BÖLÜM 26

45.5K 2.8K 97
                                    

…YÜZ YÜZE…


‘Bu diğerleri gibi değil’ diye düşündü Rebekah. Ne Suratsızla beraber olduğu rüyalar gibiydi ne de diğerleri. Bu kez boşlukta savruluyordu. Ne bedenini kontrol edebiliyor ne de etrafında olanları hissedebiliyordu. Her yer karanlık ve soğuktu. Genç kızın bir sonraki düşüncesi ölüm oldu. 

Ölümün ona böyle geleceğini düşünmemişti. Ya da ölüm denen yok oluşun böyle olacağını. Kendi bedeninin ve gerçek kimliğinin yeni farkına varmaya başlamışken aniden yok olmuştu. Artık hiçbir şeyin önemi yoktu. Helena asla bulunamayacak, Amazon Kadınları uyanamayacaktı. Vincent çocuğuna ve karısına asla kavuşamayacaktı. Rebekah gerçek ailesini asla tanıyamayacaktı. Annesi, babası, teyzesi ve beklide varlığından henüz haberdar olmadığı kardeşleri. Hiçbirini göremeyecekti. Caleb’ın ona Blackwood dediğini duyamayacak, Jasmine’e artık susmasını söyleyemeyecekti. Jordan, Parker, James, Liam, Josh, Magie, Trent, Felicia, Suratsız… Asla hiçbirini göremeyecekti. 

Kirke kazanmıştı! İnsanları belki de artık daha kötü bir dünya bekliyordu. Ve Ares. Rebekah onu bir daha göremeyeceği gerçeği ile yüzleşmek istemiyordu. Belki de Hades, Ares’le görüşmesine izin verirdi. Belki de Ares onun, Elysion da amaçsızca süzülen hiçbir şey hissetmeyen ruhunu ziyarete gelirdi.
Bedeninde hissettiği acıyla genç kız çığlık attı. Ama kendi sesini duyamadı. Bedenini hareket ettiğini bir şeylere dokunduğunu hissedebiliyor ancak kontrol edemiyordu. Attığı çığlıklardan boğazı yanıyordu. Ama Rebekah hiçbirini durduramıyordu. Kalbinin üzerinde hissettiği acının tarifi imkânsızdı. Sanki korlardan oluşan bir el dersini dağlıyor ve uzun tırnaklı eller santim santim daha derine batarak genç kızını içine girmeye çalışıyordu. Acı yakıyordu. Acı onu defalarca dağlıyordu. Acı yavaş yavaş öldürüyordu.

Ölümün huzurlu ve acısız olması gerekmez miydi? Öyleyse ben neden acı çekiyorum? Genç kızın zihninde bu düşünce defalarca yankılandı. Ve yine o sesi duydu.

‘’Dayan Neraida Koritsi. Hepsi geçecek. Bana geri döneceksin!’’ Bu melekleri ağlatacak güzellikte olan ses ona hep böyle sesleniyordu. Rebekah için artık zaman ve mekân kavramı yoktu. Nerede olduğunu ya da ölümün tam olarak ona ne zaman geleceğini bilmiyordu. Bildiği tek şey vardı. Canı acıyordu. Ve duyduğu bu rahatlatıcı ses onun kendinde olmasını sağlıyordu.


‘’Rebekah?!’’ Genç kız duyduğu sesin kime ait olduğunu çıkarmaya çalıştı. Ama bu sesin sahibi tanımıyordu. Kim olduğunu bilmese de genç kız bu sesin sahibinden nefret etmeye başlamıştı. Çünkü bu ses onu huzurlu uykusundan uyandırmaya çalışıyordu. ‘’Rebekah?!’’ Sesin susma gibi bir düşüncesi yoktu. Sürekli onun adını sayıklayıp duruyordu. Genç kız ağzını açıp ona bağırmak ve başından defolup gitmesini söylemek istiyordu. Ölümün huzurlu ve sessiz olması gerekirdi. Böyle değil!

‘’Hadi uykucu tembel! Aç gözlerini. Henüz ölmedin!’’ ses şimdi gülüyordu. Genç kız artık bu sesin sahibi olan kadını yumruklamak istiyordu. Ancak kadının söylediği sözler zihninde yankılandı. ‘Henüz ölmedin!’

Genç kız bu kez kadının dediği yaptı. Gözlerini açmaya çalıştı ancak hala bedeninin kontrolü elinde değildi. Göz kapaklarını açmaya çalıştı ama bedeni ona ihanet ediyordu. Zorlu birkaç denemesinin ardından gözlerini açtı. Uzun zamandır karanlığa alışan gözleri ışıkla karşılaşınca kamaştı ve göz kapakları hızla kapandı. Genç kız kendini dünyaya ilk kez gözlerini açan bir bebek gibi hissediyordu. Karanlığın rahatlatıcı kollarından sıyrılmış, ışıkla savaşıyordu. Gözlerini tekrar açmaya çalıştı. Sanki birisi gözlerinin içine kum taneleri serpiştirmiş ardından göz kapaklarını sıkıca kapatıp bantlamış gibiydi. 

Gözleri etraftaki ışığa alışınca görüş alanındaki beyaz tavanı inceledi. Neredeydi? Gerçekten de ölmediyse neler olmuştu? Son yaşadıkları film şeridi gibi hızla gözlerinin önünden geçince panik bütün bedenini esir aldı. Ares? Vincent? Athena? Kurtlar? Jasmine? Hepsi iyi miydi? Saldırıda ölen olmuş muydu? 

‘’Diğerlerine haber vereyim mi anne?’’ Genç kız duyduğu bir başka sesle düşüncelerin arasından sıyrıldı. Bu sesin sahibi olan kızı da tanımıyordu. Ardından sürekli ona seslenen aşinası olduğu kadın sesi cevapladı.

‘’Hayır Caroline. Önce Rebekah’a biraz vakit tanıyalım. Birazdan burası oldukça kalabalık olacak.’’ Genç kız seslerin sahiplerini görebilmek için doğrulmaya çalıştı. Ancak bütün kemikleri kırılmış sonra tekrar birleştirilmiş gibi hissediyordu.

‘’Bedenini yorma. Daha yeni uyandın. Gücünü toparlaman gerek.’’ Dedi o kadın. Ve ardından Rebekah’nın görüş alanına girdi. Kızıl kısacık saçları geriye taranmıştı. Parlak beyaz yüzünde tek bir kusur bile yoktu. Sıcacık kahverengi gözleri ışıldıyor ve sevgiyle bakıyordu genç kıza. Kırmızı dudakları genişçe kıvrılmış gülümsüyordu ve yanaklarındaki gamzeleri ortaya çıkartmıştı. Tıpkı diğer tanrıların olduğu gibi genç ve güzeldi. En fazla yirmili yaşlarında gözüküyordu. Genç kız onun kim olduğunu sormak için zamanını boşa harcamadı. Çünkü karşısındaki kişinin kim olduğunu çok net anlamıştı. Melekleri kıskandıracak güzellikteki bu kadın Kızıl kâhinden başkası olamazdı. Klotho sanki genç kızın düşüncelerini okuyabilmiş gibi gülümsedi.

‘’Aramıza tekrar hoş geldin Diana.’’ Genç kız ağzını açtı. Konuşmaya çalıştı. Ancak ağzından kelimeler yerine boğuk karga gaklaması gibi bir ses çıktı. Boğazı yanıyor ve acıyordu. Dahası kelimeleri bulup konuşacak gücü bile kendinde bulamıyordu. Klotho doğruldu ve kızına döndü.

‘’Su getir Caroline.’’ Caroline odadaki masanın üzerindeki bardağa su doldurarak yatağa yaklaştı. Klotho Rebekah’ı omuzlarından tutarak nazikçe kaldırdı. Genç kız Caroline’ın uzattığı bardağı alarak büyük bir açlıkla suyu içti. Serin suyun boğazından aşağıya akışını hissetti. Rahatlamasının ardından derin bir nefes aldı ve kapalı gözlerini açtı. Odada sadece Klotho ve tıpkı onun gibi kızıl saçlı olan bir başka kız daha vardı. Kızın, kızıl saçları kıvırcıktı ve uzun karışık lüleler omuzlarına kadar dökülüyordu. Küçük dudakları, geniş bir gülümsemeyle kıvrılmıştı ve yeşil gözleri tıpkı annesininki gibi parlıyor ve sevgiyle bakıyordu. Caroline on sekiz ya da on dokuz yaşındaki bir genç kız gibiydi. Klotho ile yan yana geldiklerinde anne kızdan çok abla kardeş gibi duruyorlardı. Kendini toparlamaya çalışan Rebekah bakışlarını bulunduğu oda da gezdirdi. Geniş oda son derece sadeydi. Odanın ortasında bulunan yatak, camın önünde duran iki kişilik koltuk ve kapının hemen sağ tarafında bulunan masadan başka hiçbir şey yoktu. Bakışlarını onu nazikçe tutan Klotho’ya çevirdi.

‘’Neredeyim ben? Neler oldu?’’ Rebekah dudaklarından çıkan sesin kendisine ait olduğuna inanamıyordu. Gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı. Sesi neredeyse duyulmayacak kadar az çıkıyordu. Ses telleri zarar görmüş olmalıydı ki en ufak kelimesinde bile canı yanmıştı. Sesi kısılmıştı ve çatlıyordu. Klotho genç kızın arkasındaki yastıkları düzeltti ve yatak başlığına yaslanmasını sağladı. Geriye çekilip yatağın kenarına oturdu ve genç kızın elini tuttu.

‘’Yunanistan’dayız. Benim evimdesin. Yaklaşık bir haftadır uyuyordun.’’ Genç kızın bedeni endişeyle gerildi.

‘’Uyuyor muydum? Neler oldu? Diğerleri nerede?’’ Genç kızın heyecanlı sorularının ardından Klotho nereden başlayacağını bilmiyordu. Gerçekleri ona anlatması gerekiyordu. 

‘’Sakin olmalısın Diana. Her şey yolunda. Herkesin durumu iyi ve güvendeler. Aşağıda salonda senin uyanmanı bekliyorlar.’’ Genç kız duyduklarının verdiği huzurla rahatladı ve omuzları düştü. Hepsinin iyi olduğunu duymak bütün gerginliğini ve korkusunu silip atmıştı.

‘’Saldırı sırasında kız kardeşim Kirke kaçarken dikkat dağıtmak için kara büyü kullandı. Seni o büyünün etkisinden kurtarmak uzun bir zaman sürdü. Acı verici bir süreçti. O kara büyü seni defalarca ölüme sürükledi. Sesinde bu süre içinde attığın çığlıklar nedeniyle kısıldı. Ama Zeus’a şükürler olsun ki seni kurtardık. Kara büyü zorlu bir büyüdür. Bunu sadece bir cadı soyundan gelen tanrılar yapabiliyoruz.’’ Rebekah’nın sesi umurunda bile değildi. Son zamanda ona ailesi kadar yakın olan insanların hayatta ve sağlıklı olmalarını duymak onun için yeterli olmuştu.

‘’Kirke kaçmayı başardı mı?’’ diye sordu anlaşılması zor bir sesle. Klotho kafasını salladı.

‘’Vampirlerin hepsi öldürüldü. Kirke, Marcus ve oğlu Maxwell kaçmayı başardı.’’ Rebekah onu ölmediğini duyunca tarifi imkânsız bir mutluluk yaşadı. Çünkü ölümünün kendi ellerinden olmasını istiyordu. Kirke ölmediğine göre hala onu öldürme şansı vardı. Genç kız bakışlarını tekrar Klotho’ya çevirdi.

‘’Ailemi bulmak için yanına gelmemi istemiştin. Artık buradayım! Beni onlara götür!’’ Klotho kafasını salladı. Elini uzatarak genç kızın önüne gelen saçlarını geriye attı. 118 yıl önce kolları arasında tuttuğu minik bebek büyümüştü ve şimdi karşısında duruyordu. Tıpkı en yakın arkadaşı, dostu Helena’ya benziyordu. Onun kadar inatçı, dik kafalı ve cesurdu. Kızı Caroline kadar çok sevdiği Diana, artık kolları arasında ve güvendeydi.

‘’Seni onlarla tanıştıracağım Diana. Ama önce seni görmek isteyen başkaları var.’’ Dedi ve başlıyla Caroline’a işaret verdi. Caroline gülümseyerek odadan çıktı ve aşağıya indi. Bu sırada Rebekah Klotho’ya döndü tekrar.

‘’Neden bana Diana diyorsun? Herkes bana Rebekah der.’’ Klotho hüzünle gülümsedi.

‘’Çünkü bu ismi sana gerçek annen verdi.’’ Dedi. Öne eğilip gen. Kızın alnını öptü ve ayağa kalktı. Genç kızın gözleri şaşkınlıkla kocaman açıldı. Tam ağzını açmıştı ki odanın kapısı açıldı ve Vincent içeriye girdi. Rebekah onu gördüğünden sonra Vincent sanki on yıl yaşlanmış gibiydi. Gözlerinin altı kararmış bakışları durgunlaşmıştı. Sanki omuzlarının üzerine tonlarca ağırlık yüklenmiş gibi çökmüştü. İçeriye girip Rebekah’a baktı ve gözle görülür bir rahatlamayla gülümsedi.

‘’Günaydın.’’ Dedi yatağın yanına gelerek. Rebekah da gülümsemesine karşılık verdi. Vincent eğilerek Rebekah’ı şaşırtarak genç kızın alnını öptü ve ellerini saçları arasında gezdirdi.

‘’Sonunda iyi olduğunu görmek güzel.’’ Dedi yatağın kenarına oturarak. 

‘’Sizinde hayatta olduğunuzu görmek güzel.’’Rebekah’nın sesini duyan Vincent acıyla yüzünü buruşturdu. Bir haftadır kesilmeyen çığlıklarının sonucu acı verici olmuştu. O sırada odanın kapısı tıklatıldı ve James, Parker, Caleb tek tek içeriye girdi. Üçü de yorgun görünüyorlardı. Onlar odaya girerken ‘’Çekilin önümden.’’ Diye içeriye atılan Jasmine yatağın diğer tarafından koşarak Rebekah’nın yanına geldi ve genç kıza sıkıca sarıldı.

‘’Şükürler olsun! Ohh Tanrıya şükürler olsun!’’ Jasmine’in tutuşundan canı acısa da Rebekah sesini çıkarmadı ve arkadaşına sarıldı.

‘’İyiyim Jasmine. Ağlama lütfen.’’ Rebekah’nın sesini duyan Jasmine eliyle ağzını kapatarak geriye çekildi. Dolu dolu bakan gözlerinden birbiri ardına yaşlar boşalırken Rebekah aldırmamaya çalışıyordu.

‘’Rebekah?’’ Jordan’ın sesini duyan Rebekah arkadaşına bakarken gülümsüyordu. Odaya yeni girmişti. Gözleri kıpkırmızıydı ve çok fazla dağılmış görünüyordu. Rebekah yanına gelmesini işaret etti. Daha fazla konuşup odadakilerin rahatsız edici tepkilerini duymak istemiyordu. Jordan çekingen adımlarla Rebekah’nın yanına geldi ve kısa tereddüttün ardından sıkıca Rebekah’a sarıldı. Genç kız ona sarılırken kaşlarını çattı. Sorunları neydi? Odaya girdiklerinden beri James, Parker ve Caleb hiç konuşmamıştı. Jordan mesafeli davranıyordu. Rebekah uyurken neler olmuştu?
Jordan geri çekildi ve gözlerinden akan yaşı elinin tersiyle silerken gülümsedi. O sırada odaya Trent, Felicia, Magie, Josh ve Liam girdi. Trent haricinde hepsi mesafeli duruyordu. Felicia bile bakışlarını kaçırıyordu. Sadece Trent daha rahat gibiydi. Elleri cebinde yatağın yanına yaklaştı.

‘’Selam güzellik. Sonunda uyanmana sevindim.’’ Dedi ancak sonra sanki yanlış bir şey söylemiş gibi yüzünü buruşturdu. Rebekah daha fazla dayanamadı ve yatağın başucunda duran Klotho’ya döndü. 

‘’Bana neler olduğunu anlatacak mısınız? Neden herkes bana ucubeymişim gibi bakıyor ve uzak duruyor.’’ Rebekah Klotho’ya bakarken sorusunu bir başkası cevapladı.

‘’Bizi Rebekah ile yalnız bırakın!’’ Duyduğu öfkeli sesle genç kızın gözleri kapıya çevrildi. Odaya süzülen Athena gergin ve sinirli görünüyordu. Rebekah Ares’in nerede olduğunu merak ediyordu. Neden hala yanına gelmemişti? Yoksa ona bir şey mi olmuştu? Vincent haricinde herkes sessizce ve temkinli bakışlarla odayı terk etti. Vincent çıkmadan önce eğilerek tekrar Rebekah’nın alnını öptü ve onu, üç tanrıçayla baş başa bıraktı. Athena odadaki koltuğa otururken Klotho yatağın kenarına oturdu.

