşacağım. Atlatacaktır.’’ Rebekah tam kapıya yönelmişti ki Vincent’ın sözleri onu olduğu yerde durdurdu.

‘’Arkadaşının artık tehlike de olduğunun farkındasın değil mi?’’ Rebekah kafasını hızla ona çevirdi.

‘’Ne demek istiyorsun?’’ sesinin yüksek çıkmasına engel olamamıştı. Jasmine’in de tehlike de olmasını istemiyordu.

‘’Jasmine eve geldiği sırada vampirler onu hemen tanımış. Marcus’un seni geri almak için kullanacağı en büyük koz Jasmine. Muhtemelen daha önce aklına gelmemişti. Ama artık çaresiz. Seni geri almak için onu kullanacaktır. Çünkü en büyük zayıf noktan Jasmine.’’ Genç kız gözlerini kapatarak ‘’Tanrım!’’ diye soludu. Bunu hiç düşünmemişti. Ona bir şey olmasına izin veremezdi. Onu geride bırakamazdı. Aklına gelen fikirle gözlerini açtı.

‘’Jasmine de bizimle Yunanistan’a gelecek.’’

‘’Bu imkânsız. Bize yük olur.’’ Dedi Vincent kaşlarını çatarak.

‘’Bize yük olmayacak ve gelecek. Onu geride bırakamam. Ailemden sadece o kaldı ve başına bir şey gelmesini istemiyorum. Yanımda olmasını istiyorum.’’ İç çekip gözlerini kaçırdı. Elini saçlarını arasından geçirdi. ‘’Ailemle ve kendimle ilgili gerçekle yüzleşirken ona ihtiyacım var. Yanımda olursa daha güçlü olurum.’’ Genç kızın sözleri üzerine Vincent’ın bakışları yumuşadı.

‘’Pekâlâ. Bunu düşüneceğim. Arkadaşın uyanmak üzere. Önce onunla konuşmalısın.’’

Rebekah kafasını sallayarak elini kapının kulpuna uzattı. Seslice yutkundu. Birazdan anlatacakları üzerine Jasmine delirebilirdi. Ya da Rebekah’nın delirdiğini düşünerek onu hastaneye kapatırdı. Derin nefes alarak içeriye girdi ve kapıyı arkasından kapattı. Jasmine odanın ortasındaki büyük yatakta yatıyordu. Üzerindeki mont ve şapkası çıkartılmış yanındaki koltuğa bırakılmıştı. Kocaman iki valizde hemen yatağın yanında duruyordu. 

Rebekah onu görünce gülümsedi. Bu kadar çok özlediğini tahmin etmemişti. Ama çok konuşmasını bile özlemişti. Sessizce yatağa yaklaşıp, oturdu. Jasmine siyah saçlarını kestirmişti. Önceden ikisi de saçlarını hiç kestirmezdi. Rebekah her zaman uzun saçı sevmişti. Jasmine de ona ayak uydurmuş hiç saçını kestirmemişti. Ama üniversiteye gitmek onu değiştirmiş olmalıydı. Siyah saçları şimdi omuzlarına kadar geliyordu. Jasmine dünyadaki en güzel melezlerden biriydi. Çekik gözleri ve karamel renkli koyu teni inanılmaz güzeldi. Düzgün fiziği ve uzun bacakları her zaman dikkati üzerine toplamasına neden oluyordu. Dudağındaki piercingi değiştirmişti. Her zaman en garip şekilleri bulup takıyordu. Genç kız, bu piercingi yaptırmak ve ailesinden izni koparabilmek için Jasmine'in bir ay boyunca evin temizliğini yaptığını ve babasının arabasını yıkadığını hatırlayınca gülümsemesi genişledi. Arkadaşı her zaman uçuk kaçık bir tip olmuştu. Lisenin son senesinde göbeğine ikinci piercingi yaptırmış ve vücuduna da üç dövme yaptırmıştı. Annesi kesinlikle dövmeye izin vermediği için Jasmine onun korkusuna vücudunda annesinin göremeyeceği yerlere yaptırmıştı dövmesini. Genç kız uzanıp Jasmine’in yataktan aşağıya sallanan elini tuttu. 

‘’Jasmine?’’ diye fısıldadı. Jasmine homurdanarak yüzünü buruşturdu. Rebekah kıkırdayarak tekrar ona seslendi. Jasmine sonunda kendine geldi. Gözlerini birkaç kez kırpıştırdı. Kahverengi gözleri Rebekah’la karşılaşınca kocaman açıldı ve yatakta hızla doğrularak ona sıkıca sarıldı.

‘’Ah Tanrım! Tanrım! Tanrım! Şükürler olsun iyisin. Başıma neler geldiğine inanamazsın çok kötü şeyler oldu. Korkunçtu!’’ Rebekah gülümseyerek Jasmine sarıldı. Onu sakinleştirmek için ağzını açmıştı ki Jasmine geri çekildi.

‘’Lanet olsun ben kaçırıldım! O zaman sende kaçırıldın! Neredeyiz? Ne zaman seni kaçırdılar? Bizden ne istiyorlar? Sen iyi misin? Sana bir şey yaptılar mı? Buradan kaçmalıyız? Bi..-

‘’Tanrım! Biraz susar mısın artık Jass!’’ Dedi Rebekah kıkırdayarak. Jasmine kaşlarını çatarak dudaklarını büzdü.

‘’Kaçırılan birine göre fazla keyiflisin.’’ Sonra gözleri tekrar kocaman açıldı. ‘’Ah Tanrım! Onlar insan değil Rebekah. Görmen lazımdı gözleri acayip renkteydi. Upuzun dişleri vardı. Sonra onlar geldi kurt gibiler ama kocamanlardı. Ötekileri öldürdüler ve beni kaçırdılar. Bana inanıyorsun değil mi? Sende gördün mü onları?’’ Rebekah iç çekerek Jasmine’in omuzlarından tuttu. Bu sandığından daha zor olacaktı.

‘’Önce sakinleş ve çeneni kapat! Tanrım seni çok özledim.’’ Diyerek tekrar ona sarıldı.

‘’Bende seni çok özledim Becky. Dün ki telefon konuşmasından sonra deliye döndüm ve sana kızgın olmama rağmen yine de bana ihtiyacın olduğunu düşünüp buraya geldim. Sana bir şey yaptılar mı iyi misin?’’ Rebekah geri çekilere Jasmine'in ellerini tuttu.

‘’Pekâlâ, şimdi ben sana her şeyi anlatana kadar susup beni dinlemeni istiyorum. Sana her şeyi anlatacağım.’’
...
‘’Tanrı aşkına. Bu nasıl bir şey böyle?’’ Üç saat. Jasmine’in gerçekleri kabullenmesi tam olarak üç saat sürdü. İlk önce kahkahalarla gülüp Rebekah’a inanmadı. Daha sonra Rebekah’nın ne kadar ciddi olduğunu görünce minik çapta kriz geçirdi ardından da uzun bir süre sessizce durup düşündü. Rebekah en çok da bu durumda endişelendi. Çünkü Jasmine ve seslik kelimeleri aynı cümlede kullanılıyorsa ortada büyük bir sorun var demektir. Ama sonunda Jasmine kendine gelmiş ve tekrar konuşmaya başlamıştı. Gözlerini hala Rebekah’nın ışıldayan işaretinden alamıyordu.

‘’Çevremizde bütün bunlar oluyorken nasıl oluyor da bu kadar habersiz olabiliyoruz? Nasıl hiçbirinin farkına varamadık? Lanet olsun şu Olimposlularla ilgili izlediğimiz filmdeki tanrılar gerçekten var öyle mi? Bunlara inanmak çok zor!’’ Diye inledi Jasmine ve yine volta atmaya başladı. 

Rebekah bu süreçte sessiz kalmayı tercih etmişti. Çünkü yapabileceği bir şey yoktu. Jasmine’in de tıpkı onun gibi bir günde bütün inançları ve hayatı değişmişti. Kabullenme süreci zor ve delirticiydi. Ama Jasmine’in bunu aşacağını biliyordu. 
Jasmine birden volta atmayı kesti ve Rebekah’a döndü yüzünü buruşturup ‘’Ben şimdi o kıllı yaratıklardan biriyle evleneceğim öyle mi?’’ dedi. 

Rebekah kahkahalarla gülerken Jasmine kaşlarını çattı. ‘’Komik değil. Evlenmek için çok genç ve güzelim.’’ Dedi kendini beğenmiş bir tavırla ve saçlarını geriye savurdu. Rebekah gülümserken kafasını iki yana salladı.

‘’Evlenmeyeceksiniz. Yani isterseniz ilerde olabilir ama eşleşmek bu anlama gelmiyor. O senin ruh eşin. Onun hakkında ne hissediyorsun?’’ diye sordu genç kız kafasını yana yatırarak. Jasmine huzursuzca kıpırdandı ve kollarını göğsünde birleştirdi. Ne hissettiğini tam olarak bilmiyordu. Ama ona karşı garip hisler beslediği kesindi.

‘’Bilmiyorum. Onu daha tanımıyorum bile ama… Şey…’’

‘’Ama ne?’’ diye üsteledi genç kız.

‘’Bilmiyorum dedim ya! Onu tanımıyorum sadece bir kere gördüm. Benimle konuşmadı bile. Yaptığı tek şey bana bakmak ve sonra omzuna atıp buraya getirmek oldu. Lanet olası birde susmam için kıçıma şaplat attı düşünebiliyor musun? Aşağılık adi ahmak herif! Onu gördüğüm an toplarını patlatacağım! Ama içimdeki garip duygulara engel olamıyorum. Onu görmek istediğim gerçeğini saklayamam. Garip bir tip ama çok çekici. Yani bilirsin kaslı, piercingli ve dövmeli! Kıçına yakından baktın mı! Ahh tanrım o nasıl bir kıç öyle! Beni omzunda buraya taşırken bol bol izledim.’’ Jasmine kaşlarını çapkınca oynatınca Rebekah gözlerini devirdi. Her ne olursa olsun Jasmine aynı Jasmine’di.

‘’Ama tabi bu onun, kocaman, kıllı, yırtıcı bir yaratık olduğu gerçeğini de değiştirmez! Tanrım o bir kurtadam!’’ Dedi dehşetle ve tekrar volta atmaya başladı. İşte yine başa döndük diye düşündü Rebekah. İç çekerek oturduğu yerden kalktı. Hala volta atan arkadaşını omuzlarından tutup kendine çevirdi.

‘’Şimdi neden seninle konuşamadığımı anladın mı? Sana bunları anlatamazdım. Anlatsam inanmazdın. Ve zaten Vincent'a sana anlatamayacağıma dair söz vermiştim.'' Jasmine omuzlarını düşürerek dudaklarını sarkıttı.

‘’Tüm bunları tek başına omuzlaman senin için çok zor. Beni düşünme. Ama artık asla bir şey saklamayacaksın! Çünkü hep yanında olacağım ve gerçek aileni bulman için sana yardımcı olacağım. Anlaştık mı?'' Gülümseyen genç kız kafasını sallayarak Jasmine'e sıkıca sarıldı. Ona ihtiyacı vardı. Yanında olmasına, destek olmasına ihtiyacı vardı. Artık Jasmine'in de hayatı tamamen değişmişti. Hem Caleb'ın onun kokusunu alması hem de artık vampirlerin en büyük hedefi haline gelmesi bütün hayatını değiştirmişti. O, Rebekah'nın en büyük ve tek zayıf noktasıydı. Bu nedenle onu gözünün önünden ayırmayacak ve hep koruyacaktı.

‘’Hazır mısın? Taht odasına gidip diğerleriyle tanışmalısın.''

‘’Bana ne yapacaklar? İnsan olabilirim ama herkesi alt edecek çeneye sahibim!'' Rebekah kıkırdayarak arkadaşının koluna girdi.

‘’Buna hiç şüphem yok. Emin ol! Sen o çeneyle Marcus’u bile alt edersin.’’ Jasmine kendini beğenmiş bir şekilde gülümsedi.

‘’Endişelenmene gerek yok. Sadece Vincent ve diğerleri ile tanışmanı istiyorum. Gerilmene gerek yok. Hepsi çok iyi insanlar.'' Jasmine suratını buruşturdu.

‘’Onlar insan değil Becky. Ayrıca Athena ve Ares'den bahsediyorsun. Tanrım!! Ah arık bu kelimeyi kullanmak bile garip geliyor.''

‘’Korkulacak tipte değiller merak etme.'' dedi Rebekah sonra da sessizce ekledi ''Kızmadıkları sürece!''

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin