BÖLÜM 37

35.2K 2.1K 13
                                    

...YOK OLUŞ...

Helena, sonunda bedenine hükmetti ve sarsak bir adım attı. Elini öne doğru uzattı. Kızına dokunmaya korkuyordu. Sanki bu gördükleri hayaldi ve ona dokunduğunda kızının hayali yok olacaktı. 

Anne. Diana'sı ona anne demişti. Tutulan dili çözüldü. ''Diana.'' diye fısıldadı. Gözlerinden birbiri ardına yaşlar akıyordu. Hayatında ilk kez onu kollarından aldıklarında ağlamıştı. Şimdi ise kızı o geri döndüğü için ağlıyordu. 

Rebekah, elindeki yayı yere bırakarak kendini hızla annesinin kollarına attı. Zayıf kolları onu sıkıca sardı. Kafasını annesinin boynuna gömdü ve ilk kez 'anne' kokusunu içine çekti. İlk kez saçları gerçek bir şefkat ve sevgiyle okşanıyordu. Sarah'nın dokunuşlarından çok daha farklıydı. Sarah da onu severdi. Ancak gerçek anne sevgisinin çok daha farklı olduğunu anlıyordu genç kız. Alnına ve yüzüne kondurulan sayısız öpücük, ayrı kaldıkların yılların yaralarını tek tek kapatıyordu. Onun kolları arasında olmak genç kız için çok farklı bir duyguydu. Karşısındaki kadını hiç tanımıyordu. Annesini ilk kez görüyordu. Ancak bu kolların arasında olmak ve hissettiği sevgi yoğunluğuyla 'annenin' ne demek olduğunu anlıyordu. 

Yıllar önce kolları arasından zorla alınan kızının kokusunu hasretle içine çeken Helena, kızını sayısızca kez öptü. Kalbinde hissettiği yoğunluk o kadar ağırdı ki taşıyamamaktan korkuyordu. Neredeyse bayılacaktı. Ancak bayılıp kızının gözleri önünde zayıf görünmek istemiyordu. Onu o kadar çok sıkı sarıyordu ki kolları neredeyse kemiklerini kıracaktı ama ne yaparsa yapsın içindeki hasret duygusu dinmek bilmiyordu. 

Gülümseyerek kızının yüzünü elleri arasına aldı. Marcus ilk kez bir konuda haklıydı. Diana ona o kadar çok benziyordu ki! Vincent görse hemen onun kızları olduğunu anlardı. Bu düşünceyle kaşlarını çattı ve korkarak ''Baban?'' diye sordu. 

Rebekah gülümseyerek annesinin yanaklarından süzülen yaşları sildi. ''Dışarıda bizim için savaşıyor.'' Helena da gülümsedi ve tekrar kızına sıkıca sarıldı. O sırada içeriye giren sarı saçlı adamı gördü. Yavaşça geri çekildi ve soran gözlerle kızına baktı. 

Rebekah elinin tersiyle gözyaşlarını sildi ve burnunu çekti. Ardından gülümseyerek Ares'e döndü. ''Anne seni Ares'le tanıştırayım.'' dedi ve elini Ares'e uzattı. Genç kızın elini tutup kolunu beline dolayan Ares, Rebekah'nın şakağını öptü ve şaşkınlıkla gözleri kocaman açılmış Helena'ya döndü.

''Gecemin prensesini tekrar bana kavuşturduğunuz için teşekkür ederim Amazon Kraliçesi.''

Yıllardır her savaş alanında, askerleri ve kendi için dua ettiği tanrıyı karşısında, kızının kocası olarak görmek Helena için garipti. Özellikle hâla yaşadıklarına inanamıyorken. 

''Bu durum biraz fazla garip oldu.'' dedi Rebekah gülümseyerek. Ancak zihninde hissettiği sesle yüzünü buruşturdu. 

''Diana?'' Helena endişeyle kızının ellerini tuttu. 

Birisi kulağına bir şeyler fısıldıyormuş gibiydi. Elini kulağına götürerek bastırdı ancak ses azalmak yerine çoğaldı. Soran bakışlarla Ares'e döndü. 
''Birisi benim adımı söyleyerek dua etti.'' dedi.

Kaşlarını çatan Ares ''Kim?'' diye sordu. 

Hissettiği duygu yoğunluğuyla soluksuz kalan genç kız, gözlerinin önünde canlanan görüntüler nedeniyle karşısında duran annesini göremiyordu. Acı, nefret, üzüntü, kin, sevgi aynı anda tüm duygular bedenine hücum ediyordu ama bunları o hissetmiyordu. Dua eden kişinin hissettikleriydi bunlar ve o kişi şuan ölümle cebelleşiyordu. İsteğini dile getirdi ve dua bitmeden önce son kez genç kızın kulaklarına fısıldadı. 

'Bana inandığın için teşekkür ederim Tanrıça Rebekah beni duy ve duamı kabul et. '

''Maxwell!''

Ares tüm ciddiyetiyle ''Ölüyor mu?'' diye sordu. Kin ve nefret genç kızın iliklerine kadar işlemişti. Konuşamayacak kadar öfkeliydi. Kafasını salladı. 

''Annemi al ve diğerleriyle dışarıda buluş. Yapmam gereken son bir şey var.'' Ares genç kızın kolunu tuttu.

''Yalnız gitmene iz-'' Rebekah elini kaldırarak Ares'i susturdu. ''Yalnız olmayacağım. Babam benimle olacak. Annemi al ve buradan çıkın. Hemen geleceğiz.'' Ardından kafa karışıklığıyla ona bakan annesine döndü ve yanağından öptü. ''Birazdan yanında olacağım.''

Vincent, şafak tanrıçası Eos'un verdiği pantolonu giymek üzere ormanın karanlık kısmına hızla ilerliyordu. Kaledeki tüm vampirler yok edilmişti ve Helena kurtarılmıştı. Karısını henüz göremediği için sabırsız ve heyecanlıydı. Yüzyılını ruh eşinden ayrı geçirmenin verdiği özlem içinde patlayacak gibiydi. İstediği tek şey onu kolları arasına almaktı. Kızını ve karısını sıkıca kolları arasına alarak uzun bir zamandan sonra ilk kez kendini 'bütün' hissetmek istiyordu. 

Ağaçların arasında insana dönmek üzereydi ki kızının ona seslendiğini duydu. Dişleri arasına sıkıştırdığı pantolonu bırakarak hızla karanlığın arasında daldı.

...

Marcus'un bedeni geriye savrulurken, Maxwell elinin tersiyle dudakları üzerindeki kanı sildi. Babasının sırtından kemiklerin kırılma sesi duyuldu. Sendeleyen Maxwell, param parça olan bedenini ayakta tutmakta zorlanıyordu. Babası ilk vampirdi. Aralarında en güçlü olanlarıydı. Aralarındaki küçük savaş dakikalardır devam ediyordu ve Maxwell uzun bir süre daha dayanacağını düşünmüyordu. Bedenindeki kemikleri neredeyse tamamı kırılmış, iyileşmeye çalışıyordu. Bacakları güçsüz kalan bedenini taşımıyordu ve etrafındaki sesler birbirine karışmıştı. Hiçbir şey algılayamıyordu. 
Karlar içindeki orman hızla etrafında dönmeye başladığında daha fazla dayanamadı ve dizlerinin üzerine çöktü. Öksürük krizleri arasında ağzından çıkan kanlar, beyaz karları kırmızıya boyuyordu. Ellerini karların arasına soktu ve kendine gelmeye çalıştı. Marcus'unda gücünün tükenmeye başladığını biliyordu. eğer biraz daha dayanırsa onu öldürebilirdi. 

Marcus'un doğrulduğunu gören Maxwell doğrulmaya çalıştı ancak babasının hızla yanına gelip ona tekme atmasıyla gücünün son kırıntıları da tükendi. Bedeni havada süzülerek kalenin sert duvarına çarptı. Başının arkasında duyduğu çıtırtıyla birlikte dudakları arasından çıkan inlemeye engel olamadı. Görüşü tamamen kaybolurken Soğuk bir elin onu boynundan tutarak havaya kaldırdığını hissetti. Her göz kırpışında Marcus'u zorlukla görüyordu. 
''Zayıf olduğunu söylemiştim oğlum. Hak ettiğin tek şey ölüm ve o da çok sevdiğin babanın ellerinden gelecek!''

