BÖLÜM 28

62.7K 2.5K 105
                                    

MEDYA; Ares

...TİTAN KARDEŞLER...

Kalenin kapılarını savurarak açan Kirke öfkeyle soluyordu. Taht odasını hızlı adımlarla arşınlarken yeni plan kurmaya çalışıyordu. Ancak planları tükenmişti. Bir haftadır ordusunu çoğaltmakla uğraşıyordu. Savaşta verdiği kayıp çok fazlaydı. Ne kadar insan yakalayıp onları dönüştürseler de hala sayıları çok azdı. Başka bir şeyler bulmalıydı. Çünkü dünyadaki kayıp sayıları artmıştı ve her eyalette polisler arama çalışmaları başlatmıştı. Kirke elbette ki onlardan korkmuyordu. Sadece bu kadar işinin arasında birde basit insanlarla uğraşmak zorunda kalmak istemiyordu. Bir an önce ordusunu toplamalıydı ve çok geç kalmadan Rebekah’ı ele geçirmeliydi. Bir haftadır Klotho’nun yanındaydılar ve artık kendi hakkındaki bütün gerçekleri öğrendiğine emindi. Kirke Artemis’in tekrar dünyaya gelmiş olduğu gerçeğini hâla kabullenemiyordu. Elysion'daki ruhsuz boş beden bunun kanıtıydı. Ama böyle bir şeyin olma olasılığını hiç düşünmemişti. Artemis’den tamamen kurtulduğunu düşünmüşken o tekrar dünyaya gelmişti. Şimdi çok daha büyük bir tehlike oluşturuyordu. Ya Dünyayı yok edecek ya da Kirke’yi. Elbette beyaz kâhin ikisinin de olmasını istemiyordu. Artemis, yani Rebekah Olimposa gitmeden onu yakalamalıydı. Oraya gitmesine izin veremezdi. Ama eli kolu bağlıydı. Hiçbir şey yapamamak onu öfkelendiriyordu. Bütün gücüyle çığlık attı. Taht odasındaki camlar tek tek patlarken Beyaz Kahin bunu umursamadı bile.

‘’Marcus! Bana Helena’yı getir.’’ Diye bağırdı. Çığlığı bütün kalede yankılanırken korkak vampirinin, nerede olursa olsun onu duyacağını biliyordu. Birkaç saniye sonra taht odasının kapıları açıldı ve Marcus içeriye girdi. İki bileğine bağlı olan zincirden tutarak Helena’yı yerde sürüklüyordu. Tam ayaklarının önüne gelince Amazon Kraliçesini yere savurdu. ‘’Şimdi git ve biraz işe yara Marcus. Daha fazla vampir gerek. Bunun içinde insan!’’ Dedi Kirke. Gözlerini doğrulmaya çalışan Helena’ya çevirmişti. 

Gücünün son kırıntılarını kullanarak ayağa kalkan Helena baş dönmesinin geçmesi için gözlerini sıkıca yumdu. Kapıların kapandığını duyunca odada tanrıçayla yalnız kaldıklarını anlamıştı. Ne kadar güçsüz olsa da bu kadının karşısında ayakta durmalıydı. Yavaşça gözlerini açtı. Kirke tam karşısında duruyordu. Bir elini beline koymuştu ve sinsice gülümsüyordu. ‘’Beni bu kadar çabuk özleyeceğini tahmin etmemiştim.’’ Dedi Helena çatallaşmış sesiyle. Soğuk kahkahasını atan Kirke yavaş adımlarla Helena’nın arkasına geçti ve kulağına eğildi.

‘’O çok beklediğin baba kız kavuşması sonunda gerçekleşti. Sevgili kızın Diana artık gerçek kimliğini biliyor. ’’ Yaralı dudakları büyük bir gülümsemeyle kıvrılan Helena inanamayan gözlerle Kirke’ye döndü. Önce tanrıçanın onunla oynadığını sandı. Ancak Kirke’nin suratındaki soğuk ifade bunun gerçek olduğunun kanıtıydı. 

‘’Sonunun çok yaklaştığının farkına vardığın için mi beni buraya çağırdın. Vedalaşmak için?’’ Zaten öfkeli olan Kirke hırsla Helena’ya tokat attı ve Amazon Kraliçesi geriye savruldu. Bedeni sertçe duvara çarpıp yere düştü. ‘’Sonu gelen ben değilim. Senin o aptal kızın ve yanındakiler! Ve sen! Beni asla yenemezsiniz. Bütün Olimpos bir araya gelse bile kimse beni yenemez.’’ Öksürerek doğrulmaya çalışan Helena yüzünü engelleyen saçları önünde çekti ve Kirke’ye baktı. Kendini o kadar güçsüz ve çaresiz hissediyordu ki. Sanki bütün dünya büyümüş Helena ise bir karınca boyutundaymış gibiydi. Gücü hiçbir şeye yetmiyor her şey gözünde büyüyordu. ‘’Kalendeki ordu çoğaltma girişimlerini görüyorum Kirke. Daha bir ordun bile yokken nasıl kazanacağından bu kadar emin olabiliyorsun? Diana çok güçlü. O sadece tanrıça değil. En büyük Amazon savaşçılarının kanını taşıyor. Vincent’ın kanını taşıyor. Artık eskisinden de daha güçlü. Karşında öfkeli bir Tanrıça var Kirke. Ve bu Diana’nın en büyük silahı.’’ Saniyeler İçinde Helena’nın önünde biten Kirke, Amazon Kraliçesini boynunda tutup havaya kaldırdı.

‘’O zaman sen de benim en büyük silahlarımı gör!’’ dedi Kirke sımsıkı kenetli dişlerinin arasından ve ikisini de ışınladı.

Gözlerini kırpıştırarak açan Helena nerede olduğunu anlamaya çalıştı. Kapkaranlık odada hiç cam yoktu. Eski şatoların balo salonuna benzeyen alan sadece mumlarla aydınlatılıyordu. Her yer toz içindeydi ve bütün eşyalar oldukça eskiydi. Tozdan dolayı öksüren Helena ayağa kalkmaya çalışırken zorlandı. Uzun zamandır bileğin de bulunan zincirler, derisinde büyük yaralar açmıştı. Başı hâla dönüyordu. Bedeninde artık neredeyse hiç güç kalmamıştı. Gözünü her kırptığında açmak için büyük çaba sarf ediyordu. Ayağa kalkarken tökezleyince, biraz ilerisinde bulunan Kirke omzunun üzerinden ona bakıp sinsice gülümsedi. Sonra karanlıklar arasında o soğuk ses duyuldu.

‘’Kirke! Bu ne büyük sürpriz.’’ Helena etrafına bakınsa da sesin ait olduğu kişiyi göremedi. 

‘’Bu zamansız ziyaretlerin konusunda anlaştığımızı sanıyordum. Buraya gelmemen gerekirdi.’’ Dedi bir başka ses. Bu ses ilkinden daha ürkütücüydü.

‘’Üstelik yanında Amazon Kraliçesiyle gelmişsin!’’ üçüncü bir ses de konuşmaya dahil olunca Helena iyice tedirginleşti. Gözleri etrafı tararken en sonunda onları gördü. Tam karşılarında üç adam duruyordu. Karanlıktan dolayı yüzleri gözükmüyordu. Üçünün de heybetli bedenlerinin gölgeleri Amazon Kraliçesinin üstüne düşüyordu.

‘’Üzgünüm efendilerim. Beni bağışlayın. Helena ile kısa bir konuşma yaptık. Ve benim güçlü olduğuma inanmayınca, kime karşı savaştıklarını göstermek istedim.’’ Dedi Kirke. Efendilerim? Diye tekrarladı içinden Helena. Az önce öfkeden deliye dönmüş olan kâhin şimdi o kadar sakindi ki! Sanki korkuyor gibiydi. Bu da Helena’nın seslice yutkunmasına sebep oldu. Karşılarında durdukları bu üç adam kimdi ki Kirke’yi bile tedirgin ediyorlardı?

‘’Yani sende her zaman olduğun gibi hırslandın ve elindeki tüm kozları ortaya döktün. Yani bizi?’’ İlk konuşan adamın sesiydi bu ve alayla kıkırdadı. ‘’Demek Amazon Kraliçesi kızının ve yanındakilerin bizi yeneceğini düşünüyor öyle mi?’’ dedi diğer adam. Ve sonuncusu da tekrar konuştu. ‘’O zaman karşılarında kimler olduğunu öğrenmeliler öyle değil mi Prometheus?’’ 

Helena duyduğu isimle soluksuz kaldı. Onları daha önce görmemiş olsa da kim olduklarını biliyordu. Üç titan kardeşler! Prometheus, Epimetheus ve Atlas! Yıllar önce tanrılar savaşından sonra bütün titanlar Tartarusa kapatılmıştı sadece üç kardeş hapsedilmemişti. Çünkü onlar Zeus ve kardeşlerine savaşta yardım etmiş onların tarafını tutmuşlardı. Zeus da bu iyiliklerinin karşılığında onları Tartarusa kapatmamış on iki tahtta üçünü onlara vermişlerdi ve Dünyayı beraber yönetmişlerdi. Ancak kardeşlerin amacı başkaydı. Zeus ve kardeşlerini alt edip Dünyayı kendileri yönetmek istiyordu. Bunun için savaş başlatmışlardı. Savaşın sonunda üçü de ortadan kaybolunca bütün Olimpos peşlerine düşmüştü ancak üçünden de hiç iz bulunmamıştı. Aradan geçen yüzyıllar sonunda kardeşlerin öldüğü düşünülmüştü. Ama yaşıyorlardı! Bu imkansızdı. Nasıl hayatta kalabilmişlerdi?

Odadaki bütün mumlar birden yandı ve karanlıkta kalan yerlerin hepsi aydınlatıldı. Üç kardeşi net bir şekilde gören Helena seslice yutkundu. En büyükleri olan ve diğer iki kardeşini yöneten Prometheus ortalarında duruyordu. Simsiyah saçları geriye doğru taranmıştı. Mavi gözlerinde yaşama dair hiçbir pırıltı yoktu. O kadar soğuk ve donuktular ki hiçbir düşmanından korkmayan Helena’yı bile ürkütmeyi başarmışlardı. Prometheus’un sağ tarafında duran sarı saçlı Epimetheus ise aralarında en uzun olanıydı. Gözleri tıpkı kardeşi gibi maviydi. Ancak onun gözlerinde saf ölüm yoktu. Ondan yayılan enerji insanın bütün kanının çekilmesine neden oluyordu. Gözlerini üçüncü ve en küçük kardeşe çeviren Helena keskin mavi gözlerin soğukluğuyla titrememek için kendini zor tuttu. Tıpkı Prometheus gibi siyah saçlı olan Atlas da en büyük kardeşi kadar soğuk ve ölümcüldü. Atlasın dudakları çarpık bir gülümsemeyle büküldü ve merdivenlerden inerek yavaş adımlarla Helena’ya yaklaştı. Ona yaklaşan her bir ayak sesi büyük salonda yankılanırken Helena geri adım atmamak için bütün iradesini kullandı.

‘’Amazon Kraliçesi Helena. Sanırım seni şimdiden yeterince korkutmayı başardık.’’ Diye fısıldadı genç kadının kulağına. Merdivenlerin en tepesinde duran Prometheus arkalarında yan yana bulunan üç tahttan ortadakine oturdu ve ‘’Şimdi söyle bakalım Kraliçe. Sence savaşı kim kazanır?’’ diye sordu.

‘’Yaşadığımızdan haberleri bile olmayan Olimposlu barışçıl tanrılar mı yoksa yıllardır karanlıkların arkasında bekleyip güçlenen titan kardeşler mi?’’ diye fısıldadı Atlas. Nefesindeki soğuk hava Helena’nın ensesini yalayıp geçerken gen kadın ürperdi. Ağzını açıp konuşmayı isterdi ancak yapamadı. Karşısındaki tanrıları kızdıracak en ufak bir şey yapmak istemezdi. Savaşın galibinin kim olduğu zaten belliydi. Bunca yıllık savaş tecrübesinden dolayı titan kardeşlerin planını anlamıştı. Kirke ordusunu hazırladıktan sonra Olimposa ikinci kez savaş açacaktı. Olimposlular ve kurtadamlar tam kazandıklarını düşündükleri sırada titan kardeşler ortaya çıkacaktı. Onları görmek zaten herkesi şoka sokacakken bir de Kirke ve ordusuyla savaşmaktan dolayı yorgun düşmüş olacaklardı. İşte tam da bu sırada üç kardeş son darbeyi vurup bütün Olimposluları yenebilirlerdi. Sadece üçünün olması bile savaşın kazanılması sağlayacaktı.

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin