BÖLÜM 29

57.6K 2.5K 25
                                    

...BULUŞMA...

Soğuk suyu büyük bir açlıkla içen genç kızın elleri titriyordu. Daha önce hiç böyle bir şey yaşamamıştı. Anının etkisinden hâlâ kurtulamamıştı. Beyni çatlarcasına ağrıyordu. Caroline genç kızın elindeki bardağı aldı.

''Şimdi neler olduğunu tekrar anlat. Ama bu kez sakin olmayı dene.'' dedi Apollon. Seranın rahat koltuklarında oturan genç kız dizlerinin üzerine çömelmiş kardeşine baktı. Apollo'un eleri genç kızın dizlerine nazikçe masaj yapıyor ve düşmenin verdiği sızıyı alıyordu. Derin bir nefes alan genç kız anlatmaya başladı. ''Bu ilk kez oluyor. Seninle olduğumuz rüyalar gibiydi. Sanki...sanki bilmiyorum açıklayamıyorum.''

''Vizyon gibi miydi. Ya da dejavu?'' diye sordu Athena. Genç kız kafasını salladı. ''Kesinlikle dejavu gibiydi. Eski bedenimdeydim. Ares'le yeşilliklerin arasında oturuyorduk ve o bana yalnız kalmak, sesiz bir yerde olmak istediğini söyledi. Öyle bir yer olup olmadığını sorduğumda ise karlar altında olan bir yerden bahsetti. Nerede olduğunu biliyorum. Anının devamını görmedim. Ama hatırlıyorum. Bir mağaradan bahsetmişti. Kuzeyde bir yerde. Soğuk karlar altında olan bir yer. Ama neresi olduğunu tam hatırlayamıyorum.''

''Sibirya? Kanada? İzlanda?'' diye sordu Caroline. Genç kızın gözleri kocaman açıldı. ''İzlanda! Kesinlikle orası. Hatırlayabiliyorum. Oraya gitmeliyiz. Ares orada! Onu bulabilirim. Tek başına gitmem gerek.'' 

''Hey! Orada dur bakalım. Tek başına nasıl gitmeyi düşünüyorsun? Daha doğru düzgün ışınlanamıyorsun. Bu sabah sadece iki kere ışınlanma çalıştın diye hemen güçlerin üzerine hükmedebildiğini düşünme. Hâla onları kontrol edemiyorsun. Çalışmamız gerek. Dahası evin dışında ışınlanma çalışması yapmadık bile. Tek başına gitmene izin veremem. Hem bu hiç güvenli değil.'' dedi Apollon kaşlarını çatarak.

''Yeterince odaklanırsam yapabilirim ve inan bana şuan yeterince odaklıyım. İstediğim tek şey Ares'i bulup o Olimposlu kıçına tekmeyi basmak!'' Kıkırdayan Athena 
''Benim içinde bir güzel benzet. Sen uykuya yatınca beni de terk etmişti.'' dedi. 

''Emin ol onu iyice benzeteceğim.'' dedi genç kız dişlerinin arasından. Terk edip gitmek neymiş Ares'e gösterecekti. ''Tamam Ares'in benzetilmesi taraftarıyım. Hata bunu en çok isteyen benim. Ama yinede senin tek gitmene izin vermiyorum. Özelliklede tek başına 'ışınlanarak' gitmene.'' dedi Apollon. 
Genç kız kardeşinin ellerini sıyırarak ayağa kalktı. ''Tamam şimdi tekrar ışınlanmayı deneyeceğim ve sonrada İzlanda'ya tek başıma gideceğim.'' Tek kaşını kaldıran Apollon kardeşinin karşısına dikildi. ''Pekala. Seranın dışına evin hemen yanına ışınlan. Eğer bunu yaparsan, karlar altındaki bir ülkede tek başına bütün mağaralara tek tek bakarak Ares'i aramana izin vereceğim!'' 

''İstediğin kadar beni iğneleyebilirsin kardeşim ama yapacağım.'' dedi genç kız ve gözlerini kapattı.

''Sadece düşünmen yeterli. Başka şeyleri zihninden çıkar.'' diye tavsiyede bulunan Caroline'ın sözünü dinleyen Rebekah birkaç saniye sonra aşinası olduğu karıncalanmayı ve esintiyi hissetti. 

''Lanet olsun Rebekah ne halt yiyorsun burada!'' James'in sesiyle kaşlarını çatan genç kız gözlerini açtı. Gördükleri karşısında gözleri kocaman açıldı. ''Ohh Afrodit aşkına James o da ne? Sen resmen kutsanmışsın!'' diyerek hızla ellerini gözlerine kapattı. Kahkahalarla gülen James havluyu beline sararak çıplaklığını örttü.

''Ne o mal beyanında bulunmaya mı geldin? Bunun için seni Eos mu gönderdi yoksa?'' Rebekah James'in yüzünü görmese de onun gülümsediğini anlayabiliyordu. ''Lanet olası herif! Işınlanmaya çalışıyordum. Burada değil bahçede olmam gerekirdi. İstediğim en son şey sen banyodan çıkarken senin o kocaman olan o şeyi... Sanırım şuraya kusacağım.'' James kahkahalarla gülerken Rebekah homurdanıyordu. ''Bunları iltifat olarak kabul ediyorum. Bu arada az önce gördüklerini Eos'a söyleyerek kız kardeşinle aramızdaki garip ilişkiye yardımcı olabilirsin.'' 
Kısa bir tereddüdün ardından gözlerini açan genç kız havlu sarılı olmasına rağmen belden aşağısına bakmamayı tercih ediyordu. Çünkü zihni o havluyu yok edip az önce tüm çıplaklığıyla gördüğü 'şeyi' oraya yerleştiriyordu. 

''Yeri gelmişken seni uyarayım. Seni seviyorum James ama kız kardeşimi üzecek bir şey yaparsan canına okurum. Beni anladın mı?'' James teslim olucasına ellerini iki yana kaldırdı. ''Merak etme kızgın tanrıça halini başıma musallat etmek istemiyorum. Ama burada mağdur olan benim. Kız kardeşin hakkında bazı sorunlar var.'' dedi. Genç kız tam ağzını açmıştı ki James'in arkasında Eos belirdi ve hızla işaret parmağını dudaklarına götürdü. Dudaklarını birbirine bastıran Rebekah James'e belli etmemek için boğazını temizledi. ''Kız kardeşimle ilgili sorun mu? Neler oldu aranızda?'' 
İç çeken James ellerini ıslak saçları arasından geçirdi. Kaslı ve geniş vücudundaki su damlaları yavaş yavaş aşağıya iniyordu. ''Sorunda bu zaten. Beni o tatlı kıçına bile takmıyor. Eşleşmenin haricinde suratıma bakmadı bile. Sorunu ne önceden lezbiyen falan mıydı?''
Eos'un gözleri kısılıp dudakları ince bir çizgi halini alırken Rebekah, James'i susturmanın iyi olacağını anladı. ''James'' diye söze girdi ancak kurtadam onu duymadı bile. '' Aslına bakarsan tanrıça olduğu için biraz havalı bir tip. Ne yani tanrıça oldun diye ruh eşinle konuşmayacak mısın? Bana kalsa onu odaya kapatır bir güzel o kıçını pataklar ardından kimin üstün olduğunu ona gösteririm. Apollon Eos'un suratsız, inatçı ve çekilmez olduğu söylemişti ama ona inanmamıştım.''

''James!!''

'' Sanırım şimdi anlıyorum. Çünkü Eos gerçekten suratsız-''

'James!!''

''İnatçı ve- Ahh Lanet olsun kıçım!!'' diye bağıran James için genç kız, çok geç kalmıştı. Bütün susturma çabalarına rağmen James onu dinlememiş ve Eos'un elinde oluşturduğu ışık topuna maruz kalmıştı. Poposu kızarmış tavuğa dönen James sıçrayarak hızla arkasına döndüğünde öfkeden gözleri kısılmış Eos'la karşılaştı. ''Lanet olası kadın! Kıçımı pişirdin! Senin burada ne işin var'' diye bağırdı.

''Sen ne cüretle beni kız kardeşime şikayet edersin!'' 

''Şimdi benimle konuşuyorsun öyle mi inatçı cadı!'' Eos'un gözlerinden alevler çıkarken Rebekah ateşli çifti baş başa bırakmanın en iyisi olacağına karar verdi. Sessizce tam çıkmak üzereydi ki James'in dumanlar çıkan arkasını fark etti ve kahkahalarla gülmeye başladı. İki çift kızgın göz ona dönünde dudaklarını birbirine bastırdı ve eliyle siyaha dönmüş poposunu işaret etti.''Şey popon gerçekten çok hoş gözüküyor.'' Küfürler savuran James omzunun üzerinden arkasına bakarken Eos'un dudaklarında çarpık bir gülümseme oluştu. Ancak James ona baktığı an eski suratsız haline geri döndü.

''Neyse size iyi eğlenceler ateşli çift. Sizi yalnız bırakmak en iyisi.'' dedi genç kız ve kavgaya kaldıkları yerden devam eden çifti yalnız bıraktı. Banyonun kapısını kapatmıştı ki evde Apollon'un gürleyen sesini duydu. ''Biri benim aklını kaçırmış ikizimi bulabilir mi? Lanet olası ışınlandı ve hiçbir yerde yok!''
Genç kız gözlerini devirdi. Apollon ikiz kardeşi olabilirdi ama bir baba edasıyla onu korumaya çalışıyordu. Bir yolunu bulup ondan kurtulmalı ve İzlanda'ya ışınlanmalıydı. ''Rebekah şuan tam karşımda duruyor ve tamamen güvende.'' Genç kız duyduğu sesle arkasını döndü ve Felicia ile karşılaştı. Üzerinde Rebekah'nın görmeğe alışık olmadığı pantolon ve kazak vardı. Yüzündeki yorgunluk kendini belli ediyordu. Aralarındaki kötü elektrik Felicia'nın gerçekleri öğrendiği günden beri birden yok olmuştu. Ama hala pek iyi oldukları söylenemezdi. Olanlardan sonra onunla konuşmaya fırsat bulamamıştı bile.

''Güzel. Onu orada tutsan iyi olur. Rebekah tekrar ışınlanırsan Zeus şahidim olsun seni zincirlere vururum!'' diye gürleyen Apollon'un sesiyle kendine geldi.

''Şuan Apollon'dan kaçmam gerek ve sen bana yardım edeceksin. Sonra sana istediğim şeyi veririm.'' dedi genç kız gözlerini Felicia'ya çevirerek. Tek kaşını kaldıran Felicia önce merdivenlerden aşağıya sonrada Rebekah'a baktı. Apollon adım adım yaklaşırken Felicia sonunda gülümsedi ve genç kıza yaklaştı. 

''Güçlerini henüz kontrol edemediğini biliyorum. O yüzden sana yardım edeceğim. İki türlü ışınlanma vardır. Birisi senin az önce yapmaya çalışıp ama yapamadığın diğer ise yanındakinin yönlendirmesiyle olan ışınlanma. Ben hayal edeceğim sense sadece ışınlanacaksın.'' dedi. Rebekah gülümseyerek Felicia'nın elini tuttu. Bunu daha önce Ares'le yapmıştı. ''Bizi güzel bir yere götürsen iyi olur kurt kız. Yoksa seni tanrıça tarafımla tanıştırmak zorunda kalırım.'' dedi ve beraber ışınlandılar.
Gözlerini açan Rebekah kendini yemyeşil bir bahçenin ortasında buldu. Etraf renkli çiçekler, çeşit çeşit ağaçlarla doluydu. Çayırların arasında tavşanlar zıplıyor, kuşlar cıvıl cıvıl neşeyle ötüyordu. Güneş tüm parlaklıyla gökyüzünde parlarken, tatlı tatlı esen meltem genç kızın saçlarını savuruyordu. ''Burası cennet gibi!'' diye soludu etrafına dikkatle bakarken. Felicia'nın yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluştu. 

''Evet. Burası bizim cennetimizdi. Evime hoş geldin.'' Felicia'yada ki hüznü fark eden Rebekah kaşlarını çatarak ona döndü. Ellerini ceplerine sokmuş etrafa bakıyordu. Bir yandan da dudağını kemiriyordu. Buranın Felicia için çok özel olduğunu anlayan genç kız Daniel'ı hatırladı. Caleb Felicia'nın eşi Daniel'in öldüğünü söylemişti. 
''Burası. Daniel ile senin evin miydi?'' 

Başını hızla Rebekah'a çeviren Felicia kaşlarını kaldırdı. Sonra dudakları gerçek olmayan bir gülümsemeyle kıvrıldı. ''Dur tahmin edeyim Jordan mı anlattı? Yoksa Parker mı?'' 

Kafasını iki yana sallayan Rebekah dudaklarını bükerek ''Caleb.'' diye yanıtladı. Gözleri şaşkınlıkla açılan Felicia kahkahalarla gülmeye başladı. ''Caleb aklıma bile gelmezdi. Neyse sana anlatmasının bir önemi yok. Evet. Burası Daniel ile evimizdi. Her şey bittikten sonra yeterince yaşlanıp, görevimizden ayrılmak istediğimize karar verdiğimizde buraya gelip yerleşecektik. Daniel buraya cennet yuvamız derdi. Biraz fazla romantikti. '' Yüzünde hüzünlü bir gülümseme oluştu ve bakışlarını uzaklara çevirdi. ''Çocuklarımız hatta belki de torunlarımız bizi burada ziyarete gelecekti. Ama her şey planlandığı gibi gitmiyor öyle değil mi? Bunu en iyi sen bilirsin.'' dedi ve gözyaşlarıyla dolmuş gözlerini Rebekah'a çevirdi. 

Genç kız kafasını evet anlamında salladı. ''Kesinlikle planlandığı gibi gitmiyor.'' dedi iç çekerek. Felicia Rebekah'a fark ettirmemeye çalışarak gözünden akan yaşı sildi ve eski alaycı haline geri döndü. Ancak Rebekah onu görmüştü. İçinde hüzün dalgaları dolaşırken onun için bir şey yapabilmeyi istedi. O kurtların tanrıçasıydı. Ölüyü asla geri getiremezdi. Bu Dünyanın kurallarına aykırıydı. Ölen birinin geri dönmesi imkansızdı. Bunu Hades bile yapamazdı. Ruh ve beden arasındaki bağ bir kez koptuğu zaman geri dönüşü yoktu. Ama Rebekah Felicia için başka bir şey yapabilirdi. Ne yapacağını henüz bilmese de mutlaka onun için bir şeyler yapacaktı. ''Ee ikiz kardeşinden kaçmanın sebebini sorsam çok mu ileri gitmiş olurum?'' Rebekah gülümseyerek omzuyla Felicia'yı hafifçe itti.

''Ares'in nerede olduğunu biliyorum. Aslında tam olarak biliyor sayılmam ama en azından İzlanda da ve bir mağarada yaşadığını biliyorum. Ve Apollon gitmeme izin vermiyor. Eskiden bana bu kadar bağlı olup olmadığını hatırlamıyorum ama bazen çok fazla korumacı oluyor.'' 
Felicia kıkırdayarak başını iki yana salladı. ''Baş belası kardeş yani? Küçükken eğitimler sırasında bize sizin hakkınızda her şey anlatılırken, en çok önem verdiğimiz tanrıça sen olurdun. Sen bizim tanrıçamızsın. Ve senin hakkında her şeyi biliriz. Apollon ve senin hakkında yüzlerce hikaye dinlemiş biri olarak söylüyorum ki kardeşin her zaman sana çok düşkün olan birisi.''

Gülümseyerek iç çeken Rebekah ''Bu da, yaşadıklarımızdan sonra artık daha fazla düşkün olduğu anlamına geliyor.'' dedi. Birkaç dakika sessizce uçsuz bucaksız çayırı izleyip sessizlikte düşüncelere daldılar. Rebekah İzlanda'ya gitmek zorundaydı. Ama Işınlanırken kendini hiç istemediği bir yerde bulmak da istemiyordu. James'le olduğu gibi ya da daha kötüsünü yaşama olasılığı vardı. Sıkıntıyla derin nefes alırken sonunda Felicia sessizliği bozdu. 

''Bence daha fazla bekleme. Yeterince konsantre olursan başarabilirsin. Bunca şeyin üstesinden geldin bunu yapabilirsin.'' 

''Hiç olmadığım kadar konsantreyim tek istediğim Ares'i bulup bir güzel pataklamak. Ama sen ne olacaksın önce seni Yunanistan'a bırakmamı ister misin?'' 

Felicia başını iki yana salladı. ''O ev çok fazla kalabalık. Ve arkadaşın Jasmine hiç susmuyor. Ben onun kafasını kopartmadan biraz uzaklaşsam iyi olacak. Şimdi git ve savaş tanrısını bir güzel patakla. Dönüşte beni almayı unutma.'' dedi gülümseyerek. Rebekah da gülümsemesine karşılık verdi. Ve ardından gözlerini kapatıp tüm düşüncelerini Ares'e ve İzlanda'ya yöneltti. Vücudu karıncalanırken birden soğuk rüzgarın bedenine çarpmasıyla gözlerini açtı. Rüzgar korkunç bir uğultuyla etrafında eserken bedenini ısırıyordu. Kollarını bedenine saran genç kız iliklerine kadar üşüdü.

''E..evet. S...sana da. Merhaba İ...İzlanda.'' diye mırıldandı çenesi titrerken.
...

Lanet olsun! diye düşündü genç kız belki de yüzüncü kez. İzlanda'nın ortasında üzerinde sadece pantolon, spor ayakkabı ve gömlekle geziyordu. Güçlerini kullanıp, gözlerini kapatıp kalın bir mont hayal etse de her seferinde elinde farklı bir şey belirmişti. En son elinde mont yerine iç çamaşırı belirince bu çabasından vazgeçmişti. Spor ayakkabıları kardan dolayı ıslanmış ve çoraplarını sırılsıklam olmuştu. Parmaklarını hissetmiyordu. Bacakları dizlerine kadar gelen karı aşarken zorlanıyordu. Tamamen ıslanmıştı. Yağan kar ve hızla esen rüzgarın ona hiçbir yararı yoktu. Şimdiden tam üç mağara bulmuş ve üçünün de hiç düşünmeden içine girmişti. Bu yaptığı en büyük akılsızlıktan biriydi. Çünkü içerideki uyuyan ayıların onun buraya bulmak için geldiği aptal ayıyla hiçbir alakası yoktu. Neyse ki uykudaki ayıları uyandırmadan mağaradan tüymüştü. Ares'in yakınlarında bir yere ışınlandığını umut ediyordu. Yoksa koskoca İzlanda da onu bulması imkansızdı. Tanrı güçlerinin hepsine, gerçek uyanış henüz gerçekleşmediği kavuşamamıştı. Bu yüzden soğuktan ölmesi mümkündü. Ne kadar Ares'i hayal edip ışınlanmaya çalıştıysa da akıllı savaş tanrısı aralarındaki bağı kapatmıştı. Bu yüzden Rebekah ona ulaşamıyordu. Tipiden dolayı sadece bir adın sonrasını görebiliyordu. Durup solukladı. Boğazı yanıyordu. Ve yanaklarının soğuktan yandığını biliyordu. Soğuk yanığı, sıcak yanıktan kesinlikle daha kötüydü. Soluklanmaya çalışırken daha ilerisini görebilmek için gözlerini kıstı. Biraz ilerideki mağarayı görünce rahat bir nefes aldı. Ares orada olsa da olmasa da genç kız bir süre orada kuytu köşe bir yer bulup ateş yakıp ısınmalıydı. yoksa gerçekten soğuktan ölecekti. Ares'in onu terk etmesine yeterince sinirliyken şuan ki durumundan dolayı sinir kat sayısı gittikçe artıyordu. Çünkü soğuktan donmak üzereydi, açtı ve yorgundu.

Mağaraya yaklaştıkça karın seviyesi azaldı ve genç kız son gücünü toplayarak adımlarını hızlandırdı. Mağaranın girişindeki tüm karlar temizlenmişti. Ve içeriden gelen yemek kokusunu hissedince genç kız bunu zihninin bir oyunu olarak düşündü. Soğuktan donmuş burnu ve zihni kesinlikle onunla oynuyor olmalıydı. Tipinin rüzgarından uzaklaşmak için hiç düşünmeden mağaranın derinliklerine girdi. Adım attıkça karanlık basması gerekiyorken yumuşak mum ışıkları yolunu aydınlatmaya başladı. Genç kızın kalbi son hız atmaya başladı. Sonunda onu bulmuştu. Adımlarını hızlandırarak mağaranın derinliklerine doğru inmeye devam etti. Geçtiği her oyuğa dikkatle bakıp onu arıyordu. Geçtiği yatak odasına dönüştürülmüş ve kitaplarla dolu olan oyukların ardından sonunda onu buldu.
Geniş oyuğun içindeki rahat koltukta oturuyor ve önündeki tabaktaki yemeği yiyordu. Kaşık ağzının birkaç santim uzağında durduğunda bütün vücudu kasıldı. Rebekah'nın burada olduğunu artık anlamıştı. Yavaşça kafasını kaldırıp genç kızın gözlerinin içine baktı. Rebekah kesik kesik nefesler alıyordu. Kalbi neredeyse kulaklarında atıyordu. Öfke, mutluluk, özlem, sevgi hepsi bedenine hücum etmişti. Ares ise son derece gergin gözüküyordu. Yavaşça ayağa kalktı ve çatılı kaşlarla genç kıza baktı. Çenesi sımsıkı kapalıydı. Elleri iki yanında yumruk oldu.

Öfke? diye düşündü Rebekah. Demek onu bulduğu için öfkelenmişti öyle mi? Ona kimin gerçekten öfkeli olduğunu gösterme zamanı gelmişti. İçindeki güç patlamasıyla sağ elinde oluşan parlak ışık küresini hiç düşünmeden Ares'in üstüne attı. Bedeni geriye uçup mağara duvarına çarparken koltuk ve yemek masası parçalara ayrıldı. Rebekah öfkeli adımlarla oyuktan içeriye girdi.

''Seni aşağılık korkak herif!'' diye bağırdı hırsla ve ayağa kalkamaya çalışan Ares'e bir başka ışık topu daha fırlattı. Ares mağaranın bir başka tarafına uçarken üzerindeki yanmış tişörtü yere düştü. Çıplak bedeninde siyah yanık lekesi oluşmuştu. Ares tekrar ayağa kalktı ve hiçbir şey yokmuş gibi Rebekah'nın karşısında dikildi. Bunun üzerine daha fazla kızan Rebekah öfkeyle bağırıp tekrar ışık topu fırlattı. 

''Seni piç kurusu! Domuz herif! Aşağılık mağara ayısı!'' diye bağırdı. Hızlı hızlı nefes alıp veriyordu. Bedeni hem soğuk hem de öfkeden titriyordu. Ares tekrar ayağa kalktı. Yüzüne düşen saçları geriye attı. ''Bitti mi? Yoksa beni fırlatmaya devam mı edeceksin?'' diye sordu. Öfkeden Ares'in yüzünü parçalamak isteyen Rebekah bağırarak ayağını yere vurdu ve hırsla volta atmaya başladı. İstese Ares'in bütün ışık toplarından kaçacağını biliyordu. Ama Ares kaçmamıştı. Çünkü o da bunları hak ettiğini biliyordu. Hızla dönüp Ares'in yanına yaklaşan Rebekah hiç düşünmeden suratına tokat attı. Ares'in yüzü sağa savrulurken genç kız seslice yutkundu.

''Senden nefret ediyorum! Beni yalnız bıraktın ve burada saklandın korkağın tekisin sen!'' dedi tüm sakinliği ile. Ares yavaşça başını ona çevirdi. Mavi gözleri öfkeyle yanıyordu.

''Ne yapmamı istiyordun? 700 yıl yasını tuttuğum eşimin, uyandığını ve günlerdir yanımda olduğunu öğrendiğimde ne tepki vermemi bekliyordun?'' sesi o kadar sakindi ki Rebekah, Ares'in yüzünü görmese onun gerçekten sakin olduğuna inanabilirdi. 

''Senin için kolay olmadığının farkındayım ama ben? Sence benim için çok normal bir şey mi? Bir günde tüm hayatım değişti benim! Tüm hayatım! Geçmişim geleceğim hiçbir şeyim yok!'' diye bağırdı.

''Yanında olmayı istemedim mi sanıyorsun? Her lanet gün seni düşündüm. Ama gelemedim. Evet kaçtım ve şimdide siktir olup gitmeni istiyorum!'' Rebekah hırsla Ares'i itti.

''Sen gerçektende ayısın anladım mı senden nefret ediyorum! Benden kaçıyorsun korkaksın yüzleşemiyorsun ve bu yüzden gitmemi istiyorsun.'' diye bağırdı. 

Gerçek olmayan bir gülümsemeyle dudakları kıvrılan Ares ''Senden kaçmıyorum. İçimdeki gücü yerinde tutmaya çalışıyorum. Neden biliyor musun?'' dedi ve Rebekah'ya doğru eğildi. ''Çünkü buradan çıkarsam Apollon'u bulup kendinden geçene kadar dövmek, tüm öfkem geçene kadar vampirleri avlayıp bize bunları yaşattığı için Kirke'yi öldürmek istiyorum. Bunları yaparken çıkan savaş ve yaşanacak olan katliamı izlemek istiyorum. Beni anladın mı? İçimdeki güç savaş istiyor. Kan ve intikam istiyor!'' 

Rebekah'ı gördüğü andan itibaren vücuduna hücum eden duygularla savaşan Ares kendine daha fazla ne kadar hakim olur bilemiyordu. İstediği tek şey Rebekah'ı kolları arasına alıp sıkıca sarılmak ve gerçekten burada olduğuna inanmaktı. Kokusunu doyasıya içine çekmek, özlediği dudaklarını öpmek sadece ona dokunmak, sıcaklığını hissetmek istiyordu. Onun yanına gitmeyi çok istemiş ama yapamamıştı. Onu o kadar özlemişti ki, bu özlem artık canını acıtıyordu. Yanına gitmemesinin sebebi onu ve diğer herkesi düşünmesiydi. Olanları hazmetmesi ve sakinleşmesi gerekiyordu. Yoksa o anki öfkesiyle çok daha kötü şeyler yapabilirdi. Ve istediği en son şey Rebekah'ı kırmaktı. 

''Apollon bunu sadece benim için yaptı! Hiçbir suçu yok. Beni korumak için senden bunu sakladı. Hem ne düşünüyordun ki? Sana her şeyi en başında söyleseydi ne yapacaktın. Bütün hayatını benim peşimde mi geçirecektin?'' 

Duyduklarına inanamazmış gibi kafasını iki yana sallayan Ares, hırsla elini saçlarının arasından geçirdi. Sonra tekrar Rebekah'a yaklaştı. ''Bilmem gerekirdi. Uyandığını bilmem gerekirdi. Ve evet. Her anında yanında olurdum. Doğduğunda seni korurdum. Sen yüzyıl boyunca uyurken seni izler ve korurdum. Evlatlık edindiğinde her anında gölgen olurdum. Küçük bir kız çocuğuyken oyun arkadaşın olurdum. Büyüdüğünde sırdaşın olurdum. Ve genç bir kadın olduğunda senin öptüğün ilk erkek olurdum. Sana gereken tüm değeri veren bir eş olurdum sana! Gölge gibi her anında senin yanında olurdum. Bana ihtiyacının olduğu her an senin yanında olurdum. Zamanı geldiğinde gerçekleri benden öğrenirdin. Başkasından değil!'' diye bağırdı. Sıcak nefesi genç kızın suratını yalayıp geçiyordu. Duydukları karşısında ne diyeceğini şaşıran genç kız seslice yutkundu ve bakışlarını kaçırdı.

''Seni öldü sanarak bir yüzyıl daha acı çekmezdim. Hayatımda tekrar aşık olduğumu düşünürken, sana aşık olmuşken Artemis'e ihanet ettiğimi düşünmezdim. Her gün hem vicdan azabı çekerken hem de seni görmek için delice bahaneler üretmeye çalışmazdım! O yüzden şimdi sakın bana kardeşini savunma. Böyle olması gerekmiyordu. Bu yolu seçen kardeşin ve bunu seçerek yaptığı tek şey her ikimize de acı çektirmek oldu.'' Derin bir nefes alan Ares derin duygularla ona bakan gözler karşısında ellerini iki yanında yumruk yaptı. Yoksa daha fazla kendini tutamayıp onu kolları arasına alacaktı. Ama bunu hak etmediğini biliyordu. Rebekah'nın sevgisini hak etmiyordu. Kendini affettirmeliydi. 

''Seni sevdim Rebekah. Sana karşı delice duygular hissettim. Ve bunlar için vicdan azabı çektim. Uykudaki eşimi aldattığımı düşündüm ama senden vazgeçemedim. Oysaki seni seninle aldatıyormuşum.'' dedi ve sinirle güldü. ''Zaten aşık olduğum kişi benim karımmış! Gerçekleri öğrendiğimde önce senden kaçtım. Çünkü bunu kabullenmesi benim için çok zor. Sonrasında ise kaçtığım tek kişi kendimdim. İçimdeki savaş tanrısından kaçtım. Çünkü öfke dinmiyor anlıyor musun? Beni senden ayrı bıraktıkları düşüncesini zihnimden atamıyorum. Karımın tekrar uyandığının sevincini bile bana yaşatmadılar. Ben her gün yasını tutarken onlar senin hayata döndüğünü biliyorlardı. Yaptıkları tek şey bana daha fazla acı çektirmek oldu! Beni senden ayırdılar!''

''O zaman bunu yapmaktan vazgeç Ares. Çünkü ben daha fazla ayrılık istemiyorum. Sana ihtiyacım var. Seninde bana ihtiyacın var. Artık bütün olmak istiyorum.Parçalara ayrılmış Rebekah'dan artık nefret ediyorum. Çünkü o çok güçsüz. Kimim ben demekten çok yoruldum. Geçmişimi hatırlayamamaktansa nefret ediyorum. Tek istediği artık bütün olmak. Tek olmak. Geçmişimi ve geleceğimi bir araya getirmek. Beni daha fazla yalnız bırakma.'' dedi genç kız ve elinin tersiye yüzünden düşen yaşı sildi. 
Gözlerini kapatıp derin bir nefes veren Ares kalbinde saklı tuttuğu bütün duyguları serbest bıraktı. Omuzları çöktü. Artık daha fazla bu acıyı yaşamak istemiyordu. Karısı uyanmıştı. Ona geri dönmüştü. Önemli olan buydu. Başkalarına yaptıklarından dolayı öfke duyarak bu ayrılığı daha fazla uzatıyordu. Oysa istediği tek şey Rebekah'a yakın olmaktı. Gözlerini açtı ve Rebekah'a baktı. Yavaş adımlarla genç kıza yaklaşıp çenesini tuttu ve yukarıya kaldırdı. Alnını ona yasladı ve tekrar gözlerini kapattı. genç kızın mest eden kokusunu ciğerlerine doldurdu ve ellerini soğuktan üşümüş yanaklarına yerleştirdi.

''Sen sadece benim tatlı Rebekah'msın. Benim baş belası ay tanrıçamsın. Ve seni çok özledim gecenin prensesi. Artık ayrılık yok.'' Genç kız kollarını sıkıca Ares'in çıplak beline sarıp sıcaklığının ve kokusunun tadını çıkardı. Ares'in geniş kolları da onu sıkıca sararken ''Bende seni özledim savaş tanrısı.'' diye fısıldadı.

Uzun yüzyıllar sonrasında ilk defa kendini bir bürün hisseden Ares kolları arasındaki eşinin varlığını doyasıya hissetmek için onu daha sıkı sardı. Artık ondan ayrı olmak düşüncesi mümkün değildi. Bir adım bile uzaklaşmayacaklardı. Önlerinde uzun yüzyıllar vardı. Ve ayrı kaldıkları yılları telafi edecekti.

Genç kızın titreyen bedenini o an fark eden Ares gerçi çekildi. Kaşlarını çatarak Rebekah'nın üzerindeki ıslanmış kıyafetlere baktı. ''Sen buraya tek başına mı geldi? Bu halin ne?'' diye sordu. Rebekah geri çekilecekken Ares buna izin vermedi. 

''Apollon tek gelmeme izin vermedi. Bu sabah ışınlanma üzerinde çalıştık ama pek başarılı değildim. Son denememde yanlışlıkla James'i banyoda bastım.'' dedi kıkırdayarak. Bunun üzerine Ares tek kaşını kaldırdı. ''Sonra Apollon'a yakalanmadan Felicia yardımıyla buraya geldim. Ama senin mağaranı bulana kadar aynı tür olduğunuz ayı arkadaşlarını bol bol ziyaret ettim. '' Bunun üzerine Ares gülümsedi. 

''Hatırlat geri dönünce Apollon'u tekrar döveyim. Seni yalnız bırakmanın hesabı ve önceki kapanmamış hesabımız için.'' genç kız gözlerini devirdi. ''Kardeşimden uzak dur desem de bir şey ifade etmeyeceğini biliyorum.''

''Aynen öyle.'' dedi Ares ve eğilip genç kızın burnunun ucunu öptü. Gülümseyen dudakları vücuduna hücum eden arzudan dolayı soldu. Soğuktan morarmış dudakları kendi dudaklarına hapsederek ısıtmak istiyordu. Ama arzusundan önce Rebekah'ı düşünmeliydi. Geri çekilip ''Üzerindeki her şeyi çıkar. Hasta olmadan önce onlardan kurtulmalısın.'' dedi. 

Kaşları şaşkınlıkla havaya kalkan genç kız ''Arkanı dön ya da çık öyle soyunurum. Ve bana giyecek bir şeyler verirsen fena olmaz çıplak gezmemi düşünmüyorsun herhalde.'' dedi.

Ares'in yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. Gözlerindeki arzu trafik lambasının kırmızı ışığı gibi kendini belli ediyordu. ''Aslında tam olarak bunu düşünüyordum. Hatta çıplakken az önceki ışık toplarını fırlatan kızgın tanrıça sahnesini tekrar çekebiliriz.'' Ağzı açık kalan genç kız gergince yerinde kıpırdandı. 

''Kendini fazla çabuk topladın. Kıyafetleri ve oyuktan dışarı çık Ares! Şakanın sırası değil donuyorum.'' 

''Kısa bir hatırlatma; herkesin bildiği 'bakire tanrıça' olayı bana aşık olana kadar geçerliydi. Yani vücudunu tam olarak net bir şekilde biliyorum. Hatta onu defalarca çok fazlaca gördüm. O yüzden sen giyinirken tam olarak burada oturacağım.'' dedi ve Rebekah'nın yanından geçip koltuğa oturdu. 

İkinci bir şok dalgasıyla ağzı açık kalan Rebekah gözlerini kırpıştırdı. ''Demek istediğin biz seninle birlikte olduk mu? Ama yeminim?'' diye sordu. Ares kahkaha atarken kendine geldi ve çatılı kaşlarla ona baktı.

''Yemin benim vücudumu görene kadar yürürlükte kaldı. Tabi seni baştan çıkartmak için kaç yüzyıl uğraştığımı saymıyorum. Beni resmen peşinde süründürdün. Ama her şey bir gün seninle kavga ederken oldu. Biran kavga ediyorduk sonra olay yatakta bitti. Yemin ettiğin ama yeminini bozduğun için bir ay tapınaktan çıkmadın. Ama buna pişman değildin.'' dedi ve göz kırptı. Yanakları alev alan Rebekah boğazını temizledi.

''Her neyse o geçmişte oldu ben bu bedende değilken kıyafetleri artık versen çünkü gerçekten donuyorum.'' dedi. Rebekah'nın utanmasıyla keyfi iyice yerine gelen Ares oturduğu yerden kalktı ve isteği üzerine elinde kalın pijama takımı belirdi. Pijama takımını koltuğa bıraktı ve gücünü kullanarak Rebekah'ı kendine çekti. 
Görünmez eller tarafından birden Ares'e doğru çekilen genç kız neye uğradığını şaşırdı. ''Bu da ne?'' diye sordu şaşkınlıkla ancak Ares'in arsızca sırıtışı gereken cevabı veriyordu. Bedenine hükmetmeye durmaya çalıştı ancak kafası haricinde hiçbir yerini oynatamıyordu. Ares'le burun buruna gelince tıpkı az önceki yaptığı gibi eğilip genç kızın burnunun ucunu öptü. 

''Mağarada tek başına olmaktan canın sıkıldı oyun mu istiyorsun Ares! Çok ciddiyim üşüyorum bırak da giyineyim!'' 
Ares ciddileşerek ''Burada 700 yıl geçirdim. Kolay sıkılan biri değilim.'' dedi. Ne cevap vereceğini bilemeyen genç kız sessiz kalmanın en iyi olduğuna karar verdi. Son bir uğraşla tekrar bedenine hükmetmeye çalıştı ancak başarısızlıkla sonuçlandı. 

''Ee bütün gün böyle mi duracağız? Ben donarak ölürken sende beni izleyecek misin?'' dedi sitemle. Bunun üzerine Ares'in neşesi tekrar yerine geldi. ''Hayır ben seni soyarken sen beni izleyeceksin.'' dedi. Daha ne olduğunu anlamadan üstündeki ıslak gömleğin düğmeleri tek tek açılırken gözleri kocaman açıldı.

''Sen ciddisin?'' Omuzlarına indirilen gömlek yere düşerken Ares sinsice gülümsedi. ''Hem de son derece.'' 

Gömlek yere düşerken genç kız üzerinde siyah sutyeniyle öylece durmaktan başka bir şey yapamadı. ''Ares! çok ciddiyim serbest bırak beni. Kendim giyinebilirim!'' dedi genç kız ama Ares onu duymuyor gibiydi. Savaş tanrısının gözleri genç kızın teninde santim santim dolaşıyordu. Rebekah boğazını temizledi ve alev alan bedenini umursamamaya çalıştı. Ares, dokunmadan tüm vücudunu ısıtmayı başarmıştı. 

''Gözlerim Ares! Gözlerim. O baktığın yuvarlaklar göz değil! Gözlerim burnumun iki yanındaki yuvarlaklar oluyor!'' Kendini beğenmişçe gülümseyen Ares gözlerini yavaş yavaş yukarıya çıkarttı. ''Görüntü karşısında nutkum tutuldu.'' diye fısıldadı ve yavaşça genç kıza yaklaştı. Alnını genç kızın alnına yasladı ve burunlarını birbirine sürttü. Ellerini genç kızın kollarında aşağı yukarı hareket ettirirken derin bir nefes aldı.

''Sensiz geçen bunca zaman, hayatımda karanlık ve acıdan başka bir şey yoktu. Ama sen karanlığımı aydınlattın. Gecemin ışığı oldun. Beni tekrar gün yüzüne çıkarttın. Yaşamla ikinci kez tanıştırdın. Seninle birlikte bende ikinci kez doğdum gecenin prensesi. Gecemin prensesi.'' 

Genç kız, Ares'e öfkeli ve kırgındı. Ancak içindeki özlem her şeyin önüne geçiyordu. Onu bir haftadır görmeyen Rebekah değil. Onu 700 yıl görmeyen Artemis yanındaki özlem o kadar büyüktü ki artık ayrı olma düşüncesi bile bedenini titretiyor ve korku onu ele geçiriyordu. Ayrılık düşüncesi en büyük korkusu haline gelmişti. Ailesi, arkadaşları ve sevdiği adam. Çok uzun zamandır hepsinden ayrı kalmışken artık hiçbir şeyin aralarına girmesini istemiyordu. 
Ares'in dudakları yavaşça dudaklarına eğilirken gözlerini kapattı. Gözünden düşen bir damla yaş yanağından aşağıya kayarken kalbindeki sızıyı düşünmemeye çalıştı. O acı o kadar büyüktü ki, kalbinde kocaman bir yara vardı. Şimdi ise Ares onu iyileştiriyordu. 

Büyük eller Rebekah'nın sırtında gezdiriyordu. Sırtındaki eller genç kızı ürpertiyor, içindeki heyecanın daha da büyümesine neden oluyordu. Ares'in eli genç kızın yüzüne dokundu, çenesinden tuttu hafifçe ve dudaklarına yumuşak bir öpücük kondurdu. Bir tane daha. Ardından bir tane daha. Her bir öpücük kalbine konduruluyor ve yaranın hızla kapanmasını sağlıyordu. Genç kız titrekçe içini çekti. Onu bırakmak istemiyordu.

Ares de istemiyordu. Ondan daha fazla uzak kalmak istemiyordu. Onu burada, yatağında, kollarının arasında görmek istiyordu. Onu şimdi istiyordu. Ama Rebekah'nın tüm gün yaşadıklarını, yorgunluğunu, üşümüş olduğunu düşünce bunun için erken olduğunu karar verdi. Dudaklarını son bir öpücük için genç kızınkilerle birleştirdi. İki eliyle Rebekah'nın yüzünü tuttu.

Genç kız, yavaş ve baştan çıkarıcı dudakların verdiği hazla, Ares'in öpüşüne karşılık verdi. Dudaklarını aralamasıyla Ares’in bedeni titredi ve kollarını genç kızın beline dolayıp kendine yasladı. Boğazından vahşi bir inilti koptu. Dili, ilk öpüşmelerinde olduğu gibi yavaşça daveti kabul etti. Genç kızın çekingen diliyle buluştu. Keşfetti. Bağımlılık yapan tadını, son damlasına kadar tüketti. Rebekah onun kendine özel uyuşturucusu gibiydi. 

Dudaklarını zorlukla geriye çeken Ares, gözlerini Rebekah'nın gözleriyle buluşturdu. O gözlerde gördüğü teslimiyet içindeki açlığı daha da büyüttü. Derin bir nefes alıp başını eğdi ve açıkta kalan omzuna bir öpücük bıraktı. “Çok güzelsin” diye fısıldadı Rebekah'nın kulağına. Ares'in dudaklarından çıkan iki kelime genç kızın bedenini titretti. O kelimelerdeki arzu öyle yoğun hissedebiliyordu ki, sanki somutlaşmıştı.

Gözlerini genç kızın bedeninden ayıramayan Ares yutkunarak kendini toplamaya çalıştı. Daha fazla dayanamayacağını biliyordu. Çünkü genç kızın vücudunun her kıvrımı Ares için ayrı bir işkence gibiydi. Aynı anda her yerine dokunmak istiyor ama kendini tutamamaktan korkuyordu. Rebekah'nın heyecanla çarpan kalbini, boynundaki yumuşaklıkta görebiliyordu. Genç kızın teni şeffaf gibiydi. O noktaya dokundu ve ardından dudaklarıyla teninde kendi izini bıraktı. Rebekah'nın dudaklarından çıkan bilinçsiz inilti Ares için son damla olmuştu. Geri çekildi. 

Genç kız hasta olmadan önce üzerindeki ıslak pantolonu çıkartmalıydı. İşine konsantre olmaya çalıştı. Ama genç kız bu kadar dikkat çekiciyken yaptığı işe odaklanması zor oluyordu. Ellerini genç kızın omuzlarına yerleştirip bedenini okşayarak aşağıya indirdi. Ellerinin altındaki beden dokunuşuyla titriyordu. Genç kızın beli o kadar inceydi ki biraz uğraşsa, büyük ellerini birleştirebilirdi. Genç kızın teni dışarıdaki karlar kadar soğuktu. Bu nedenle hızlı davranarak ıslak pantolonun düğmesini ve fermuarını açtı. Bacaklarına yapışan pantolonu çıkarıp gömleğin yanına fırlattı. Genç kız soğuktan titrerken, homurdanarak ağzına gelen küfürleri saydırdı. 
''Otur ve şunu üstüne sar. Donuyorsun.'' dedi. 

''Ha...hareket edemiyorum.'' Tek kaşını kaldırıp gülümseyen Ares ''Güzelim yaklaşık beş dakika önce seni tutmaktan vazgeçtim kımıldamayan sensin.'' dedi. 

Hareket edebildiğini anlayan genç kız homurdanarak koltuğa oturdu ve battaniyeyi tüm bedenine sardı. Ares tek dizinin üzerine çöküp ıslak ayakkabılarını çıkartırken ona söylenip duruyordu. Islak ayakkabıları ve çorapları çıkartan Ares genç kızın sağ ayağını iki elinin arasına alıp ısıtmaya başladı. Ayağına sıcak nefesini üflerken genç kız gülümsemesine engel olamadı. sol ayağını da alıp aynı ilgiyi gösterirken genç kız arkasına yaslanarak görüntünün tadını çıkardı. 

Buza dönmüş ayakları ısıtmaya çalışan Ares kaşlarını çatarak avuçları arasındaki ayaklara baktı. ''Ne kadar küçük ayakların var. Bu bedeninle tümüyle hepimizden küçüksün.'' dedi. Yüzü düşen genç kız tek kaşını kaldırdı. Tanrıların hepsi kız veya erkek aynı vücut uzunluğuna ve büyüklüğüne sahip olduklarını biliyordu. Athena, Klotho Caroline, Eos şimdiye kadar bütün gördüğü tanrılar aynı uzunluktaydı. Oysa Rebekah aralarında kısa kalıyordu. 

''Şikayetçi misin?'' diye sordu. Olabildiğince umursamaz gözükmeye çalışsa da eğer olumsuz bir cevap gelirse takıntıdan deliye döneceğini biliyordu. 
Dudakları çarpık bir gülümsemeyle bükülen Ares kahkahasını bastırmak için boğazını temizledi. Rebekah'nın ne kadar saklamaya çalışsa da bozulduğunu anlayabiliyordu. 
''Benden kısasın. Vücudun minik. Ufak tefek bir şeysin. Ayakların bile elimin içinde kayboluyor. Peki bundan şikayetçi miyim? Kesinlikle değilim. Her erkek kendinden küçük kızları sever.'' dedi ve gözünü kırptı. Bunun üzerine genç kız gülümsedi. Ares'in dediği kadar küçük değildi. Boyu insanların ortalamasına göre uzun sayılıyordu. 
Ancak tanrıların karşısında gerçektende küçük hissediyordu. Athena bile neredeyse Ares kadar uzundu. James ve Trent uzun oldukları için gerçekten şanslılardı. 
Genç kızın ayaklarını ısıtmaya devam ederken Rebekah birden ayağını gerçi çekip kıkırdamaya başladı. ''Ayağımın altına dokunma gıdıklanıyorum.'' dedi kahkahalarının arasından. Bunun üzerine Ares genişçe gülümsedi ve aralıksızca ayaklarını gıdıklamaya başladı. Rebekah koltukta kendini oradan oraya atarken ayaklarını Ares'in acımasız ellerinden kurtarmaya çalışıyordu. 

Rebekah'nın kendinden geçmişçesine gülen haline baktıkça, kahkaha atan Ares tarifi imkansız bir mutluluk yaşıyordu. Onu uzun zamandır böyle görmemişti. Koltukta tepiniyor ayaklarını kurtarmaya çalışıyordu. Mağarada genç kızın kahkahaları yankılanıyordu.

''Ye...Yeter. De...devam edersen ç...çok kötü ş..şeyler olacak.'' dedi kahkahalarının arasından. Sonunda genç kızın ayaklarını serbest bıraktı. Rebekah koltukta tepe taklak yatıyor ve karnını tutuyordu. 

''Ahh. Karnım! Lanet olsun. Ahh!'' 

''Bu koltuğa işemezsen iyi edersin kadın! 700 yıl kullandım onu.'' Ares'e tersten bakan Rebekah suratını buruşturdu. ''Bugün çok terbiyesizsin savaş tanrısı. Ayrıca küçük bir hatırlatma. Seni henüz tam olarak affetmiş değilim. Senin için çok kötü planlarım var. Ve bu yaptıkların yüzünden o plana her saniye bir yenisi daha ekleniyor. Örnek olarak taht odası ve çıplaklık derim ve sen ne demek istediğimi anlarsın. Malum intikam konusunda çok kurnaz olabiliyorum.'' dedi kaşlarını oynatarak.
Ares yüzünü buruşturdu ve koltuğa oturdu. ''Bunu sana kim anlattı? Dur söyleme tahmin etmesi zor değil işbirlikçin Caroline'dan başka kim olabilir ki! O yaptığını hiçbir zaman unutmadım ve unutmayacağım. Elbet bende intikamımı alırım gecenin prensesi.''

Üzerindeki örtüyü düzelten Rebekah doğrularak Ares'in yanına oturdu ve kafasını koltuğa yasladı. Ares, kolunu arkaya atarak genç kızı kendine çekti. Ares'in kolları arasına iyice yerleşen Rebekah sıcaklığın verdiği rahatlamayla iç çekti. Bugün çok yorulmuştu. Soğuktan kaskatı kesilen vücudu sıcakta gevşiyor ve adım adım uykunun rahatlatıcı kollarına çekiliyordu. Ancak zihnini kurcalayan soru sürekli kendini hatırlatıp duruyordu. ''Bundan sonra ne olacak?'' diye sordu. 
Sıkıntıyla iç çeken Ares, ellerini Rebekah'nın yumuşak saçları arasına soktu. ''Olması gereken neyse o olacak neraida koritsi. Olmayacak tek şeyse bizim ayrılmamız. Bu asla olmayacak.'' Ares'in yatıştırıcı elleri genç kızı hızla uykunun kollarına gönderiyordu. Gözlerini kapandı. 

''Seni hâlâ affetmedim Ares. Beni terk ettiğini unutamam. Ama seni çok özledim.'' diye mırıldandı. Birkaç saniye geçmişti ki uykunun derinliklerine daldı. Derin nefes alan Ares eğilip genç kızın dudaklarını nazikçe öptü. ''Biliyorum peri kızı. Kendimi sana affettireceğim.''

İçindeki özlem ve arzu bedenini tırmalıyordu. Sadece kolları arasında olsun istiyordu. Bugün kendini Rebekah'dan zor uzak tutmuştu ama bundan sonrası için söz veremiyordu. Çünkü çok uzun zamandır onu beklemişti. Artık daha fazla beklemek ve uzak durmak istemiyordu. Savaş tanrısı hayatında ilk defa korkuyordu. Rebekah'ı kaybetmek, en büyük korkusu olmaya başlamıştı. Daha önce yaşadıklarını tekrar yaşamak istemiyordu. Onu tekrar kaybetmek ve o karanlığa dönmek istemiyordu. Genç kız hayatına tekrar ışığı getirmişti. Kahkahayı, mutluluğu ve sevgiyi... Bundan sonra hiçbir şekilde onu yanından ayırmayacaktı.

''Seni seviyorum neraida koritsi' diye fısıldadı.
...

''Lanet olsun sana Rebekah!'' diye homurdanan Jasmine toprağı aşındırmaya devam etti. Serayı bir ucundan diğer ucuna arşınlıyordu. Dudağındaki piercingle yara açacak kadar oynamıştı. Endişeli ve sinirliydi. Rebekah dünyanın herhangi bir yerinde olabilirdi. Yanında Felicia da olsa ikisi de tehlikede olabilirdi. Durup hırsla ayağını yere vurdu. Herkes onları aramaya gitmişti. Bir tek o geride kalmıştı. Bunca olağanüstü yaratığın arasında tek işe yaramaz olmaktan nefret ediyordu. Pasif ve geride olmak ona göre değildi. Ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. 

''Lanet olsun!'' diye mırıldandı. Arkasından üfüren nefesi hissedince yerinde sıçradı ve hızla arkasını döndü. Koca gri kurtla burun buruna gelince seslice yutkundu. Kurt koca kafasını eğmeseydi Jasmine suratına erişmek için zıplamak zorunda kalırdı. Bu kadar büyük olmaları ürkütücüydü. 
Karşısındaki kurdun kim olduğunu biliyordu. Rebekah Yunanistan'a geldiklerinde uyurken onu birkaç kez daha görmüştü. İçinde kol gezen öfkeyle hiç düşünmeden kurdun tüylü suratına tokat attı. Kurdun kafası hiç kıpırdamamasına rağmen genç kızın eli acımıştı. 

''Kıçımın dibinde bitmekten vazgeç Caleb!'' diye bağırdı. Caleb dişlerini göstererek hırladı ama Jasmine bundan etkilenmedi. Çünkü Caleb'ın ona zarar vermeyeceğini biliyordu. Devasa büyüklükteki kurt geri adım attı ve ardından bedeni değişmeye başladı. Tüyler yavaş yavaş yok olurken kurdun boyutu küçüldü ve insana dönüştü. Caleb tüm siniri ve çıplaklığıyla karşısında dikilince genç kızın gözleri kocaman açıldı. Onu daha önce kurda dönüşürken görmüştü. Ama kurttan insana dönüşürken hiç görmemişti. Dönüşüm geçirirken üzerindeki kıyafetlerin yırtıldığını görse de insana döndüklerinde çıplak olduklarını hiç düşünmemişti. 

''Vay canına'' diye fısıldadı. Caleb gerçektende iri ve dövmeliydi. Sol kolu tamamen dövmelerle kaplıydı. Sağ kolunda ise sadece omzunda farklı desenlerden oluşan dövmeler vardı. Vücudunun çeşitli yerlerinde farklı desenler vardı. Ancak genç kızın en çok dikkatini çeken göğsünün altında kalbinin hizasındaki soru işareti şeklindeki dövmeydi. 

Caleb sanki çıplak olduğunun farkında değilmiş gibi ellerini dar kalçalarına koydu. ''Sana evden dışarı çıkmamanı söyledim! Burada ne bok arıyorsun?'' diye bağırdı. Herkes Rebekah'ı aramak için dışarıdaydı. ve Jasmine'in güvenliği için evde olması gerekiyordu.

Caleb'a aldırmayan Jasmine kafasını yana yatırarak Caleb'ı incelemeye deva etti. Gözleri yavaşça aşağıya indikçe gözleri yuvalarından dışarı çıkacak kadar büyüdü. 

''Gerçekten vay canına dostum. Sen... Bu cidden büyük bir şey! Rebekah sizi kutsamış olmalı!'' 
Jasmine'in sözleri üzerine tek kaşını kaldıran Caleb bakışlarını önüne indirdi ve dudakları çarpık bir gülümsemeyle büküldü. Ardından dönüşüm geçirmeden önce üzerinden çıkarttığı pantolonu almak için genç kıza arkasını döndü. 

Caleb yürürken genç kız gözlerini onun kalçalarından ayıramıyordu. Pantolonda olduğundan daha güzel gözüküyorlardı. Sırtında ve kalçalarındaki dövmelerin hepsini yakından inceleme isteği oluşmuştu içinde. Seslice yutkundu ve ensesine yapışan saçları geriye ittirdi. Havadaki sıcaklık sanki birden artmış gibiydi. Caleb seranın girişinde bıraktığı pantolonu giyerken zorlukla gözlerini ondan ayırdı. Bu adam gerçektende utanmazdı. Tüm çıplaklığıyla karşısında dikilmiş ve bu umurunda değilmiş gibi birden ona hesap sormuştu. 

Caleb pantolonunun cebinden çıkarttığı deri lastikle saçlarını toplarken adım adım Jasmine'e yaklaştı. ''Rebekah'dan bir haber var mı?'' diye sordu genç kız. Az önce olanları unuturken endişesi tekrar yerine geldi. 

''Ares az önce Athena'yla iletişime geçmiş. Rebekah onun yanındaymış. Muhtemelen Felicia'da onunladır. Diğerleri buraya dönmeye başladı.''

Rahatlayan Jasmine derin bir nefes aldı. Seradaki banka oturdu. Sonra zihninde oluşan görüntüyle genişçe gülümsedi. ''Eminim şuan Felicia onların yanında olmak istemiyordur. Malum 700 yıllık bir ayrılık. Bu gece onlar için ateşli geçecektir.'' Caleb onun yanına otururken gülümsüyordu. Neredeyse bütün gece Yunanistan'ın her yerinde Rebekah'ı aradığı için yorulmuştu. Serin Yunan gecesinde tuzlu deniz havasını taşıyan rüzgarlar eserken gözlerini kapattı. 

Seranın ve ay ışığının parlaklığı altında Caleb'ın muhteşem görüntüsünün tadını çıkartan Jasmine kurtadamın sol tarafında kaburgalarının altında yazan yazıyı okuyunca tek kaşını kaldırdı. Bu en sevdiği şarkının sözleriydi. Rebekah ile ergenlik dönemlerinde takıntılı oldukları grubun en sevdikleri şarkısıydı. İkisi de bu şarkıyı ezbere biliyordu. Sadece bu şarkıyı değil grubun tüm şarkılarını biliyorlardı. Rebekah grubun vokalistine deliler gibi aşıktı. O şarkıyı söyledikçe ve şarkının bazı yerlerinde kükredikçe en yakın arkadaşı kendini kaybediyordu. Jasmine ise elektro gitariste deliler gibi aşıktı. 

''Bu benim en sevdiğim şarkı! Afterlife'i biliyor musun?'' diye sordu. Caleb tek gözünü açarak Jasmine'e baktı. ''Sence? O şarkıyı biliyorum ki sözlerini derime kazımışım değil mi?'' Caleb'ın iğnelemesine aldırmayan Jass yan oturarak Caleb'a döndü. 

''Rebekah ve ben bu gruba hayranız. Lisedeyken gizlice konserlerine gitmiştik. Afterlife ikimizinde favori şarkısı. 'Strength' benim ikinci favorim o şarkıda kendimi kaybediyorum.'' dedi. 

''Güzel ve kaliteli şarkıları var. Hepsini dinliyorum bazen de çalıyorum.'' 

Jasmine'in gözleri duyduklarıyla kocaman açıldı. Caleb çalabiliyorum mu demişti ? Jasmine utanmasa şurada tepinecek kadar mutluydu. Ruh eşi uzun saçlı dövmeli piercingli, kaslı ve yakışıklıydı. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi müzik zevki olağanüstüydü ve gitar çalabiliyordu.

''Elektro gitar?'' diye sordu genç kız. Caleb kafasını sallayınca ellerini sıkıca birbirine kenetledi. Çünkü şuan ki heyecanıyla Caleb'ın üstüne atlayabilirdi. ''Bana Afterlife'ı çalmanı istesem?'' 

Caleb tek kaşını kaldırdı. Bir süre genç kızı inceledi. Ardından kafasını iki yana salladı. ''Hem gitarım burada değil hem de şuan burada kimsenin rock müzik kaldıracak kafada olduğunu sanmıyorum.'' dedi.

''Caroline bizi kaleye ışınlar. Sende şarkıyı çalarsın sonra geri döneriz. Hadi ama eline koz geçti beni yalvartacaksın dimi? Göt oğlanı!'' 

Caleb çarpık bir şekilde gülümsedi. ''Tamam. Karşılığında ne vereceksin. Her şey karşılıklı'' dedi. Meydan okurcasına kaşını kaldıran Jasmine gülümsedi.

''Sen bana Afterlife'ı çal. Bende sana şu çok merak ettiğin dövmelerimi göstereyim. ''

Caleb'ın yüzündeki gülümseme genişlerken, genç kızın vücudunu baştan aşağıya süzdü. ''Anlaştık.''

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Donde viven las historias. Descúbrelo ahora