Maxwell kendinden geçmek üzereydi. Bedeni ve zihni isyan ediyordu. İyileşmesi için zaman ihtiyacı vardı çünkü bedeni çok fazla hasar almıştı. Ancak içindeki öfke, kelimeleri bularak konuşmasını sağladı.

''Sen benim babam değilsin! Asla olmadın ve olmayacaksın. Annemin ve kardeşlerimin katilisin!'' Marcus'un soğuk kahkahası etrafta yankılanırken, uzun parmakları oğlunun boğazını daha sıkı kavradı. 

''Zavallı annen ve kardeşlerinin ölmesinden ben sorumlu değilim sevgili oğlum! Gerçek bir erkek olsaydın onları hayatta tutabilirdin. Kardeşlerin hayatta olsaydı bu krallığı beraber yönetebilirdik!'' diye haykırdı. 

Boğazındaki el Maxwell'in konuşmasını engelliyordu. Kısılan sesiyle ''Peki annem?'' diye sordu. Marcus'un isterik bir kahkaha attı. ''Annen mi? O fahişeyle asla evlenmek istemedim. Tanrıçam Kirke'yle beraberken onu yanımda tutacağımı mı sanıyordun. Zavallı!'' 

Bedeninde biriken hiddetle haykıran Maxwell, bedenini zorlukla kontrol ederek babasının tutuşundan kurtuldu. Kırılan kemiklerine aldırmadan tüm gücüyle Marcus'un üzerine saldırdı. Bedenleri karın üzerinde insan üstü bir hızla hareket ediyordu. Sonunda Maxwell, Marcus'u boynundan tutarak tüm gücüyle yere sabitledi. 

''Senden istediğim tek şey vardı! Bizi terk etmemen! Sevmen! Ama senin yaptığın tek şey bize acı çektirmek oldu. Annem senin yüzünden öldü. Zavallı kardeşlerim senin yüzünden öldü!'' diye haykırdı. 

''İstediğim tek şey bize değer vermendi. Her zaman hayatının merkezine o aptal Tanrıçanı koydun! Etrafına bak Marcus! Değer verdiğin uğruna kendi aileni katlettiğin kadın nerede? Seni kullandı sense kör bir şekilde onun kuklası oldun!'' Babasının suratına eğildi ''Sadece sen ve ben varız baba! Köpekliğin yaptığın tanrıçan eminim seni izliyordur. Ama asla yardıma gelmeyecek!'' Sıkılı dişlerinin arasından zorlukla konuşuyordu.

Marcus'un sinsi hamlesini fark etmeyen Maxwell, aniden kalbine saplanan bıçakla gözleri kocaman açıldı. Marcus'un yüzündeki soğuk gülümseme büyürdü. Dengesini kaybeden Maxwell dizleri üzerinde geri çekilirken yere yığıldı. Zorlukla kaldırdığı eliyle bıçağı saplandığı yerden çıkardı. Artık sonunu geldiğini biliyordu. Gözleri siyah gökyüzüne kilitlenmişti. Bedeni ona ihanet ediyor hiçbir emrini yerine getirmiyordu. Sadece birkaç saniyesi kalmıştı. Marcus'un son hamleyi yaparak, kafasına ya da kalbine saldırdığı anı bekledi. 

Siyah gökyüzünden, süzülerek düşen kar taneleri yüzüne ve bedeninin üzerine düşüyordu. Ölümün ona böyle geleceğini düşünmemişti. Öleceğini hiç düşünmemişti. Tek amacı babasının kalbinde ufacıkta olsa bir yere sahip olmaktı. Ona sadece bir kere sevgiyle 'oğlum' demesiydi. Amacı uğranı yaptığı hatalar nedeniyle ilk kez kendinden nefret ediyordu. Ona bir şans daha verilse bu kez doğru olanı yapacaktı. Babasının karları ezerek ona doğru yakalaş ayak seslerini duyunca gözlerini kapattı ve hayatında ilk kez dua etti.

'Tanrıça Artemis! Sana sesleniyorum.' 

Yüzünde şaşkınlıkla gülümseme oluştu. Daha önce hiç dua etmediği için ne diyeceğini bilmiyordu. Hangi tanrıya dua ettiğini ismiyle belirttikten sonra, duayı bitirene kadar düşündüğü, aklından geçen her şeyi hitap ettiği tanrının duyacağını biliyordu. Böylece tanrılar dua eden kişinin istediklerinin doğruluğunu, güvenirliğini ve saflığını anlayabiliyordu. Bu nedenle sadece düşündü. 

Uzun yaşamı boyunca yaptığı tüm hataları gözlerinin önünden geçirdi. Sonra bunlardan ne kadar pişmanlık duyduğunu gösterdi Rebekah'a. Hayatında ilk kez, kalbinin kapılarını ardına kadar açtı ve Rebekah'nın içeriye girip her şeyi, gerçek Maxwell'i tüm çıplaklığıyla görmesine izin verdi. Annesi ve kardeşleriyle yaşadıklarını, Marcus'un ve Kirke'nin gelişi, her şeyi ona gösterdi. Sevgiye aç, hâla küçük bir çocuk olan Maxwell ile tanıştırdı onu. Ardından isteğini dile getirdi. 

'Ruhumun, Hades'in diyarında ailemle birlikte olmasını istiyorum.' Soğuk bir el ve bıçağı boynunda hissedince zihninde tek bir cümle oluştu.

'Bana inandığın için teşekkür ederim Tanrıça Rebekah beni duy ve duamı kabul et. '

Bıçağın boynunda oluşturduğu küçük kesik yavaşça genişlerken kıpırtısızca sonunun gelmesini bekledi. Ancak birden teninde hissettiği yakıcı acı ve soğuk el yok oldu. Şaşkınlıkla ve zorlanarak gözlerini açtı. Babasının yüzüyle karşılaşacağını düşünmüştü ama siyah gökyüzüne bakıyordu.

''Maxwell! Yardım et bana oğlum! Kurtar beni!'' 

Marcus'un haykırışıyla kafasını zorlanarak sesin geldiği yöne çevirdi. Rebekah Marcus'un arkasında duruyordu. Vampir kral dizlerinin üzerinde duruyordu. Rebekah, onun kollarını geri doğru germiş sıkıca tutuyordu. Vincent ise onların etrafında hırlayarak dönüyordu. Ardından Rebekah bakışlarını Maxwell'e çevirdi. Onun görüntüsü karşısında Maxwell ürperdi. Karşısında sevimli, küçük Rebekah durmuyordu. Karşısındaki kadın gerçek bir tanrıçaydı. Gözlerinin altı kızarmıştı. Ağladığı belli oluyordu. Yüzünün ve bedenini neredeyse tamamı öldürdüğü vampirlerin kanına bulanmıştı. Gözlerindeki korkunç ifade içindeki tüm nefret ve kini dışarıya akıtıyordu. Yüzündeki soğuk gülümseme genişledi. 

''Seni duydum Maxwell Flyn! Ama duanı kabul etmiyorum. Ölmek için henüz çok gençsin!'' dedi. Yüzündeki soğuk ve ürpertici gülümsemeyle bakışlarını Marcus'a çevirdi. ''Senin içinse aynı şeyi söyleyemiyorum Marcus!'' 

Hiddetle bağırırken, bacağını hızla Marcus'un sırtına yerleştirdi ve tüm gücüyle kralın kollarının iki yana çekti. Bacağıyla sırtına hızla vurmasıyla kralın kolları iki aynı anda koptu. Marcus acı haykırışlarıyla yere düşerken Vincent kükreyerek üzerine atıldı ve kralın kafasını bedeninden ayırdı. Böylece tüm orman sessizliğe büründü. Aynı anda genç kızın bedeni ürperdi. İçindeki acı, kin ve nefretin Marcus'a ait olan kısmı bedenini terk ederken, gözlerini kapatarak sessizliğin tadını çıkardı.

Vincent'ın tüm gücüyle ulumasıyla gözlerini açtı. Büyük siyah kurt, kafasını gökyüzüne kaldırmış uluyordu. Aynı anda ormanın diğer bölgelerinden dört kurt cevap olarak uludu. Nefes nefese kalan Rebekah, tiksintiyle suratını buruşturarak ellinde tuttuğu kolları yere bıraktı. Bakışlarını kaldırarak babasına baktı. Yüzündeki gülümseme genişledi. Annesini bulmuş ve düşmanlarından birini öldürmüştü. Geriye sadece ikisi kalmıştı. Kirke ve Titan kardeşler. 

Maxwell'in kıkırtısını duyunca bakışlarını yerde yatan ve gerçek anlamda ölü gibi gözüken adama çevirdi. Ona doğru ilerlerken Maxwell ''Bu hayatımda gördüğüm en harika şeydi. Bir kez daha yapabilir misiniz? Bu kez benim için yapın!'' dedi. 

Genç kız omzunun üzerinden babasına baktı. ''Değerimi bilsen iyi olur baba. Görüyorsun ne çocuklar var babasının ölümünü gülerek izliyor.'' dedi. Koca kurttan homurtuya benzer garip bir ses çıkınca genç kız rahatlamanın etkisiyle kahkahalarla güldü. Maxwell'in yanında yere eğildi. 

''Daha ne kadar yatmayı düşünüyorsun? Kar rahat geldi galiba.'' Maxwell rahatlamanın getirdiği huzurla gözlerini kapattı ve gülümsedi. Artık gözlerini kırpmakta bile zorlanıyordu. Kendine gelebilmesi için bir süre uyuması gerekiyordu. 

''Beni kucağında taşımak zorunda kalacaksınız tanrıçam. Sence bu Ares'i ne kadar sinirlendirir?''

Yanında babası ve babasının omzundan aşağıya doğru sarkan baygın Maxwell'e kalenin girişine doğru ilerleyen Rebekah, yüzündeki gülümsemeye engel olamıyordu. eksik parçaları tek tek bir aralaya geliyordu. Büyük aile resminde sadece birkaç yüz eksik parça kalmıştı. Yukarıdakiler onun için daha zordu. Ama en azından ailesinin en önemli kısmı artık bir aradaydı. 

Kalenin yıkılan surları gözüktüğünde Vincent adımlarını hızlandırdı. Rebekah onun heyecanını hissedebiliyordu. Helena'yı görmek için adeta sabırsızlıktan deliye dönmüştü. Ne halde olduğunu bile umursamıyordu ki bu Rebekah'ı daha çok gülümsetiyordu. Babasının üzerinde sadece siyah pantolon vardı. Saçları dönüşüm geçirdiği için birbirine karışmıştı ve karların arasında çıplak ayaklarıyla hızla ilerliyordu. Genç kız mutluluktan kahkahalara boğulmamak için kendini zor tutuyordu. Kalbi çoktan ritmini hızlandırmıştı. O da babası kadar heyecanlıydı. 

Sonunda surların yıkılmış taşlarını geçtiler ve Vincent olduğu yerde kaldı. Çünkü Helena ve Ares orada yoktu. Onların haricinde herkes buradaydı. Apollon, Athena ve Eos solgun gözüküyorlardı. Kurtların hepsi insan formundaydı ve üzerlerinde sadece siyah pantolonlar vardı. Çıplak bedenleri aldıkları yaraları gözler önüne seriyordu. 

Lucien'in şakağından aldığı yara çoktan kapanmıştı ama çıplak göğsü ve yüzü kanlar içindeydi. Caleb yerde oturuyordu. Bir dizini kendine çekmişti. Öne uzattığı ayağı ise kanlar içindeydi. Ayağının üzerine zorlukla bastığı belli olan Parker ise baygın halde olan James'i tutuyordu. Eos hemen onların yanındaydı. Ellerini çenesinin altında birleştirmiş bir şeyler mırıldanıyordu.

''James'in durumu iyi mi?'' Caleb tek gözünü açtı ve kafasını salladı.

''Çok kan kaybetti. Şafak tanrıçası onu iyileştirdi ama göt herif bayıldı. aha doğrusu uyuyor!'' dedi Parker söylenerek. Genç kız rahatlayarak gülümsedi.

''Helena nerede?'' Vincent'ın sesiyle tüm bakışlar ona döndü. 

''Buradayım.'' Vincent'ın duyduğu sesle tüm bedeni kasıldı. Bu sesi duymayalı o kadar uzun zaman olmuştu ki! Neredeyse unutacaktı. Uzun zamandır gerçek anlamda atmayan kalbi şimdi derisini yırtıp dışarıya çıkacak şiddette atıyordu. Derin bir nefes aldı ve aşık olduğu, hayatını tamamen değiştiren o kokuyla ciğerlerini doldurdu. Yavaşça arkasını döndü. 

Ares ve Helena surların girişinde duruyordu. Gözleri Helena'nın masmavi gözleriyle kesişince bedeni ürpertiyle titredi. O gözlerdeki acı, keder ve hüznü görebiliyordu. Dokunmaya kıyamadığı güzel yüzünü inceledi. Zayıfladığı için yanakları içine çökmüştü. Kirke'nin yüzyıllardır onu uyutmaması üzerine gözlerinin altında kara halkalar oluşmuştu ve o güzel mavi gözleri donuk bakıyordu. Ellerini uzak tutamadığı siyah saçları, kalçasından aşağılara kadar iniyordu. Bedeni zayıf düşmüştü. Ancak hiçbir şey güzelliğini ondan alamamıştı. 

Omzunda taşıdığı Maxwell'i hiç düşünmeden sertçe yere bıraktı. Boynu kırılsa bile umurunda değildi. Yüzyıldır kalbi ve ruhu bu özlemle yanıyordu. Öldüğü için, yüzyıllardır yas tutmuştu. Onun yokluğunda kalbi adeta ölmüştü. Aldığı her nefes ona yetmiyordu. Her gece onun hayaliyle uykuya dalıyordu. Uyandığında ise hissettiği boşluk hissiyle, bedeni ürperiyordu. 

Onun hayatta olduğunu öğrendiğinde ise nefes almak Vincent için daha da zorlaşmıştı. Helena yaşıyordu. Ancak Vincent onu kurtaramıyordu. Ölü olduğunu bilerek yaşamak daha kolaydı. Yaşadığını ve onu kurtaramamasının getirdiği çaresizlik yavaş yavaş bedenini tüketmişti. Fakat Helena, ruh şeyi, kalbini ve bedenini tamamlayan kadın tam karşısında duruyordu.

Kendini daha fazla tutamadı ve hızlı adımlarla eşine doğru ilerledi. Helena'da yaşlı gözleriyle Vincent'a doğru koştu ve kollarını sıkıca boynuna doladı. Ruhunu birleştiren, hayatının merkezi haline gelen kokusunu, özlemle içine çekti. Ellerini eşinin yüzüne koyarak, baş parmaklarıyla gözlerinden akan yaşı sildi. Dudakları kıvrılırken eğildi, özlem ve tutkuyla eşinin dudaklarını öptü.

...

Karnını tutan Jordan, ayaklarının sızlamasına aldırış etmeden yürümeye devam etti. Baş parmağını dişleri arasına almış endişeyle kemiriyordu. Neredeyse gün ağarmak üzereydi. Bütün gece uyuyamamıştı. Klotho ve Caroline, Amazon Krallığındaki büyük şatonun arka bahçesinde uykudaki savaşçıların yanındaydılar. Yapacakları büyü için hazırlanıyorlardı. Jasmine ise bir saniye bile Jordan'ın yanından ayrılmamıştı. Onu da uyku tutmamıştı. Taht odasında, Helena'nın tahtına yan oturuyordu. Tahtın bir kolundan kafası, diğer kolundan bacakları sarkıyordu. 

Jordan durdu ve iki eliyle şişkin karnını tuttu. Derin bir nefes aldı ve oflayarak bıraktı. Gözlerini deviren Jasmine ''Kes artık şunu! Hem bebekler hem de benim için negatif enerji yayıyorsun. Negatif enerjinle beni geriyorsun. Yeterince sıkıntıdayım zaten! Becky nasıl? O vampir bozuntusu onları tuzağa mı düşürdü? Helena'yı kurtarabildiler mi? Yaralanan var mı? Caleb iyi mi? Şimdiye kadar çoktan gelmiş olmaları gerekirdi. hangi cehennemdeler? Bunların hepsini bende düşünüyorum! Ama sen de ikinci kez düşünmeme neden oluyorsun. Bu kadar huzursuz olma bebekler için iyi değil!''
Yüzü şaşkın bir hal alan Jordan kafasını yana eğdi ve Jasmine'i süzdü. ''Ve sen bu konuşmanla kesinlikle beni rahatlatmadın! Gerçekten çok ama boş konuşuyorsun.'' 

Jasmine homurdanırken, Jordan tekrar volta atmaya başladı. Sakinleşmek için derin bir nefes alıyordu ki karnındaki ani kasılmayla öne doğru eğildi. Soluksuz kaldı. Bebeklerin içeride hareket halindeydi. Göz yaşartıcı bir sızının ardından bebekler durgunlaştı ve acıda yok oldu. Jordan zorlukla doğruldu ve derin bir nefes aldı. 

''Her şey yolunda mı?'' Jasmine kafasını yan çevirmiş soran gözlerle ona bakıyordu. Jordan tam ağzını açmıştı ki, duydukları su sesiyle öylece birbirlerine bakakaldılar. Ağzı açık kalan Jordan bakışlarını aşağıya indirdi ve ayaklarının etrafındaki suya baktı.

''Jasmine. Az önce ya işedim. Ya da suyum geldi.'' dedi Jordan tane tane konuşarak. Tahtta doğrulan Jasmine'in gözleri kocaman açıldı.

''Lütfen işediğini söyle. İnan bana doğumdansa, çişi temizlemek tercihimdir!''
Hissettiği ani sancıyla Jordan iki büklüm oldu ve dudakları arasından çıkan inlemeyi engelleyemedi. Jasmine koşar adım Jordan'ın yanına geldi ve kollarından tutarak ona destek oldu. 

''Hayır haıy! onları içinde tut Jordan! Şimdi doğuramazsın!'' dedi Jasmine telaşla. Sık sık nefes alan Jordan sıkılı dişlerinin arasından ''Bunu nasıl becermemi düşünüyorsun! Geliyorlar!'' 

Jasmine kafasını öne eğerek Jordan'ın karnına yaklaştırdı. ''Bana bakın canavarlar eğer içeride kalırsanız daha sonra size yemeniz için istediğiniz kadar kuzu, koyun, inek alacağım. Yeter ki şimdi çıkmayın. Hem burasının güzel bir yer olduğu söylenemez. Eminim Jordan'ın vajinasından geçmek istemezsiniz-

''Ahh Jasmine! Kapa çeneni! Ahh doğuruyorum!'' 

Jasmine tam ağzını açmıştı ki tüyleri ürperten korkunç bir kükreme sesi duyuldu. Kükremeyle birlikte ayaklarının altındaki zemin titredi. Gözleri adeta yuvalarından fırlayacak olan Jasmine fısıltıyla ''Lütfen bunun bebeklerden geldiğini söyleme. Eğer öyleyse birazdan biri gerçekten altına işeyecek!'' dedi.

Duydukları gümbürtüyle yer tekrar sarsıldı ve başlarının üzerindeki büyük avize sallanmaya başladı. Jordan seslice yutkundu. ''Hemen Klotho ve Caroline'ın yanına gidiyoruz. Bu arada içinden Tanrıça Artemis adına bolca dua et. Bizi ancak bu şekilde duyabilirler. Her neredeyseler hemen gelmeleri gerek!''

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin