BÖLÜM 24

49.7K 2.6K 30
                                    

…PERİ KIZI…

Taht odasının büyük kapıları iki yana açılırken Jasmine seslice yutkundu. Genç kız, Jasmine'in endişe ve korkusunu hissedebiliyordu. Rebekah ona güç vermek için elini sıkıca tutarak taht odasından içeriye çekti.

Vincent, Ares ve Athena odanın ortasında kafa kafaya vermiş konuşuyorken, bakışlarını onlara çevirdiler. James ve Parker her zamanki yerlerinde duruyorlardı. Jordan ve Caleb odanın sol tarafında, ellerini sırtlarında birleştirmiş komutan edasında duruyorlardı. Jasmine'i gören Caleb gözle görülür bir şekilde irkildi. Eşleşmeye henüz hazır değildi. Ve hiç beklemediği bir anda ruh eşi karşısına çıktığı için gergindi. Rebekah onun davranışlarını anlayışla karşılıyordu. Yakında düzeleceğine emindi.

Rebekah boğazını temizleyerek Ares'lerin biraz ilerisinde durdu. Ares'in bakışları genç kızla birleşince yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu. Savaş tanrısı, Rebekah'a karşı olan hislerini ilk defa yüksek sesle kardeşine anlatınca kendini daha özgür hissetmeye başlamıştı.

Rebekah şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı. Ares niye gülümsüyordu? Bu adamın ruh hali her an değişebilen türdeydi. Ne zaman ne yapacağı belli olmuyordu. Genç kız boğazını tekrar temizlerken gülümsemesine engel olamadı. Bakışlarını ona kısık gözlerle bakan Vincent'a çevirdi. Son günlerde Vincent da ki garip davranışlar genç kızın dikkatini fazlasıyla çekmişti. Odadaki herkesi kısaca Jasmine'e tanıttı. Son olarak Ares'e gelince Jasmine yutkundu.

''Bak ahbap sakın sinirlenme tamam mı? Her şey yolunda ve hepimiz mutluyuz öyle değil mi? Sinirlenmek için hiçbir sebep yok.'' Jasmine'in söylediklerine bir anlam veremeyen Ares tek kaşını kaldırarak kıkırdayan Rebekah'a döndü.

''Jasmine'e aldırış etme. Her an kızıp şimşekler çakarak savaş başlatmandan korkuyor.'' Jasmine haricinde herkes gülerken, Jasmine huzursuzca kıpırdandı.

''Merak etme Jasmine ben buradayken hiçbir şey yapamaz. Ayrıca her şeye o kadar çabuk kızmıyor.'' dedi Athena göz kırparak. Rebekah gülümseyerek bakışlarını tekrar Vincent'a çevirdi.

‘’Jasmine artık sırlarınızı biliyor. Yarın Yunanistan'a giderken o da bizimle gelecek.'' Vincent tek kaşını kaldırdı ve ellerini arkasında birleştirdi. ‘’Buna izin veremem. Arkadaşın burada daha güvende olacaktır. Bizimle gelirse ayak bağı olur.''

‘’Bunu daha öncede söyledim. Üzgünüm ama onu arkada bırakmak gibi bir niyetim yok! Jasmine de bizimle gelecek! Sözlerinizin benim için hiçbir anlamı yok!'' dedi genç kız sesini yükseltmemeye çalışarak. Vincent gözle görülür bir şekilde irkildi. Rebekah için sözlerinin bir anlam ifade etmediğini öğrenmek onu şaşırtmıştı. Öfkesi kademe kademe artarken olabildiğince sakin konuşmaya çalıştı.

‘’Az önce burada kalacağını söyledim!'' Vincent'ın sesi tehditkârdı. Rebekah onun tepkisi karşısında kaşlarını çattı. İlk defa ona böyle davranıyordu. Alfanın sorunu neydi?

‘’Hey bir eşyadan bahsetmiyorsunuz! Burada konuştuğunuz kişi benim.'' Jasmine'in konuşması üzerine bakışlar ona çevrildi. Jasmine ellerini beline koyup Vincent'a doğru adım attı. Anlaşılan korkusu buraya kadardı.

‘’Bana bak yaşlı moruk Rebekah'nın hayatına karışmaya hakkın yok. Ne düşündüğünüzü kıçımıza takmıyoruz. Yunanistan'a bende geleceğim. Birbirimize ihtiyacımız var!'' Jasmine’in konuşma şekli karşısında şaşkına dönen Vincent’ın surat ifadesi Rebekah’nın kıkırdamasına neden oldu.

‘’Alfanın karşısında böyle konuşamazsın!'' dedi Caleb öfkeyle yanlarına yaklaşırken.

‘’O sizin alfanız köpekçik, bizim değil!''

‘’Sen ne dedin?'' dedi Caleb hırlayarak.

‘’KÖPEKCİK dedim. Sağır mısın?'' Caleb hırlayarak öne atılınca Rebekah, Jasmine ile aralarına girdi. Jasmine’i arkasına alarak ellerini Caleb’ın omuzlarına koydu. Jasmine genç kızın arkasından kafasını çıkartıp homurdanırken Caleb’ın gözleri sarıya döndü.

‘’Sakin ol Caleb. Sende o koca çeneni kapat Jasmine. Hemen!’’ dedi Rebekah. Jasmine ürkerek, çenesini kapattı. Rebekah’nın ses tonundaki uyarıyı anlamıştı. Caleb'ın tekrar hırlaması üzerine, James ve Parker korumacı bir şekilde hızla yanlarına geldi.

‘’Şu tartışmaya son verin. Hemen!'' Ares'in öfkeli sesi üzerine, taht odasını sessizlik kapladı.

‘’Jasmine de bizimle gelecek. Yük olacağını düşünmüyorum.’’ Rebekah şaşkınca bakışlarını Ares'e çevirdi. Az önce Jass'in onlarla geleceğini mi söylemişti? Athena sinsi bir şekilde gülümserken, Vincent kaşlarını çattı. Ares de Vincent’ın bakışlarına karşılık verip sesindeki uyarı tonunu belirginleştirdi. ‘’Rebekah’nın ona ihtiyacı olacak! Bu yüzden bizimle gelebilir. Hem Caleb’ın onu koruyacağına eminim.’’

Caleb’ın vücudu kasıldı. O baş belasının kalede olması en mantıklı şeydi. Onlarla gelmemesi gerekiyordu. Ama savaş tanrısı geleceğini söylediyse gelmek zorundaydı. Kendini sakinleştirmeye çalışıp bakışlarını esmer güzele çevirdi. Uzun saçlarını toplamıştı. Böylece uzun boynu ve çekik gözleri daha da belirginleşmişti. Her melez, onun gibi güzel olmak için Afrodit’e yalvarırken Jasmine bütün güzelliği kendine çalmış gibiydi. Rebekah’nın omzunun üzerinden ürkek bakışlarla ona bakıyordu. Caleb gülümsemesini son anda durdurdu. Sevimli ve güzeldi. Onun gibi birini hak etmek için nasıl bir iyilik yaptığını bilmiyordu. Ama her ne yaptıysa iyi ki yapmıştı.

Jasmine onun ruh eşiydi. Bundan sonraki uzun yaşamlarını beraber geçireceklerdi. Onu korkutmak istemiyordu. Ancak bir yandan da korkusunun tadına varıyordu. İlk karşılaşmalarının böyle olmasını istemezdi. Ama her şey Caleb için çok ani gerçekleşmişti. Onu gördüğü ilk anı unutması mümkün değildi. Küçük bir savaş alanın ortasında her şeyden habersiz, korkudan aklını kaçırmak üzereydi. Eşleşmenin sarhoş edici etkisinden kurtulamamışken, kendine gelip onu koruması gerektiğini biliyordu. Ancak eşleşmenin sıcak ve buğulu ateşi gözlerini öyle kör etmişti ki görebildiği tek beden Jasmine alabildiği tek koku yine Jasmine'di. Ona alışması gerekiyordu. Ve bu biraz zaman alacaktı. Ancak çekik gözlü melez güzel bu süreç içinde kıçının dibinden kesinlikle ayrılmayacaktı.

‘’Elbette! Onu gözümün önünden ayırmayacağım.'' dedi gözlerini Jasmine'e dikerek. Jasmine'in seslice yutkunması onu sinsice gülümsetti.

‘’Şe... Şey. Ben bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum. Bu vahşi yaratık bana asla yaklaşmayacak. Kendi başımın çaresine bakabilirim.'' Jasmine'in sesinin titremesi Rebekah'ı endişelendirdi. Arkadaşının korkmasını istemiyordu. Burada ve özelliklede Caleb'ın yanında hiçbir yerde olamayacağı kadar güvende olduğunu anlaması gerekiyordu. Ancak Jass'in korkudan titrediğini sanmıyordu. Çünkü Jasmine kolay kolay korkacak bir kız değildi. Onu endişelendiren ve korkutan şeyin Caleb'a karşı olan duyguları olduğunu düşünüyordu Rebekah.

‘’Merak etme Jasmine Caleb seni yemez! Sana neler olduğunu anlatmıştım. Hatırladın mı?'' dedi eşleşmeden bahsederek. Jasmine kafasını evet anlamında sallarken bakışlarını Caleb'dan alamadı.

‘’Yinede bu kıllı götle evlenme gibi bir niyetim yok!'' genç kızın şaşkın cevabı üzerine odadaki herkesin üzerindeki gerginlik dağıldı ve gülmeye başladılar. Caleb ise tek kaşını kaldırıp Jasmine ciddiyetle inceliyordu. ''Sana evlenme teklifi ettiğimi hatırlamıyorum. Seninle evlenecek kadar canıma susamadım.'' Jasmine'in ağzı şaşkınlıkla açıldı ve kaşlarını çattı.

''Sanki ben seninle evlenirmişim gibi koca kıllı göt!''

''Kıçıma bu kadar kafayı taktıysan sana onu gösterebilirim kıllı mı değil mi görürsün.''

Onların tartışmalarını kahkahalarla dinleyen Rebekah'nın gözleri Ares ile birleşti. Buz mavisi gözlerin etkisi altına girmiş gibi hissediyordu. Ares'i hiç bu kadar duygu yüklü görmemişti. Bakışları dizlerinin titremesinde neden oldu. Bugün Ares de bir farklılık olduğunu biliyordu. Belki de uzun zamandır görmediği kardeşi ile tekrar bir araya gelmek biraz daha normale dönmesini sağlamıştı. Genç kız birkaç dakika öncesinde Jasmine için yaptığı iyiliği hatırlayınca minnetle gülümsedi. Ares dudakları kıvrılırken, hızlıca göz kırpıp Caleb'la Jasmine'e döndü.

‘’Siz ateşli çift. Kavganıza odanızda devam edin.'' Bunun üzerine Caleb'la Jasmine çenesini kapattı. Caleb alayla eşini izlerken Jasmine saçlarını savurup bakışlarını ondan kaçırdı. Ares kardeşine dönerek ''Yarın uzun bir gün olacak. Dinlenmelisin.'' dedi.

‘’Haklısın kardeşim. Odama çekilip dinlenmeliyim. '' dedi Athena. Bakışlarını Rebekah'a çevirerek devam etti. ‘’Bana verdiğin sözü unutma Rebekah. Çok yakında uzun bir konuşma yapacağız.'' Rebekah kafasını salladı. Suratsız ve rüyaları hakkındaki bazı gerçekleri diğerlerinden saklayabilmişti. Ama zekâ tanrıçasının karşısına tamamen çıplak kalmış gibi hissediyordu kendini. Çünkü kimse Athena'nın karşısında, sır tutamaz, yalan söyleyemezdi. Athena hikâyedeki eksiklikleri ve sırları fark etmişti. Genç kız ona suratsız hakkındaki gerçeği anlatmak istiyordu. Nedense onun bu konuda yardımcı olabileceğini düşünüyordu.

‘’Ne sözünden bahsettiğinizi öğrenebilir miyim?'' Ares tek kaşını kaldırarak kollarını göğsünde çaprazladı. Bakışları Athena ve Rebekah arasında gidip geliyordu.

‘’Kızlar arasında bir konu Ares. Her şeye o koca burnunu sokma.'' dedi Athena. Ares kısık gözlerle ona bakarken Athena uzun sarı saçlarını savurdu. ''Şimdi odama çekiliyorum. Yarın şafakla birlikte yola çıkarız.'' dedi ve ortadan kayboldu. Ares bu kez bakışlarını Rebekah'a çevirdi. Rebekah hiçbir şey bilmiyormuş gibi omzunu silkip, dudaklarını büzdü. Ama elbette ki Ares bunu yemedi. Sonra konuşacağız bakışını atıp diğerlerine döndü.

‘’Bizimle gelecek grup hazır mı?'’

‘’Evet. Hepsi hazır.'' dedi James. Genç kız aklına takılan soruyla kaşlarını çattı.

‘’Bütün sürünün alfası bizimle gelirken burayla kim ilgilenecek? Kurtlar ve kale boş mu bırakılacak?''

‘’Tahtı ancak soyumdan gelen birine emanet edebilirim. Bunun için Atlanta’dan kuzen Lucien geldi. Ben dönene kadar burayla o ilgilenecek.'' diye açıkladı Vincent. Elbette böyle bir görevi başkasına veremezdi. Çünkü olabilecek herhangi bir tehlikeye karşı Vincent dönemezse tahtta geçecek kişi kan bağı olan Lucien'di.

‘’Her şey anlaşıldığına göre dinlenin. Kardeşimin de dediği gibi yarın şafakla yola çıkacağız.'' dedi Ares. Caleb herkesten önce odadan çıktı. Onun gidişiyle Jasmine rahat bir nefes aldı. Üzerine dikilmiş ölümcül bakışlar hiç hoş değildi.

‘’Rebekah biraz kalabilir misin? Seninle konuşmak istediğim bir konu var.'' Genç kız, Jasmine'i tek başına bırakmak istemiyordu. Ancak Vincent'ın bakışlarındaki çaresizliği görünce kafasını salladı. Ares'in ise öfkeyle parlayan gözleri Vincent'a dikilmişti. Rebekah ikisinin arasında neler olup bittiğini bilmiyordu. Ama bu durum artık sıkıcı olmaya başlamıştı.

Ares kendisini daha ne kadar kontrol edebileceğini bilmiyordu. Vincent'ın babalık konusundaki takıntısı onu deli ediyordu. Evet. Rebekah'nın, onun kızı olduğu doğruydu. Ancak Ares Helena’yı bulana kadar bunun Rebekah’a açıklanmasının doğru olmadığını düşünüyordu. Çünkü ortadaki birçok cevapsız soru vardı. Bunca soru havada asılı gezerken Vincent nasıl bunları Rebekah’a anlatmak isteyebilirdi? Bu Rebekah'nın bütün hayatını değiştirecekti ve Vincent bencilce bunu hiç düşünmüyordu. Eğer Helena ölürse ya da başına daha korkunç bir şey gelirse ki Ares en çok bundan korkuyordu Rebekah'nın bunu kaldırabileceğini düşünmüyordu. Rebekah'nın üzülmesine izin veremezdi. Ancak onu ne kadar uzaklaştırırsa uzaklaştırsın Vincent yine bu takıntısından vazgeçmeyecekti. Sertçe nefesini çekip Vincnet'a bakarak kafasını iki yana salladı.

‘’Bana neler olduğunu anlatacak mısınız?'' Rebekah'nın sesi ikisi arasındaki göz savaşını bitirdi. İkisi de aynı anda ona döndü. Aralarında her ne dönüyorsa dökülmelerinin vakti gelmişti. Bakışlarını Jordan’a çevirdi.

‘’Jordan lütfen Jasmine'e eşlik eder misin?'' Jordan’ın bakışları Ares ve Vincent’ın arasında gidip geliyordu. Kafasını sallayarak Jasmine’in koluna girdi.

‘’Elbette. Hadi Jasmine biz biraz dolaşalım.’’ Jasmine ve Jordan’ın ardından James ve Parker da sessizce odadan çıktı. Rebekah kollarını göğsünde birleştirdi. Bir ayağını hızla yere vuruyordu.

‘’Evet. Şimdi bana neler olduğunu anlatacak mısınız?’’

‘’Bir şey olduğu yok. Öyle değil mi Vincent?’’ Ares yumruklarını sıkarak Vincent’a döndü. Dişlerinin arasından konuşuyordu ve şakaklarındaki damarlar belirginleşmişti. ‘Evet, ortada kesinlikle çok büyük bir sorun var’ diye düşündü Rebekah. Ares’in öfkesine rağmen Vincent, son derece sakin görünüyordu. Boğazını temizleyerek ellerini sırtında birleştirdi.

‘’Hayır. Önemli bir şey yok. Rica etsem Rebekah ile yalnız görüşebilir miyim?’’ Ares tehditkar bir şekilde Vincent’a yaklaşınca Rebekah öne atılıp ikisinin arasına girdi. Ancak Vincent ve Ares oldukça uzun boylu olduğu için aralarına girmesi onları etkilememişti. Genç kızın başının üzerinden birbirlerine yaklaştılar.

‘’Geri çekilin!’’ Rebekah onları itmeye çalıştı ancak faydası yoktu.

‘’Saçma düşüncelerinle onun aklını karıştırma Vincent. Henüz erken. Bunu ona yapmaya hakkın yok!’’

‘’Ona her şeyi anlatacak değilim. Sadece ihtimallerden bahsedeceğim.’’

‘’Bu onu üzecek!’’

‘’Onu üzmek istediğimi mi sanıyorsun!’’ Ares, Rebekah’ı hiçe sayarak tekrar öne doğru adım atınca genç kız bütün gücüyle ikisini de itti. İkisi de bundan çok etkilenmese de en azından geriye doğru sendelediler.

‘’YETER! Neden bahsettiğinizi bilmiyorum ama şuna artık son verin. Şu durumda istediğimiz en son şey alfanın ve savaş tanrısının kavga etmesi.’’ İkisinin de sakinleşmesini bekleyip Ares’e döndü. ‘’Neden Vincent ile yalnız konuşmama izin vermiyorsun! Bana her ne söyleyecekse altından kalkabilirim.’’ Ares kafasını iki yana sallayarak Rebekah’a yaklaştı.

‘'Bak bu sandığın gibi bir şey değil. Sadece bir varsayım ve eğer öyle çıkmazsa ya da daha farlı bir şey olursa.’’ Durup bakışlarını Vincent’a çevirdi ve sözlerine devam etti. ‘’Eğer kötü bir şey olursa sen çok üzüleceksin. Ve ben bunun olmasına asla izin vermeyeceğim.’’

‘’Pekâlâ. Az önce de dediğim gibi üstesinden gelebilirim. Bana her ne söyleyecekse varsayım olduğunu kabullenirim. Anlaşıldı mı? Ciddiyim Ares bana öfkeyle bakma! Bunun beni korkutmadığını biliyorsun. Vincent ile yalnız görüşeceğim! Şimdi lütfen bizi yalnız bırak!’’ Ares öfkeyle soludu. Elini saçlarının arasından geçirdi.

‘’Pekâlâ. Sen bilirsin. Ama sakın seni uyardığımı unutma!’’ Sonra Vincent’a döndü. ‘’Eğer onun ağlamasına sebep olursan bunu bedelini çok kötü ödersin!’’ Dedi ve son bir kez Rebekah’a bakıp ortadan kayboldu.

Genç kız şaşkınca Ares’in arkasından baktı. Onu bu kadar düşünmesi ve koruması çok sevimliydi. Bu aralar Ares’in dengesiz davranışları kafasını karıştırsa da kendini ona kaptırmasına engel olamıyordu. Aksine bu dengesiz davranışları ona daha çok kapılmasına neden oluyordu. Vincent’ın boğazını temizlediğini duyunca bakışlarını ona çevirdi. Tek kaşını kaldırmış sorgularcasına ona bakıyordu. O an gülümsediğinin farkına varan Rebekah boğazını temizleyerek kendini toparladı.

‘’Evet, Nerede kalmıştık?’’ dedi ciddileşmeye çalışarak. Vincent’ın dudakları yukarı doğru kıvrılırken genç kıza arkasını döndü. Odadaki uzun masaya ilerleyip bardağına viski doldurdu. Soğuk sıvıdan büyük bir yudum aldı. Rebekah Vincent’ın oyalandığının farkındaydı. Her ne söyleyecekse zorlandığı belli oluyordu. Ve bu da onu daha çok meraklandırmıştı. Vincent bir süre daha sessiz kaldı. Rebekah ona zaman tanımak istiyordu. Ancak bir yandan da meraktan çatlamak üzereydi. Neyse ki o aklını kaçırmadan Vincent konuşmaya başladı.

‘’Son zamanlarda kafamı kurcalayan şeyler var Rebekah. Sana söylemek istediğim ama henüz cevaplanmamış gerçekler olduğundan dolayı söyleyemediğim şeyler.’’ Vincent tahtına ilerlerken Rebekah huzursuzca kıpırdandı.

Vincent konuya nasıl başlayacağını bilmiyordu. Ama kelime oyunlarıyla ona anlatmaktansa direkt söylemeyi istiyordu. En azından söylemek istediğinin bir kısmını.

‘’Eşim Helena’nın yaşadığını öğrendim. Tanrıça Athena, Hades ile görüşmüş ve Helena’nın ölmediğini öğrenmiş. Ve ben bununla beraber çocuğumuzun da yaşadığını düşünüyorum.’’ Rebekah duydukları karşısında huzursuzca kıpırdandı. Suratsızdan öğrendiklerini ona anlatmayı o kadar çok istiyordu ki… Helena yaşıyor ama Marcus'un elinde bebeğinin ise nerede olduğu hakkında hiçbir fikrim yok demek istiyordu ama bunun yerine ‘’Athena Helena’nın yaşadığını bana da söyledi. Sizin adınıza çok sevindim. Bunca yıldır yasını tuttuğunuz eşinizin yaşıyor olması tarifi imkansız bir mutluluk olmalı.’’ dedi

Vincent’ın gözleri ışıldadı. Gözlerini kapatıp bir müddet huzurla gülümsedi. Vincent hala Helena’nın yaşadığına inanamıyordu. Yıllardır yasını tuttuğu eşi hayattaydı. Onu bir an önce bulmalıydı. Hayatta olduğunu bildiği halde daha fazla ondan uzakta kalmaya dayanamazdı. Gözlerini açtı ve kızına baktı. Yıllar sonra kızına ve karısına tekrar kavuşmuştu. Aslında bu tam bir kavuşma sayılmazdı. Helena’yı bulana dek ve Rebekah’a gerçeği anlatana dek bu asla tam bir kavuşma sayılmayacaktı. Vincent ona her şeyi anlatmak istemişti. Ancak kızının gözlerindeki kafa karışıklığı görünce dudakları kıvrıldı. Ares ne kadar kabul etmek istemese de haklıydı. Şuanda bunları Rebekah’a anlatmak büyük bir haksızlıktı. Önce Klotho’u bulup sorularının cevabını almalıydı. Sonra kızına gerçekleri anlatıp Helena’yı birlikte aramalıydılar.

‘’Seni buraya çağırmamın sebebi sadece bunları paylaşmaktı. Asıl sorun Helena’nın nerede olduğu? Onun Marcus’un elinde olduğu konusunda şüphelerim var. Aslında şüphe değil. Marcus ve Kirke’nin elinde olduğunu biliyorum. Sadece sana teşekkür borçluyum. Sen buraya gelmeseydin asla eşimin ve çocuğumun hayatta olduğunu öğrenemezdim.’’ Genç kız gözlerinin dolmasına engel olmadı. Gözyaşlarını akıtmamak için omzunu silkti ve gülümsemeye çalıştı.

‘’Bunun için bana teşekkür etmenize gerek yok. Sadece gerçek anne ve babama teşekkür etmelisiniz. Benim gibi ucube bir çocuk dünyaya getirerek başınıza bu iyiliklerin ve kötülüklerin gelmesine neden oldular.’’ Vincent gülümsedi.

‘’Onlara hayatım boyunca müteşekkir olacağım. Senin gibi harika bir kıza sahip oldukları için dünyanın en şanslı anne ve babası olmalılar.’’ … Genç kız dalgın adımlarla odasına ilerlerken biri bileğinden tutup hızla onu kendine çekti.

‘’Sana ne anlattı?!’’ Ares’le burun buruna gelen Rebekah homurdanarak kaşlarını çattı ve bileğini kurtarmaya çalıştı. Ares’le tartışmak istemiyordu. Şuan ki ruh hali bunu kaldıracak gibi değildi.

‘’Karısının ve çocuğunun yaşadığını söyledi ve bana teşekkür etti. Eğer ben buraya gelmeseymişim onların varlığından haberi olmazmış. Şimdi eğer için rahatladıysan bırak kolumu!’’ Ares sakinleşerek genç kızın kolunu bıraktı. Vincent gerçekleri ona anlatmayarak en mantıklı olanı yapmıştı. Buna rağmen Rebekah’nın üzgün olduğunu görmek onu huzursuz etti. Kaşlarını çattı.

‘’Senin neyin var?’’ genç kız kollarını göğsünde birleştirdi.

‘’Bir şeyim yok. Sadece yarını düşünüyordum o kadar. Şimdi odama gitmek istiyorum.’’ Ares bir şey demeyince Rebekah arkasını döndü ve yavaş adımlarla ilerlemeye başladı. Ancak Ares onun gitmesini istemiyordu. Onunla vakit geçirmek istiyordu. Ancak normal bir erkek gibi davranmak istiyordu. Savaş tanrısı Ares gibi değil. Ellerini cebine soktu ve boğazını temizledi.

‘’Belki biraz dolaşmak iyi gelir. Kalenin dışında. Ne dersin?’’ Ares’in teklifi üzerine genç kız durdu ve omzunun üzerinden Ares’e baktı. Savaş tanrısı ellerini cebine sokmuş ve omuzlarını dikleştirmişti. Kaşları gerginlikle çatılmıştı. Onun bu halini gören Rebekah kıkırdamadan edemedi. Bunun üzerine Ares de rahatladı ve çarpık bir şekilde gülümsedi.

‘’Bilmem nereye götüreceğine bağlı?’’ dedi genç kız gülümseyerek.

‘’Işınlanabilme yeteneğim olduğu için şanslısın. Sen hayal et. Beni seni oraya götüreyim. Tabii gitmeden önce şu işaretinden çıkan ışığı kimsenin görmemesi için üzerine kalın bir şeyler almalıyız.’’

Bunun üzerine Rebekah kurnazca gülümsedi. Zihninde canlanan görüntüyle kıkırdamamak için kendini zor tuttu. Uzun bir zamandır kaledeydi. Ondan önce ise günlerini ormanda ki küçük kulübe de geçirmişti. Ne zaman canı sıkılsa Jasmine onu kolundan tutarak zorla götürdüğü yer zihninde canlanınca tekrar kıkırdadı. Oraya gitmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Ares’e yaklaşarak ‘’Pekala. Bunu sen istedin savaş tanrısı!’’ Dedi. … ‘’Ciddi olamazsın.’’ Diye inledi Ares. Rebekah kıkırdayarak etrafındaki kalabalığa baktı. Birden ortada belirmelerine rağmen kimse onları fark etmemişti. Bakışlarını Ares’e çevirdi ve suratını buruşturmuş, etrafına tiksintiyle baktığını görünce sonunda kendini tutamayıp kahkahalarla güldü.

‘’Bu hiç komik değil kadın! Bu bana yapılmış en büyük hakaret!’’ Rebekah sonunda kahkahalarını bastırıp Ares’in önüne geçti.

‘’Gideceğim yeri seçmemi isteyen sendin. Kafa dağıtmaya ihtiyacım vardı. Ayrıca buraya gelmeyeli uzun zaman oldu. İngiltere’yi özleyeceğim aklıma gelmezdi.’’ Ares genç kızın gözlerindeki kederi görünce öfkesinden arındı. Onun için her şeyi yapabileceğini düşünüyordu. Ama etrafına bakınca tekrar yüzünü buruşturdu.

‘’Tamam! Hades’in cehennemi aşkına! Bu lunapark denen lanet yerde ne yapılır?’’ Rebekah tekrar kıkırdadı ve Ares’i ayıplarcasına kafasını iki yana salladı.

‘’Savaş tanrısı olabilirsin ama çok cahilsin. Burada yapacağın tek şey eğlenmek olacak. Bakalım hangisinden başlasak.’’ Rebekah düşünceli bir şekilde etrafına bakarken Ares’in gözleri kocaman açıldı. Bu çocuk oyuncaklarına onunla beraber bineceğini sanıyorsa kesinlikle yanılıyordu! Onun için her şeyi yapabilirdi. Ama bu kadarı da olmazdı!

‘’Bu şeylere bineceğimi sanıyorsan yanılıyorsun kadın! O kadar da değil!’’ Rebekah tek kaşını kaldırarak Ares’e döndü. Ares’le laf dalaşına girmek kaybetmek anlamına gelirdi. Onu nasıl kışkırtacağını çok iyi anlamıştı.

‘’Ne o savaş tanrısı. Yoksa korktun mu?’’ Ares çarpık bir şekilde gülümsedi.

‘’Beni kışkırtacağını sanıyorsan yanılıyorsun.’’ Rebekah omzunu silkti.

‘’Pekala. Sen bilirsin. Nasıl olsa yalnız olmayacağım. Bunların hepsi iki kişilik. Mutlaka yanıma oturacak birileri çıkacaktır.’’

Ares çatılı kaşlarla etrafındaki genç erkeklere baktı. Hepsi kızları etkilemek için cesaret gösterileri yaptıklarını sanarak en tehlikeli aletlere biniyorlardı. Genel olarak hepsinin sonu aynıydı. Midelerinde ne varsa hepsini utanmaz ve iğrenç bir şekilde dışarıya çıkartıyorlardı. Rebekah’nın küre gibi iki kişilik bir alete doğru ilerlediğini gördü. Sıradaki genç erkeklerin Rebekah'ı süzme şekli hiç hoşuna gitmedi. İçinde aniden filizlenen yakıcı kıskançlık duygusuyla dişlerini sıktı. Adımlarını hızlandırıp Rebekah’nın kolunu tuttu.

‘’Hangisine biniyoruz?!’’

Biletleri alan Ares bunu yaptığına hala inanamıyordu. Eğer Olimpos’tan birileri onu görse muhtemelen yüzyıllar boyu alay konusu olurdu. Ancak başını yanına çevirip, etrafa gülücükler atan ve mutluluktan neredeyse havalarda uçan Rebekah’ı görünce bütün herkesi unuttu ve ona odaklandı. Sadece onunla birlikte olmak her şeye bedeldi.

Küre gibi olan alete yürürken hiç düşünmeden genç kızın elini tuttu. Rebekah'nın şaşkınlıkla ona baktığını görebiliyordu. Ancak hiç farkına varmamış gibi ileriye baktı ve gülümsemesini bastırdı. Genç kızın elini tutarak hem onun kime ait olduğunu diğer erkeklere göstermiş oldu hem de yakınlığının tadını çıkarttı. Garip aletin önüne gelince, görevli adam elini Rebekah’a uzatıp yukarı çekti. Ellerinin içinden Rebekah'nın zarif ve küçük eli kayınca homurdandı. Kaşlarını çatan Ares çenesini kapalı tutmak için kendini zor tuttu. Kendisi adamın yardımı olmadan yukarı çıktı ve Rebekah’nın yanına oturdu. Tekrar elini tutarak serseri kılıklı adama öfkeyle baktı. Görevli adam genç kızın kemerlerini takarken gözlerini onun ellerinden ayırmadı. Eğer gereğinden fazla temas ederse o ellere ne olacağını çok iyi biliyordu!

‘’Korumalıklardan sıkıca tutunun ve havaya fırlatıldığınızda başınızı geriye sıkıca bastırın.’’ Görevli Ares’in kemerini takarken Rebekah kıkırdadı. ‘’Çok eğlenceli olacak.’’

‘’Evet Tabii. Rezil olmam senin daha çok hoşuna gidiyor değil mi?’’ Genç kız utanmazca dilini çıkartınca Ares’in gözleri istem dışı yine o kırmızı dudaklara takıldı. Onların tadını çok iyi almıştı. Ve bu unutabileceği bir şey değildi.

‘’Evet sanırım her şey tamam. İyi uçuşlar.’’ Dedi görevli gülümseyerek ve aşağıya atladı. Bunun üzerine Ares etrafına bakındı.

‘’Eee şimdi ne olacak?’’ diye sordu. Rebekah’ı kürenin iki yanındaki demirleri göstererek

‘’Bunları sapan gibi düşün. Şuan gerilmiş durumdayız. Birazdan bizi havaya fırlatacaklar.’’ Dedi. Ares’in kaşları şaşkınlıkla yukarıya kalktı ve büyük demirlere ve çekme halatına baktı. Sonra yüzünü buruşturarak Rebekah’a döndü.

‘’Eğer sapanla fırlatılmaktan hoşlandığını bilseydim seni Olimposa götürüp Hephaestus’un koca sapanına bağlar, fırlatırdım. Aklı kaçık herif böyle oyuncakları çok sever tabii o farklı amaçlarla kullanıyor bunları.’’ *** ''Bu son artık!'' Rebekah gözlerini devirip elini tutan Ares'i çekiştirmeye devam etti. ''Bazen babam gibi davranıyorsun!'' diye homurdandı. Korku treninin bilet standına gelince kuyrukta sıraya girdiler.

''Bir de bu kuyrukta mı bekleyeceğim! Bu kadar insanın arkasında! Ben savaş tanrısıyım! Düştüğüm şu hale bak.'' diye homurdandı Ares yine. Genç kız kıkırdayınca Ares çatılı kaşlarla ona döndü.

''Hiç bana öyle bakma. Sen kendin söyledin 'bu gün tanrılıktan izinliyim' diye. Şimdi kuyruğu görünce tırstın mı?''

''Kadın, Zeus şahidim olsun ki bunu sana ödeteceğim! Hem de fazlasıyla!'' Rebekah gözlerini devirip kollarını göğsünde birleştirdi. Ares homurdanmaya devam ederken genç kız etrafına bakındı. Koşuşturmaktan ve bağırmaktan boğazı kurumuştu. Köşedeki kafeyi görünce Ares'e döndü.

''Su almam gerek. İstediğin bir şey var mı?'' Ares önce kafeye, sonra kafede oturan adamlara, sonrada Rebekah'a baktı. ''Bekle beraber gideriz.'' Genç kız gözlerini kapatıp burnun tuttu. Ares yüzünden bugün delirmezse iyiydi!

''Tanrı aşkına mağara adamı gibisin. Sakın kuyruktan ayrılma ve o biletleri al!'' Ares'e arkasını dönüp kafeye doğru ilerlerken savaş tanrısının homurdandığını duyabiliyordu.

Düştüğü hale inanamayan Ares bakışlarını gökyüzüne çevirdi. Tüm bu yaşadıklarının oyun olup olmadığı gerçekten merak ediyordu. Gün boyu Rebekah nerede tehlikeli garip aletler varsa onlara binmek istemişti. Hiçbiri Ares'i etkilememişti. Hatta şu gökyüzüne yükselip hızla aşağıya inen trende sıkıntıdan patlamak üzereydi. Ama Rebekah'nın çığlıklarını duymak ve mutlu olduğunu görmek ona tarifi imkansız bir mutluluk yaşatmıştı. İç çekerek bakışlarını çevresinde gezdirdi. Savaş tanrısının menzilinde olduklarının farkında olmayan insanları izledi. Hepsi hayatı sadece eğlence için kullanıyordu. Etraflarındaki gerçeklerden bihaber yaşıyorlardı. Oysaki ne kadar zayıf ve kolay hedef olduklarının farkında bile değillerdi.

Tekrar iç çeken Ares etrafında onu beğeniyle süzen kadınlara suratını buruşturarak baktı. Çoğu gözle görülür aç bir arzuyla bakıyordu. Ancak hiçbirisi Ares'in umurunda değildi. Onu ilgilendiren tek kadın şuan burada olmasına sebep olan kadındı. Başka birisi için bu rezilliği yapıp yapamayacağını düşündü Ares. Kesinlikle yapmazdı! Ama Rebekah'nın uzun bir zamandır sorunlarla uğraştığını biliyordu. Hayatı birden alt üst olmuştu. Ancak genç kız yine de bunların üstesinden geliyordu. Güçlüydü. Hem de hayranlık uyandıracak kadar güçlüydü. Aynı zamanda korkusuzdu. Sadece kendiydi. Başkası gibi olmaya çalışmıyor, kimseden korkmuyordu. İşte tüm bunlar Ares'in Rebekah'a hayranlık duymasının sebebiydi.

Rebekah, içindeki uyuyan arzuyu uyandırmıştı. Ona bakmak, bu kadar yakınken aynı zamanda uzak olmak çok zordu. Kollarını sıkıca ona dolayıp kokusunu içine çekmek sıcaklığını hissetmek istiyordu. Kırmızı dolgun dudaklarını doyasıya öpmek istiyordu. Ellerini, henüz bedeninde keşfetmediği yerlerde gezdirmek istiyordu. Arzu gün geçtikçe artıyor dayanılmaz olmaya başlıyordu. Ancak Ares Rebekah'a duygularını dile getirecek kadar hazır değildi. Zihnin de hala savaşıyorken Rebekah'a bir şey söyleyemezdi. İşte tüm bunlar nedeniyle, genç kıza hissettiği yoğun duygular nedeniyle savaş tanrısı olarak bu rezil duruma düşmüştü. Bilet kuyruğunda sıra bekliyordu!

Önce tuvalete giren Rebekah suyunu almak için sırada beklerken bakışlarını Ares'e çevirdi. Savaş tanrısı ellerini cebine sokmuş dümdüz karşıya bakıyordu. Düşüncelere daldığı belliydi. Genç kız büyük bir merakla düşündüğünü bilmek istedi. Kalabalığa rağmen Ares hemen göze çarpıyordu. Upuzun boyu, güneş kadar parlak, gür saçlar ve altın rengi ten. Tüm bunlar zaten yeterince dikkat çekici değilmiş gibi birde kaslı vücudunu ikinci bir deri gibi saran tişört gözleri bayram ettiriyordu. Kalçalarını saran siyah pantolonsa insanda kalp krizi yaşatacak kadar harika bir görüntü sunuyordu. Erkekler bile dönüp kıskançlıkla onu süzüyorken kadınlar gözlerini Ares'den alamıyordu ve bu Rebekah'ı deli etmek üzereydi. Her yerde ona asılmaya çalışmış pantolonunu cebine telefon numaralarını koymaya çalışmışlardı. Rebekah usta bir şekilde, Ares'e belli etmeden hepsini geri savurmuştu. Ares'in de bu durumdan bihaber olduğu belliydi. Etrafta o kadar güzel kadın varken hiçbirine göz ucuyla bile bakmamıştı. Genç kız gülümsedi. O sırada Ares bunu hissetmişçesine bakışlarını onun olduğu tarafa çevirdi. Her zaman olduğu gibi Rebekah'nın kalbi hızlandı. Bu bakışlar altında dizleri titriyor, bedenini ateş basıyordu. Ares gülümseyip göz kırpınca Rebekah'nın yaptığı tek şey derin bir nefes almak oldu.

''Şu seksi yaratığı görüyor musun?'' Rebekah arkasında duran kadının sesini duyunca göz ucuyla ona baktı. Sarışın, göğüsleri beş metre öteden 'ben sahteyim' diye bağıran kadın arsızca Ares'e bakıyordu. Yanındaki diğer sarışın kadın kıkırdayarak ''Onu yatağa atmak için neler yapmazdım. Adam resmen tanrı. Şu saçlara bak!'' dedi cilveyle. dudağını ısırarak Ares'i baştan aşağıya süzdü.

''Bu tarafa mı bakıyor! Ahh tanrım bize bakıyor!'' dedi koca memeli sarışın. Rebekah kaşlarını çatarak bakışlarını Ares'e çevirdi. Zeus aşkına bu kadınlar çıldırmış olmalı! Ares düpedüz Rebekah'a bakıyorken bir de kendi üzerlerine alınıyorlardı! Rebekah 'o benim' diye bağırmak istedi. Öyle olmadığının tabii ki de farkındaydı. Ancak bu kadınları Ares'den uzak tutmanın tek yolu buydu.

''Bu gece onunla ilgili harika planlarım var. Şu vücuda bak! Kesinlikle muhteşem bir gece olacak! Onu elde etmek çok kolay olacaktır.'' Rebekah buna daha fazla dayanamadı. Koca memeli sarışının elindeki kahveyi görünce sinsi bir şekilde gülümsedi. Geriniyormuş gibi yapıp kollarını geriye attı ve bilerek kahveye çarptı. Koca memelinin çığlığını duyunca gülümsemesi bütün yüzüne yayıldı.

''Seni sürtük ne yaptığını sanıyorsun?!'' diye bağırdı sarışın kadın. Rebekah hiçbir şey olmamış gibi bütün sakinliğiyle arkasını döndü. Kadının üzerindeki kırmızı tişörtün tamamı kahve olmuştu ve açıkta ki beyaz teni kızarmıştı. Hala ciyaklayıp tepindiğini görünce genç kız gülmemek için dudağını ısırdı.

''Kusura bakma. O sahte portakallar yüzünden elinde kahve olduğu fark etmedim. Her yeri kaplıyorlar.'' dedi eliyle bedeninin etrafında kocaman bir yuvarlak çizerek. Koca memeli öfkeyle yeşil gözlerini Rebekah'a çevirdi.

''Sen kime sahte diyorsun? Seni sürtük!'' diye bağırdı. Rebekah kendini daha fazla tutamayıp kahkaha attı. Sonra öfkeli bakışlarını kadına çevirerek iyice yanına yaklaştı ve kulağına fısıldadı.

''Eğer kolay elde edeceğini sandığın yakışıklıya bir kez daha baktığını görürsem koca memelerinin sahte olup olmadığını buradaki herkesle beraber öğrenmiş oluruz. Erkeğimden uzak dur sürtük! Git kendini becerecek başka birini bul.'' diye fısıldadı ve suyu almadan Ares'e doğru ilerledi. Çevredeki insanların bakışlarını umursamadı. Koca memelinin suratındaki korku ifadesini görmek ona yetmişti. Ares'in yanına yaklaşıp bütün gün Ares'in yaptığı gibi hiç düşünmeden elini tuttu. Şaşkın şaşkın gülümseyen Ares önce birleşmiş ellerine sonrada arkadaki sarışın kadına kaçamak bir bakış attı.

''Kadınla kavga mı ettin sen?!'' diye sordu. Neden bahsettiğini bilmiyormuş gibi davranan Rebekah şaşkınca Ares'e baktı.

''Şu çirkin koca memeliyi mi diyorsun. Hiç! Sadece kolum yanlışlıkla elindeki kahveye çarptı o kadar.'' Genişçe sırıtan Ares Rebekah'nın bilerek o kahveyi döktüğünün farkındaydı. ''Eminim öyle olmuştur Neraida Koritsi.'' dedi kıkırdayarak. ... ‘’Bundan birine bahsetmesen iyi olur!’’ Genç kız tekrar kıkırdadı. Ares bunu bugün belki de yüzüncü kez söylüyordu. Rebekah, kolları arasındaki koca ayıcığa sıkıca sarıldı ve genişçe gülümsedi. Daha önce bu kadar güzel ve eğlenceli bir gün geçirdiğini hatırlamıyordu. O kadar ki genç kızın, sürekli gülümsemekten yanak kasları ağrımaya başlamıştı.

‘’Artık elimde koz olduğuna göre seni istediğim gibi oynatabilirim. Bunu kaçıracağımı hiç sanmıyorum.’’ Ares homurdanınca genç kız tekrar kıkırdadı. Kaledeki odasının önüne gelene kadar Ares çatılı kaşlarla homurdanıp durdu.

Rebekah hayatı boyunca hiç bu kadar eğlendiğini hatırlamıyordu. Ares’i zorlada olsa bütün aletlere bindirmişti. Rebekah çığlık çığlığa bağırırken o her seferinde gülümseyerek genç kızı izlemişti. Bindikleri alet ne kadar tehlikeli ya da hızlı olursa olsun hiçbiri Ares’i etkilememişti. Ancak Rebekah hepsinde neşeyle ya da korkuyla çığlık atmış ve içindeki bütün sıkıntılardan kurtulmuştu. Aradan geçen onca zamandan sonra ilk defa kendini sıradan ve insan gibi hissetmişti. Vampirler, kurtlar ya da tanrıları düşünmeden geçirdiği bir gün olmuştu.

Küçük bir çocuk gibi Ares’i oradan oraya sürükleyip durmuştu. Ares ise bir kez bile hayır dememiş ne istediyse yapmıştı. Bindiği her oyuncakta ‘Buraya ait değilim’ görüntüsüyle bağırsa da hepsine binmişti. Etraftaki kadınların gün boyu Ares’e çevrilen aç bakışları genç kızı bir ara deliye döndürmüştü. Ancak Ares etrafındakilerin farkında değil gibiydi. Savaş tanrısının o an ki tek derdi lunapark denen bu cehennemden nasıl kurtulacağıydı.

Gün boyunca eğlenmişlerdi. Kimi oyunlarda birbirleri ile yarışmış, bazılarında ise Ares’i 'yok artık' dedirterek isyana getirmişti. Hava kararana kadar orada kalmışlardı. Kaledekilerin merak edeceklerini bilmelerine rağmen ikisi de bunu umursamadı. Sadece birlikte, eğlenceli ve normal vakit geçirmenin tadını çıkarttılar. Gecenin sonunda Ares’in bowling, dart ve poligonda kazandığı biletlerle kocaman bir peluş ayı almışlardı. Rebekah, bu olaylar bitince aradan ne kadar zaman geçse de bu ayıcığı hep yanında tutacağını biliyordu. Onun adı şimdiden belliydi; AYICIK ARES!

Rebekah'nın aklına takılan en büyük şeyse Ares'in gün boyu elini tutmasıydı. Belki bunu farkında olmadan sadece korumacı tavırla yapmış olabilirdi. Ama bu hareket Rebekah için çok şey anlam ifade ediyordu. Ares'in orada olmaktan çok hoşlanmadığını biliyordu. Ancak buna rağmen savaş tanrısı Rebekah artık gidelim diyene kadar orada kalmıştı. İtiraf etmek istemese de Ares'in de bugün yaptıklarından keyif aldığı belli oluyordu. Genç kızın kaledeki odasının kapısına gelince bakışlarını Ares’e çevirdi.

‘’Bugün gerçektende harikaydı. Hayatımda geçirdiğim en eğlenceli ve güzel gündü.’’ Ares’in dudakları yukarı doğru kıvrıldı. Rebekah’nın gözlerinde gördüğü ışıltının hiç sönmemesi için gerekirse her gün o lanet aletlere binerek geçirebilirdi. Yeter ki o hep böyle gülümsesin ve Ares’e böyle baksın.

‘’Benim için zevkti Neraida Koritsi‘’ Genç kız tek kaşını kaldırarak

‘’Bu kelimenin anlamını söyleyecek misin?’’ Ares’in dudakları bu sefer çarpık bir gülümsemeyle büküldü.

‘’Anlamını bilmemen daha çok hoşuma gidiyor.’’ Ares’in yaptığı açıklama üzerine genç kız gözlerini devirdi. Bir süre sessizce birbirlerinin gözlerine baktılar. Rebekah içindeki umutlanan filizi söküp atmak adına en sonunda boğazını temizledi ve gözlerini kaçırdı.

‘’Diğerleri deliye dönmüş olmalılar. Hiçbir şey söylemeden ortadan kaybolduk.’’ Ares umursamaz bir şekilde omzunu silkti. ‘’Athena onları oyalamıştır.’’ Genç kız kafasını salladı.

‘’Tamam… O zaman iyi geceler. Yatsam iyi olacak. Yarın yolculuğa çıkacağız.’’

‘’Evet. ‘’ dedi Ares ancak bacaklarına hükmedemiyordu. Sanki buraya takılı kalmıştı ve bu gerçekten utanç vericiydi. Kendini yeni yetme bir insan gibi hissediyordu. Kaşlarını çatarak omuzlarını dikleştirdi.

‘’İyi geceler’’ dedi ve arkasını döndü. Yavaş adımlarla koridorun sonuna gelmişti ki durdu ve arkasına baktı. Rebekah küçük bir kız çocuğu gibi kolları arasındaki ayıcığa sarılmış ona bakıyordu. Gülümsemesine engel olamadı ve genişçe sırıttı. Ona neden 'Neraida Koritsi' diye seslendiğini çok iyi biliyordu. O kadar güzeldi ki... Pürüzsüz teni, dolgun vücut hatları, gece kadar gür ve uzun saçları ve mavinin en harika tonu olan gözleri.

‘’Peri kızı.’’ Genç kız, Ares’in ne demek istediğini anlayamayınca kaşlarını çattı. ‘’Ne?’’

‘’Neraida Koritsi. Yunanca peri kızı anlamına gelir. Olimpos dağının, güzellikleriyle dillere destan olan peri kızları kadar güzelsin. Hatta onlardan bile daha güzel.’’ Dedi Ares ve göz kırpıp ortadan kayboldu. Kapının önünde dona kalan Rebekah şaşkınca gülümsedi. Sonra gülümsemesi genişledi. Ares az önce ona güzel demişti. Hem de güzellikte herkesi geride bırakacak nefmlerden daha güzel olduğunu! Seslice yutkunup, şaşkınca gözlerini kırpıştırdı. Elini tutması, öpüşmeleri, ona ilgili olması, koruyucu tavrı ve şimdide bu söyledikleri. Gerçekten de Jordan'ın söylediği gibi Ares'in ona karşı bir ilgisi olabilir miydi? Rebekah kıkırdayarak inanamazmışçasına başını iki yana salladı.

‘’Peri kızı.’’ Diye mırıldandı gülümseyerek. Mutluluktan tepinmemek için kendini zor tutuyordu. Ares bunca zamandır ona peri kızı diyordu. Bunun farkına varan genç kız kolları arasındaki Ayıcık Ares’e sıkıca sarıldı ve kıkırdayarak odaya girdi. Kapıyı kapatarak yaslandı ve gözlerini kapattı. Kıkırdamasına engel olamıyordu. Tekrar ‘’Neraida Koritsi’’ diye mırıldandı.

‘’Neray... Ne?! Lanet olasıca hangi dili konuşuyorsun.’’ Rebekah şaşkınlıkla gözlerini açtı ve ona öfkeyle bakan Jasmine ve Jordan’la karşılaştı

‘’Bize hangi cehennemde olduğunu açıklayacak mısın?’’ dedi Jordan. Jasmine ellerini beline koyarak bir adım öne çıktı.

‘’O kucağındaki ayıda nereden çıktı? Ve Ares’le hangi cehenneme kayboldunuz?’’ Genç kız yüzünü buruşturarak arkadaşlarına baktı. Harika! Gerçekten de harika! Güzel geçen bir günün sonu ancak bu kadar kötü olabilirdi!

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Where stories live. Discover now