‘’Caroline. Sende diğerlerinin yanına in.’’ Caroline kafasını salladı ve kapıyı arkasından kapatarak odadan çıktı. Genç kızın gözleri Athena ve Klotho arasında gidip geldi.

‘’Ares nerede? Yoksa ona bir şey mi oldu?’’ Genç kız içini kemiren endişe ve korkuyla yatak örtüsünü sıkıca kavradı. Duyacaklarından korkuyordu.

‘’Ares şuan burada değil. Ne zaman döneceği konusunda hiçbir fikrimiz yok!’’ Athena’nın öfkeyle kararmış yüzüne bakakaldı genç kız. Ne demek Ares burada değil? Onu öylece bırakıp gitmiş miydi? 

‘’Nerede? Bir sorun mu var?’’ Rebekah, bakışlarını Athena’dan çekmedi. Ancak kızgın tanrıça alevler çıkan gözlerini Klotho’ya sabitlemişti.

‘’Neden Rebekah’nın sorusunu cevaplamıyorsun Klotho? Hadi ona Ares’in neden burada olmadığını anlat!’’ diye bağırdı ve oturduğu yerden hışımla kalktı. Tanrıçalar arasındaki gerginliğin sebebini anlamayan Rebekah bakışlarını Klotho’ya cevirdi ve cevap vermesini bekledi. Klotho gözlerini kapatıp ciğerlerindeki havayı sesle bıraktı ve sakin bir şekilde Athena’ya döndü.

‘’Bana olan öfkeni sonraya sakla Athena! Şuan ki durumu karıştırmaktan başka bir şey yapmıyorsun. Bana yardımcı olman gerekiyor!’’ Bunun üzerine Athena hışımla ona döndü ve üzerine yürüdü.

‘’Sakın benden yardım bekleme! Bunca yıldır Apollon ile arkamızdan çevirdiğiniz olaylar gün yüzüne çıkınca ne yapacağımızı sanıyordun! Kollarımızı açıp size koşacağımızı ve ne kadar harika bir iş çevirdiğinizi söylememizi mi bekliyorsun?’’ Athena’nın öfkesini dışarıda çakan gürültülü bir şimşek destekledi. Rebekah ani sesle irkilse de Klotho hiçbir şey olmamış gibi sakince üzerine eğilen tanrıçaya bakıyordu.

‘’Gerçekleri neden anlatamadığımızı çok iyi biliyorsun Athena. Şimdi bizi Rebekah ile yalnız bırak! Burada olmanın ikimize de bir faydası yok!’’ Athena geriye çekildi ve uzun elbisesinin kuyruğunu savurarak volta atmaya başladı. Ardından durup şaşkınca onlara bakan genç kıza çevirdi bakışlarını.

‘’Hayır, burada kalacağım! Rebekah’nın bana ihtiyacı olabilir!’’ 

‘’Ne ihtiyacı? Neler oluyor burada biri bana artık açıklama yapabilir mi?’’ diye bağırmaya çalıştı genç kız. Ama sesi fısıltıdan farksız çıktı. Bununla beraber boğazı daha fazla yanmaya başladı.

‘’Sen uyurken ailen ve kimliğin hakkındaki gerçekleri diğerlerine anlattım. Bu nedenle biraz gerginler.’’ Diye açıklama yaptı Klotho. 

‘’Bu yüzden mi herkes bana ucubeymişim gibi baktı ve yanıma yaklaşmadı?’’ dedi genç kız korkuyla. Athena’nın dudaklarından gergin bir gülümseme çıktı. Nasıl bir ucubeyim ki en yakın arkadaşlarım bile benden uzakta durdu? Diye düşündü. Kendinden artık çok fazla korkuyordu. Anlatılacak olan gerçekler onu iliklerine kadar korkutmaya başlamıştı. Son birkaç günde ailesi gibi olan arkadaşlarının suratındaki tedirginliği hatırlayınca genç kız gürültüyle yutkundu.

‘’Artık benimde bilmeye hakkım var! Anlatın şunu!’’ Klotho tekrar içini çıktı ve omuzlarını dikleştirip Rebekah’nın elini tuttu. Bir süre sessiz kalıp nereden başlaması gerektiğini düşündü. 

‘’En başından anlat. Her şeyi bilmesi gerek.’’ Athena’nın sözleri üzerine omzunun üzerinden ona baktı. Barış ve zekâ tanrıçası sakinleşmiş gözüküyordu. Klotho kafasını salladı ve tekrar Rebekah’a döndü.

‘’Daha önce sana hayatın hakkındaki gerçeklerin sadece bir kısmı anlatıldı. Senin deyiminle ‘Suratsız’ seni yavaş yavaş bugüne hazırladı. Artık hayatındaki tüm gerçekleri bütün çıplaklığıyla öğreneceksin. Ve bunlar senin için hiç kolay olmayacak. Ama karşı çıkmadan beni dinlemeni istiyorum.’’ Klotho’nun sakinleştirici sesine rağmen genç kızın kalp atışları hızlandı ve seslice yutkundu. Başını bir kez salladı.

‘’Peki, suratsız burada mı?’’ Klotho gülümsedi. ‘’Evet aşağıda. Seni bekliyor. Seni çok uzun zamandır bekledi. Karşına çıkabilmek için çok heyecanlı. Ancak biraz daha beklemesi gerekiyor. Önce gerçekleri öğrenmen gerek.’’ Genç kız tekrar başını salladı ve Klotho’nun anlatmasını bekledi.

‘’Artemis’in başına gelenleri biliyorsun. Kardeşim Kirke’nin tek amacı onu öldürmekti. Bunun için birçok kez tuzaklar kurdu. Sonunda Artemis’i öldüremeyeceğini anlayınca insanları korkunç yaratıklara, vampirlere dönüştürerek Olimposa savaş açtı. Vampirler de elbette ki Artemis’i öldüremezdi. Ve öldüremediler. Ancak hiçbirimizin aklına gelmeyecek bir şey oldu. Artemis’in ruhu savaş sırasında Kirke’nin yaptığı büyüler ve vampirlerin saldırısıyla çok fazla yara aldı. Ruhu bedeninden ayrıldı ancak bağını koparmadı. 600 yıl boyunca sadece uyudu. Tekrar uyanacağına dair hiçbir işarette bulunmadı.’’ Rebekah sessizce Klotho’yu dinliyordu. Ancak ona neden Artemis’i anlatıyordu? Şu durumda Artemis hakkında bir şey duymak istemiyordu. Sadece ailesi ve kendi hakkındaki gerçekleri öğrenip Ares’in nerede olduğunu bilmek istiyordu. 

‘’Artemis’in 700 yıl uyuduğunu sanıyordum herkes böyle söylemişti.’’ Klotho başını iki yana salladı.

‘’Beni kesmeden dinlemelisin Diana. Sana anlatılanlar herkesin bilmesi gereken şeylerdi gerçekler değil. 600 yılın ardından Güneşin, müziğin ve kehanetin tanrısı Apollon’un kehanet sözcüsüne bir kehanet bildirildi. Kehanete göre…’’ Klotho durup derin bir nefes aldı. Gerçekleri anlatmak zordu. Çünkü duyduğu an kızın bunu kabullenmeyeceğini biliyordu. ‘’Kehanete göre Artemis tekrar uyanacaktı. Ancak bunu farklı bir şekilde yapacaktı. Ruhu bedenine geri dönmediği için yeni bir bedenle tekrar dünyaya gelecekti. Yeni bedeninde hiçbir şeyi hatırlamayacaktı. Güçlerini kullanamayacaktı. 18 yaşına gelip ilk uyanma belirtisini gösterdiğinde yavaş yavaş ona bütün gerçekler anlatılacaktı ve zihni gerçek uyanışa hazırlanacaktı. Ardından bütün güçlerine kavuştuğunda Elysion’a gidecek ve iki bedeni arasında bir seçim yapacaktı. Bundan sonraki hayatına ya dünyaya geldiği yeni bedeniyle devam edecek ya da eski bedenine dönecekti.’’ Genç kız duydukları karşısında seslice yutkundu. Klotho’nun elinden hızla elini çekti ve yatakta geriledi. Gerçekler çoktan zihni tarafından kabullenilmişti. 

‘’Hayır… Hayır!’’ Diyebildi sadece. Ama Klotho anlatmaya devam etti.

‘’Sen Artemis’sin Rebekah. Bundan önce hayatında Olimpos da yaşıyordun. Hera ve Zeus’un kızısın. Apollon’un ikiz kardeşi, Ares’in eşisin. Sen bizim ailemizin bir parçasısın. Henüz geçmişi hatırlamıyorsun ama sen Artemis'sin. Kirke’yle yıllar boyunca uğraştın. Ve sonunda o savaşta büyük bir yara aldın. 600 yıldır uyuyordun. Ve sonunda kehanet gerçekleşti. Yeni bir bendenle tekrar dünyaya geldin. Sonra seni yüzyıl daha uyutmak zorunda kaldım. Uyanıp, 18 yaşına gelince ilk gücün sana geldi ve bununla beraber ‘Suratsız’ seni bugüne hazırladı.’’ 
Genç kız görüşünü engelleyen gözyaşları nedeniyle göremiyordu. Ellerini kaldırıp kulaklarına bastırdı. Bunları duymak istemiyordu. Gözlerini kırpıştırdı ve sessiz gözyaşları yanaklarına indi hızla.

‘’Hayır! Hayır! Yalan söylüyorsun! Ben Artemis değilim. Ben Rebekah’ım. Rebekah Diana Blackwood! Ben sadece buyum!’’ Genç kızın itirazına aldırış etmeyen Klotho öne eğilip nazikçe kolunu tuttu.

‘’Sen ne kadar kabul etmek istemesen de içten içe bunun gerçek olduğunu biliyorsun. Sen Zeus ve Hera’nın kızı Artemis’sin. Sarah ve Andrew’un evlatlık kızı Rebekah’sın. Ve… Ve Amazon Kraliçesi Helena ve kurtların alfası Vincent’ın kızı Diana’sın.’’ 
Genç kız ikinci şokla soluksuz kaldı. Kulaklarına tıkadığı kolları yavaşça inerken ağzı açık kalmış bir şekilde Klotho’ya baktı. Sessiz gözyaşları sicim gibi birbiri ardına hızla iniyordu. Genç kız inkâr etmesini isteyerek gözlerini Athena’ya çevirdi. Ama barış tanrıçasının ağladığını görünce hızla kafasını iki yana salladı. 

‘’Hayır! Hayır, yalan söylüyorsun. Bunlar gerçek değil. Ben Rebekah’ım Artemis değilim. Ben… Ben Vincent’ın kızı değilim. O ben değilim!’’ diye bağırmaya çalıştı ama acıyan boğazı ve yıpranan ses telleri sesinin çıkmasını engelliyordu. Klotho ona uzanmak istedi ancak genç kız hemen kolunu geriye çekti.

‘’600 yıl uyuduktan sonra tekrar dünyaya geliyordun. Ve kiminin soyundan geleceğini kendin seçmiştin. Amazon kadınları senin savaşçıların! Kurtlarsa senin çocukların! Biz farkında değildik ancak kader çoktan ağlarını örmüştü. Helena ve Vincent’ın sonsuz aşkının meyvesi olarak tekrar dünyaya geldin. Bu kehaneti sadece Apollon, Eos, Hades, Hekate, Helena, Anna ve ben biliyorduk. Kehanetin geldiği gün Apollon ben ve Eos Hades’in diyarına girdik. Ona kehaneti ve olacakları anlatırken Kirke’nin yılan kılığında oraya gelip bizi dinlediğinden habersizdik. Biz her adımda seni takip ederken o da bizi takip ediyordu. Günlerce Hades senin ruhunun tepki vermesi bekledi. Ve sonunda oldu. Ruhun Helena’nın ana rahmine düştü. Bunu Marcus ve Kirke de biliyordu. Helena hamileliğinin henüz başındaydı. Kirke de bundan yararlanıp seni öldürmek için saldırı düzenledi. Seni ve Helena’yı öldürecekti. Senin yeniden dünyaya gelmene izin vermek istemiyordu. Doğmadan seni öldürmeyi planlıyordu.
Şenliklerin yapıldığı gün saldırı olduğunda ben de oradaydım. Marcus Helena’yı kaçırmaya çalıştı ama onu kurtardım ve kardeşi Anna ile güvenli bir yere götürdüm. Annem Hekate, Hera gibi doğum olaylarını kontrol edebiliyor. Onun yardımıyla Helena’nın karnındaki bebeğin yani senin gelişimini hızlandırdık. Çünkü artık ne Helena ne de sen güvende değildin. Doğum olana kadar Kirke bin bir oyunla seni ve onu öldürmeye çalışacaktı. Senin doğman ve güvenli bir yere götürülmen gerekiyordu. Sadece saatler içinde Helena’nın karnındaki gelişimini tamamladın ve doğum başladı. Hekate, Helena’nın doğumuna yardım ederken ben ve Anna etrafımızı sarmaya çalışan vampirleri yok etmeye çalışıyorduk. Sonunda sen doğdun. Kalbinin üzerindeki ay işaretini görünce her şeyin sorunsuz bir şekilde gerçekleştiğini anladık. Artemis yani sen tekrar dünyaya gelmiştin.’’ 

Genç kız eliyle ağzını kapatarak çıkmak üzere olan hıçkırıkları engelledi. Bedeni şiddetle sarsılırken o hala kafasını iki yana sallıyor ve inkâr ediyordu.

‘’Vincent’ın yanına dönmemiz imkânsızdı. Senin izini kaybettirmeliydik. Bunu için bir plan yaptık. Ben ve Caroline hazırlıkları yapmak için önceden evimize döndük. O zamanlar burada Yunanistan da bir kilise de yaşıyorduk. Hekate vampirleri oyaladı ve Helena ise seninle birlikte amazon kadınlarından oluşan küçük bir orduyla bizim yanımıza geldi.’’ Uzanıp Rebekah’nın sağ elini aldı ve yarasını hafifçe okşadı.

‘’Seni bana getirdiğinde henüz on günlüktün. Helena senden ayrılacağı için perişan olmuştu. Ama izini kaybettirmekten başka şansımız yoktu. Önce bir büyü yaparak seni Caroline’ı Helena ve teyzen Anna’yı birbirimize bağladım.’’ Dedi ve kendi elindeki kesiği gösterdi. 

‘’Bu şekilde senin uyanmaya başladığını hissedebilecektik. Sonra ise seni yüzyıllık bir uykuya yatırdım.’’ Genç kızın hızla içine çektiği nefesi duyunca bakışlarını ona çevirdi. Bedeni titriyor ve sessizce ağlıyordu. Bunu ne kadar inkâr etse de sakinleştikten sonra anlatılanların doğruluğunu kabullenecekti.

‘’18 yaşında değilsin. 118 yaşındasın. Eski yaşamını da buna eklersek çok fazla yaşlısın.’’ Dedi gülümseyerek. Ancak bu genç kızı rahatlatmaya yetmedi. ‘’O gün annen Helena, Marcus’un esiri oldu. Tam 118 yıldır onun esiri. Anna ve ben defalarca onu kurtarmaya çalıştık. Ama karşımızdaki kişi kurnaz kız kardeşimdi. Helena’yı almamamız için elinden geleni yaptı. Yüzyıl boyunca Olimpos dağında kimsenin bilmediği bir yerde uyudun. Uyandığın gün seni tekrar dünyaya getirdim. Ancak Kirke yine peşimdeydi. Uzun bir süre ondan kaçtım. Ve sonunda seni Rusya da ki yetimhaneye bıraktım. Böylece babanın yakınında olacaktın. Neyse ki Kirke seni orada bulamadı. Sarah ve Andrew seni evlat edindikten sonra Kirke yıllarca evlatlık edinen ve Helena’ya benzeyen bütün kızları ve ailelerini öldürdü. Sonunda seni buldu.’’ Sessizce Klotho’nun bitirmesini bekleyen Athena oturduğu yerden kalkıp Rebekah’nın yanında geldi. Genç kızın titreyen elini avuçları arasına aldı.

‘’Hiçbirimiz bilmiyorduk Artemis. Ben, Ares, Zeus, Hera, hiçbirimiz bilmiyorduk. Bizden saklamalarına kızsam da en mantıklı kararı verdiler. Ne kadar az kişi bilirse o kadar iyiydi. Senin tekrar aramıza dönmene ne kadar sevindiğimi anlatamam.’’ Genç kız hiddetle geri çekildi.

‘’Ben Artemis değilim! Ben sadece Rebekah’ım! Yalan söylüyorsunuz! Bunların hepsi saçmalık!’’ 

‘’Şimdi inkâr ediyorsun. Ancak sakinleştiğinde sende bunu kabul edeceksin. Göğsünün üzerindeki işaret sana bunu hatırlatırcasına parlarken daha fazla inkâr edemezsin. Kurtlarla arandaki bağı inkâr edemezsin! Geçmişini yavaş yavaş hatırlamaya başlıyorsun. Ares ile Artemis'i tapınakta yarışırken gördüğün rüya. O aslında rüya değildi Diana. O senin anın. Kendi savaşını hatırladın ancak bunu da rüya sandın. Sen bir başka kişilik değilsin. Benliğinle savaşa girme. Bu beden ya da ruh sana yabancı değil. Sen Artemis'sin. O kadar güçlüsün ki kendi ruhunu kontrol edip Helena'nın ana rahmine düştün. Ve dünyaya bu bedenle geldin. Bu bedende senin, Elysion da uyuyan bedende senin. Kimliğini kabullendikten sonra Elysion'a gidip iki bedenin arasında seçim yapacaksın. İstersen bu bedeninle yaşamaya devam edersin istersen de eski bedenine geri dönebilirsin. Sen gecenin, ayın ve doğanın tanrıçası Artemis’in. Sen Rebekah Diana Blackwood’sun. İkisi ayrı kişilik değil. Geçmişisin hatırlamadığın için şuan Artemis olduğunu kabullenemiyorsun. Ancak hatırladığın zaman kabulleneceksin. ’’ Dedi Klotho 

‘’Hayır!’’ diye bağırmaya çalıştı Rebekah ve yataktan kalktı. Odanın kapısını hızla açarak etrafına bakındı. Bu lanet yerden nasıl çıkacağını bulmalıydı. Yanaklarından hızla süzülen gözyaşlarını elinin tersiyle silip holdeki merdivenlere yöneldi. Çıplak ayaklarıyla hızla merdivenleri indi. Bulunduğu hol ona rüyasından tanıdık geliyordu. Kapıya yönelmek üzereydi ki gözleri sağ tarafında bulunan odadaki kalabalığa çevrildi. Dakikalar öncesinde yukarıda odada olan herkes buradaydı. Hepsi ayağa kalkmış ona bakıyordu. Genç kızın gözleri aradığı adamı bulunca hızla ona doğru yürüdü. 

‘’Senden nefret ediyorum!’’ diye bağırdı kısık sesiyle ve Vincent’ı tüm gücüyle itti. Kızının perişan olmuş halini görünce ne diyeceğini şaşıran alfa ona sarılmayı denedi ancak kızı tekrar onu itti.

‘’Geldiğim günden beri bana garip bakmanın nedeni O’na benzememdi! Kolyeyi sana gösterdiğim gün gerçeği fark ettin ama bana söylemedin! Yalancısın! Hepiniz yalancısınız! Hepinizden nefret ediyorum!’’ dedi koşarak odadan uzaklaşmak üzereydi ki Vincent’ın, ‘babasının’ sözleri onu olduğu yere sabitledi.

‘’Sana nasıl anlatmamı bekliyordun? Ne kadar anlatmayı istediğimi bilemezsin. Ancak ortada cevaplanmamış sorular vardı. Ama haklısın yalan söylemeyeceğim. Kaleye geldiğin andan itibaren Helena’ya olan benzerliğin dikkatimi çekti. Kolyeyi gösterdiğinde ise ne yapacağımı şaşırmıştım. Yıllar sonra öldüğünü sandığım çocuğum karşımda duruyordu. Kızım tam karşımda duruyordu ama ben hiçbir şey yapamıyordum!’’ Rebekah hiddetle arkasına döndü.

‘’Ben senin kızın değilim! Asla da olmayacağım!’’ dedi ve koşarak evden çıktı. Üzerindeki geceliğe ve çıplak ayaklarına aldırmadan nemli toprağın üzerinde koşmaya başladı. Nereye gittiğinin önemi yoktu. İstediği tek şey çığlıklarını ve hıçkırıklarını kimsenin duyamayacağı bir yere gitmekti.
...

Saatlerdir ağlayan Rebekah ne kadar süredir burada olduğunu bilmiyordu. Ormanın derinliklerinde, evden yeterince uzaklaşınca koşmayı bırakmıştı. Ege denizine bakan adanın güzel manzarası karşısında duruyordu. Ancak genç kızın gözleri bu güzel manzarayı görmüyordu. Gözlerindeki yaşlar artık kurumuştu ve her gözünü kırpmasında kurumuş gözleri batıyordu. Omzunu ve başını, yanındaki koca meşe ağacının gövdesine yaslamıştı. Üzerindeki beyaz gecelik, oturduğu nemli topraktan dolayı kirlenmiş ve ıslanmıştı.

Batmakta olan güneşin denize yansıyan kırmızı rengi, ateş gibi parlıyordu. Hafif dalgalarla kıyıya çarpan denizin sesi genç kızı yatıştırmıştı. Üzerinde oturduğu uçurumdan aşağıya bacaklarını sarkıtmış yavaşça sallıyordu.

Haftalardır tek isteği kim olduğunu öğrenmekti. Ailesinin nerede olduğunu ve kim olduklarını merak ediyordu. Alacağı cevapları hiç düşünmemişti. Dahası düşünmemeye çalışıyordu. Çünkü kendini neye hazırlaması gerektiğini bilmiyordu. Her şeye rağmen bunlarla karşılaşacağını hiç tahmine etmezdi. Her türlü ucube yaratığa dönüşebileceğini kabul etmişti. Asırlardır yaşayan bir tanrıçaya değil!

Rebekah ne kadar inkâr etse de doğruyu söylediklerini biliyordu. Savaş sırasında zihninde çeşitli görüntüler belirmişti. Geçmişiyle ilgili görüntüler. Sadece kitapta ve rüyasında gördüğü Artemis'in tapınağını -yani kendi tapınağını- çok iyi biliyordu. Odasının hangi katta olduğunu, ayinlerini nerede yaptığını, atı 'Gecenin' nerede olduğunu çok iyi biliyordu. Olimpos dağındaki saklı bahçede Ares'le gizlice buluştukları geceler gözlerinin önünde canlanıyordu. Diğerlerinin yüzlerini hatırlamaya çalışıyor ancak zorlanıyordu. Sadece babası Zeus'un gece kadar siyah saçları olduğu annesininse güneş gibi parlak sarı saçları olduğun hatırlıyordu. 

Genç kız Vincent’la ilk karşılaşmasında ona karşı hissettiklerini hatırladı. Ona güveniyordu. Onun kolları arasında kendini bu dünyada hiç hissedemeyeceği kadar güvende hissetmişti. Çünkü o babasıydı! Kurtlara olan bağının anlamı artık çözülmüştü. Kurtlara bu gücü o vermişti. Kurtlar onun çocuklarıydı. 
Ares’in neden onun kim olduğunu bulamaması, güçlerinin ne anlama geldiğini bulamamsıda anlaşılıyordu. Çünkü ben tekim diye düşündü. Önce tanrıça olarak doğdum, öldüm ve tekrar insan bedeni içinde doğdum. Tanrıça ve insan karışımı nedeniyle Ares onu algılayamamıştı. 
Ares…

Artık ona olan hislerinin anlamını biliyordu. Gözleri ve zihni gerçekleri unutmuş olsa da ruhu günlerdir çığlık çığlığa bağırıyordu. Ruh eşini, sevdiği adamı, tek aşkını görmenin verdiği mutluluk, ona bu kadar yakınken uzakta olmak bütün bünyesini alt üst etmişti. Ares’in de ona karşı olan hislerinin nedeni buydu. Birbirini seven iki ruh tekrar bir araya gelmişti. Ancak önlerindeki engel yüzünden gerçekleri görememişlerdi.

Ares ve Artemis’i gördüğü rüyasının neden anı gibi olduğunu şimdi anlıyordu. Neden Ares’i ve Athena’yı sanki daha önce görmüş gibi olduğunu çok iyi anlıyordu. O rüya gerçekti. Bundan yüzyıllar önce Ares tapınağında Artemis’i -yani beni- ziyarete gelmişti ve aralarında her zaman yaptıkları yarışı yapmışlardı. Athena’yı çok iyi tanıyordu. Her gününü birlikte geçirdiği en iyi dostunu unutması imkânsızdı. Zihninde kaos ortamı olan Rebekah ne yapacağını bilmiyordu. O Artemis’di. Aynı zamanda Rebekah Diana Blackwood’du. 18 yaşında bile değildi. Bu bedeniyle tam 118 yıl geçirmişti. 100 yılını uyuyarak geçirmiş olsa da 118 yıldır bu beden içindeydi. Önceki bedeninin yaşını ise hatırlamıyordu.
Son gördüğü rüyasındaki savaş alanı ve Olimposda ki resimlerin neden ona tanıdık geldiğini şimdi daha iyi anlıyordu. Çünkü bu onun savaşıydı. O rüyadaki yoğun özlem duygusunun artık kime karşı olduğunu da biliyordu. Zeus’u Hera’yı kardeşlerini bütün ailesini özlemişti.

‘’Dikkat et düşeceksin’’ Kıkırdama eşliğinde söylenen bu sözler genç kızın gözlerini açmasına neden oldu. Yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluştu. Arkasından ona yaklaşan ayak seslerini duyuyordu. Günlerdir rüyalarında ona eşlik eden adam şimdi arkasında duruyordu. Ve ilk karşılaşmalarında olduğu gibi aynı cümleyi kullanmıştı.

‘’Ohh! Afrodit’in koca memeleri aşkına! Bir an bütün Yunanistan’ı arayacağımı sanmıştım! Saatlerdir seni arıyorum. Ve lanet olsun neden seni her seferinde uçurumun kenarında buluyorum. İntihara bu kadar mı meyillisin?’’ Genç kız kıkırdayarak oturduğu yerden kalktı ve ‘Suratsızla’ yüzleşmek için yavaşça ona döndü. Gerçekleri öğrendikten sonra onun kim olduğunu tahmin etmek zor değildi. İlk karşılaşmalarında onu sesinden çok iyi tanıdığını biliyordu. Neden suratını gizlediğini de anlamıştı. Çünkü onu görürse henüz her şeyi öğrenmeye hazır olmayan zihni muhtemelen infilak ederdi. 

Karşısındaki adam her zamanki gibi beyaz giyinmişti. Üzerindeki pantolon ve spor ayakkabıları beyazdı. Kısa kollu beyaz gömleğinin bütün düğmeleri açıktı. Genç kız gözlerini yavaşça yukarıya kaldırdı ve eski hayatında aşinası olduğu yüze baktı. Eskiden uzun olan güneş rengi sarı saçları şimdi kısaydı. Masmavi gözleri, gözyaşlarından dolayı dolmuştu. Onun sulanmış gözlerini gören genç kızın dudaklarından hıçkırık çıktı. Gözyaşları tekrar akmaya başladı. Yüzyıllardır süren hayatı boyunca onu hiç ağlarken görmediğini çok iyi hatırlıyordu. Şimdi ise karşısındaki bedeni ilk kez ağlarken görmek üzereydi. 

‘’Merhaba Günışığım’’ dedi Rebekah. Önceki hayatında ona hep böyle seslendiğini çok iyi hatırlıyordu. ‘Suratsız’ ona böyle seslendiğini duyunca gülümsedi ve elinin tersiyle gözünden düşen yaşı sildi. Rebekah bunun üzerine daha fazla kendini tutamadı ve hızla koşup boynuna atıldı. Güçlü kollar bedenini sıkıca sarıp onu havaya kaldırırken kısılmış sesiyle hıçkırarak ağlıyordu. Kardeşinin, ikizinin, ruhunun ve bedeninin diğer yarısı olan Apollon da sessizce ağlıyordu.

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Onde as histórias ganham vida. Descobre agora