BÖLÜM 12

49.9K 2.6K 48
                                    

…PARTİ…

Jordan büyük kapıyı iterek açtı. İki kapıyı yana doğru açılırken koridor yüksek sesli müzikle ve birbirine karışmış seslerle dolarken içeriye girdiler.

‘’Vay canına.’’ Genç kız arkalarındaki kapılar kapanırken ağzı açık kalmış bir şekilde etrafı inceledi. Buraya daha önce gelmemişti. Büyük salon Vincent’ın taht odasından bile daha büyüktü. Odanın tam karşısındaki platformda Dj vardı. Her tarafta devasa kolonlar vardı ve Rebekah yüksek sesli müziğin baslarını iç organlarında bile hissediyordu. Odanın sağ tarafında upuzun bir masa vardı. Masanın üzeri çeşitli yiyecekler ve içkilerle doluydu. Kenarlarda masalar ve deri koltuklar vardı. Bazıları o koltuklarda fazlasıyla yakın bir ilişkideydi. Salonun ikinci katındaki balkondaki kurtlar birbirleriyle iç içe girmiş bir şekilde dans ediyorlardı. Genç kız kalabalığın arasındaki insanları rahatlıkla seçebiliyordu. Çünkü kurtların doğal olmayan olağanüstü güzelliğinin arasında insanlar çok sıradan ve belirgindi. Kendi türünden birilerini görmek onu mutlu etti ve dudakları yukarı doğru kıvrıldın. Sonraki düşüncesi ise yüzünü buruşturmasına neden oldu. ‘Ben ne olduğu belirsiz bir hilkat garibesiyim. Onlar benim türüm değil!’

Genç kız gözlerini dört açarak etrafa dikkatlice baktı. ‘Diğer türler’ başlığı altındaki yaratıklardan herhangi birini görebilmeği umdu. Ama etrafındakiler son derece insana benziyordu. Nemfler dışında!

‘’Nasıl buldun?’’ diye sordu Jordan. Rebekah bakışlarını ona çevirdi. Şimdiden hareketli müziğe ayak uydurmuştu ve bedenini kıvırarak dans ediyordu. Genç kız gözlerini kapatarak müziği bedeninin her bir noktasında hissetti. Kehanet, suratsız, Ares, Vincent, gerçek ailesi, yaratıklar… Hepsinin canı cehenneme diye düşündü ve rahatlamanın etkisiyle kahkaha attı. ‘’Harika!’’ Diye bağırdı Jordan’a doğru sesini duyurabilmek için.

‘’Hadi önce içkilerimizi alıp bizimkilerin yanına gidelim.’’ Dedi Jordan ve Rebekah’ın koluna girdi. Dans edenlerin arasından geçerken hepsi heykel gibi durup Rebekah’a bakıyordu. Yüzlerinde her zamanki gibi garip bir ifade vardı. Salonun neredeyse yarısı dans etmeyi bırakıp Rebekah’a bakınca genç kız yüzünü buruşturdu. ‘’Sence gelmem doğru mu oldu?’’ diye sordu bakışlardan rahatsız olarak.

‘’Hepsinin canı cehenneme! Boş ver onları sen. Erkeklerin bu gece sana özellikle bakmasının sebebi sadece kokun değil. Biliyorsun işte. Azgınlık dönemi.’’ Rebekah kocaman açılmış gözlerle Jordan’a baktı ve kulağına eğilerek fısıldadı.

‘’Çelik don konusunda ciddi olmalıydık!’’ Jordan’ın kıkırdaması üzerine Rebekah da gülümsedi ve başını kaldırıp etraftakilere göz gezdirdi. Tekrardan dans etmeye başlamışlardı ama bakışları hala genç kızın üzerindeydi. Rebekah omzunu silkerek ‘en azından hareket ediyorlar’ diye düşündü. Uzun masaya gelince Jordan tabaklardaki atıştırmalıklardan yemeye başladı. Rebekah da meyve tabaklarının içinden kürdana saplanmış çikolatalı çileği ağzına attı. Jordan bir yandan ayaklarıyla ritim tutuyor bir yandan da dans ediyordu. Rebekah salonu incelemeye devam etti. Ona doğru bakıp fısıldayanları görmezden geldi. Bu gecenin güzel geçmesini istiyordu. Ancak odanın karşısında duran kişiyi görünce suratı asıldı.

‘’Harika!’’ Diye mırıldandı. Felicia iki yanında duran esmer kızlarla beraber ona doğru bakıp fısıldıyorlardı. Üçünün de üzerindeki elbise yok denecek kadar kısaydı. Yanındaki esmer kızlardan birinin saçları kısa diğerinin de kıvırcık ve uzundu. Felicia onlara ne söylediyse üçü birden kahkaha attı.

‘’Sürtükleri çeken bir yanım olduğunu düşünüyorum!'' diye mırıldandı. Jordan yanına gelip, bakışlarını Rebekah'nın baktığı yere çevirdi. Suratını buruşturarak ‘’Boş ver onları. Kendilerini becermeleri için birilerini bulunca gideceklerdir. Yani fazla kalmazlar. Hadi Bizimkileri bulalım.'' dedi. 
Rebekah gülümseyerek Jordan'ın koluna girdi. Salonun en arkasındaki karanlıkta kalan yere gelince geniş masada oturanlara baktı. Ortadaki yuvarlak alçak masanın etrafındaki kırmızı deri koltuklarda James, Parker ve Caleb oturuyordu.

‘’İşte bebeklerde sonunda aramıza katıldı!’’ Dedi Parker. Elinde bira şişesi vardı ve geniş tekli koltuğa yayılmıştı. Jordan masanın etrafından dolaşıp Parker’ın kucağına oturdu.‘’Bizi özlediğini biliyoruz canım.’’ Dedi ve öpüşmeye başladılar. Parker’ın eli Jordan’ın bacağında tehlikeli yerlere çıkarken Rebekah

‘’Tanrım!’’ Diye inledi ve onların çaprazındaki ikili koltukta yayılmış bir şekilde oturan Caleb’ın yanına oturdu.

‘’Yakında alışırsın Blackwood merak etme. Odalarında yapmaları gereken bazı şeyleri açık alanda da kimseye aldırmadan yapabiliyorlar.’’ Diye mırıldandı Caleb. Her zamanki gibi siyahlar içindeydi. Siyah dar pantolonu postalları ve kalın askılı siyah atleti vardı üzerinde. Kollarındaki ve vücudundaki dövmeleri rahat bir şekilde görebiliyordu genç kız. Kollarının her tarafı dövmelerle kaplıydı. Boynundaki karışık dövmelerin ucu atletin altında kayboluyordu. Uzun siyah saçlarını karışık bir şekilde toplamıştı. Bütün bu siyahlığın içinde renkli olan tek şey açık mavi gözleriydi.

‘’Öpüşmeleri sorun değil. Sadece fazla iştahlılar bu da mide bulandırıcı!’’ Dedi Rebekah koltukta yayılarak eteklerini düzeltti ve bacaklarını, Caleb gibi alçak masaya uzattı. Kollarını göğsünde birleştirerek dans edip eğlenen kurtlara çevirdi bakışlarını.
Rebekah’nın tam karşısındaki tekli koltukta oturan James, Rebekah ve Caleb’a iki bira şişesi uzattı. Caleb bira şişesini alarak kafasına dikti. Rebekah da şişeyi alıp bir yudum içti. Biranın keskin tadı boğazını yakarken yüzünü buruşturup şişeye baktı.

‘’Tanrım nasıl bir bira bu! At idrarı gibi.’’ James’in kahkahası üzerine asık suratla ona baktı.

‘’Bildiğin içkilere benzemez bunlar. Hiç sarhoş olmadığımız için, kafa yapıcı bazı özel karışımlar ekliyoruz içlerine.’’ Dedi James sonunda gülmeyi bırakıp. Bira şişesini havaya kaldırıp kafasına dikti. Rebekah James’in sözleri üzerine şişeye şüpheyle baktı.

‘’Her ne kadar insan olmadığımı düşünseniz de onlara özgü yeteneklerim ağır basmakta ve bu biranın benim için normal olduğunu söyleyemem.’’

‘’Bir zararı olmaz. Sadece daha çabuk sarhoş olursun o yüzden yavaş iç.’’ Dedi Caleb sırıtarak ve Şişenin tamamını bitirip bir başkasına uzandı. Rebekah dudaklarını büzüp biraya baktı. Sonra omzunu silkip şişenin yarısına kadar içti. Soğuk sıvı boğazını yakara aşağıya doğru indi. Kafasını iki yana sallayıp

‘’Vay canına!’’ Dedi gülümseyerek. Daha öncede elbette bira içmişti ama hiçbirinin tadı ve etkisi böyle değildi.

‘’Yavaş iç. Sarhoş olup geceyi erken bitirmek istemezsin.’’ Dedi Jordan gülerek. Hala Parker’ın kucağında oturuyordu. Rebekah birasından büyük bir yudum daha alıp gözlerini kapattı. Vücudu ısınmaya başlamıştı bile. Koltukta biraz daha aşağıya kayıp, rahatlamanın etkisiyle derin bir iç çekti.

‘’Hadi kalkın pistin tozunu arttıralım.’’ Parker’ın konuşmasının üzerine Rebekah gözlerini açıp ona baktı. Kucağındaki Jordan’ın poposuna şaplak atarak ayağa kalkmasını sağladı.

‘’Ben burada iyiyim. Siz keyfinize bakın.’’ Dedi Caleb. Jordan gözlerini devirdi. ‘’Her zamanki Caleb!’’

‘’Hadi Rebekah!’’ Dedi Parker genç kızı elinden tutup kaldırarak.

‘’Bende Caleb ile kalmayı tercih ederim.’’

‘’Hadi ama oyunbozanlık yok. Dans edip eğleniyoruz.’’ Dedi Jordan ve masanın etrafından dolanarak dans pistine ilerledi.

‘’Parker gerçekten içki, koltuk, ben ve Caleb böyle mutluyuz.’’ Rebekah tekrar koltuğa oturmaya çalıştı. Parker gözlerini devirdi ve James’e kafası ile işaret verdi. Parker ve James genç kızın iki tarafına geçtiler. Kollarına girip onu havaya kaldırdılar ve dans pistine doğru çekiştirdiler. Rebekah'nın ayakları havada sallanıyordu. Şakayla karışık onlara çıkıştı.

‘’Heyy! Bu adilik. Bırakın beni!’’ Parker ve James gülerek onu Jordan’ın yanına dans pistinin tam ortasına götürdüler.

‘’Caleb gibisin. Suratını asmayı bırak ve dans et.’’ Dedi James gülümseyerek ve geri dönerek Caleb’ın karşısındaki koltuğuna oturdu.

‘’Bu gerçekten adilik ama.’’ Dedi Rebekah ayağını yere vurarak.

‘’Hadi dans et. Bütün sıkıntılardan bu gecelik uzak duralım ve eğlenelim.’’ Dedi Jordan Rebekah’nın ellerini tutarak dans etmeye başladı. Yanlarında ki Parker anında kendini müziğin akışına bırakmış delice dans ediyordu. Genç kızın önce yüzünde gülümseme oluştu. Sonra gülümsemenin yerini kahkahalar aldı.

‘’Tanrım Parker berbat bir dansçısın!’’ Parker gözlerini kocaman açarak sağ elini kalbinin üzerine götürdü.

‘’İşte şimdi beni kalbimden vurdun. Ben harika bir dansçıyım ve sen benim gibi dans edemediğin için kıskanıyorsun.’’ Dedi ve moon walk yapmaya başladı. 

‘’Bundan emin olabilirsin. Asla senin gibi dans edemem.’’ Parker iki kızın arasına girerek onları ellerinden tuttu ve döndürdü. Rebekah kafasını arkaya atıp kahkaha attı. Vücudu daha da ısınmaya başlamıştı. Bedeni gevşiyordu. Parker ve Jordan’a ayak uydurarak kendini müziğin akşına bıraktı. Kollarını havaya kaldırıyor, kalçalarını müziğe uygun bir şekilde sallanıyordu. Zıplıyor, kahkahalarla gülüp bütün sorunlarını geride bırakıyordu.

Ne kadar uzun süredir dans ettiklerini genç kız hatırlamıyordu. Bir ara ayakkabılarını çıkartmıştı ve nereye koyduğunu hatırlamıyordu. 3. bira şişesinden sonra zihni başka bir aleme geçiş yapmıştı ve şimdi adını bile hatırlayamadığı kurtadamla dans ediyordu. Normalde dans etmezken şimdi adını bile hatırlayamadığı bir adamla dans ediyordu. Hem de fazla yakın! Hem de bir KURTADAMLA!

Parker ve Jordan ise kendini tamamen kaybetmiş gibiydi. Fazla yakın bir şekilde dans ediyorlardı. Birkaç dakika sonra odaya gitme kararı alabilirlerdi. Rebekah'nın arkasındaki kurtadamın elleri kalçalarını kavradı ve bacakları arasındaki sertliğe yasladı. Rebekah kollarını havaya kaldırıp kalçalarını müziğin ritmine uygun kıvırdı.

‘’İnanılmaz bir kokun olduğunu söylemiş miydim?'' diye fısıldadı genç kızın kulağına. Dudaklarını kulağına sürtüp boynuna doğru aşağıya indi. Rebekah sarhoşluğun etkisiyle kıkırdadı.

‘’Evet. Söyledin.'' diye mırıldadı. Onu saran sıkı kolların arasında döndü ve ellerini karşısındaki esmer yakışıklının boynuna doladı. Kurtadamın siyah gözleri şehvetle daha da koyulaşmıştı. Dudakları müthiş bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı ve bembeyaz dişlerini ortaya çıkarttı. Rebekah şimdi onun adını hatırlıyordu. ‘’Trent!'' diye mırıldandı. 

Trent, genç kıza doğru kafasını eğip ‘’Adımı söyleyiş tarzın hoşuma gidiyor. İngiliz aksanının bu kadar güzel olduğunu bilmiyordum.'' Gözlerini kapatıp burnunu Rebekah'nın boynuna götürdü ve derin bir nefes aldı. ‘’Ağız sulandırıcısın. Senin hakkında merak ettiğim çok şey var. Ve bunları öğrenmek için sabırsızlanıyorum.'' Normalde bir adamın onu koklaması yeterince garip bir durum olacakken yırtıcı bir hayvana dönüşebilen yakışıklı tarafından koklanmak daha beterdi. Ancak genç kız içkinin getirdiği kırmızı puslu havayla düşünme yeteneği kaybetmiş gibiydi. Buna rağmen rahatça tekrar kıkırdadı. 
Eğer Trent, geceyi onun odasında geçireceğini düşünüyorsa büyük bir hayal kırıklığına uğrayacaktı. Bekâretini ona vermeye hiç niyeti yoktu. Yan tarafta delice öpüşerek dans eden Parker ve Jordan'ı görünce suratını buruşturdu. Artık odaya gitme vakitleri gelmişti. Rebekah da odasına gitse iyi olacaktı. Çünkü artık herkesi çift görmeye başlamıştı. Trent'e tutunmasa yere yığılabilirdi.

Jordan, Parker, Rebekah ve Trent dans ederken, onlara seslenen James ve Caleb’ı duymadılar. İkili telaşla kalabalığın arasında onlara doğru gelmeye çalışıyordu. Ama geç kalmışlardı. Çünkü onu gören herkesin yoldan çekildiği Ares, Rebekah'nın yanına gitmişti bile. Rebekah, Trent'in dudaklarına doğru eğildiğini görünce kıkırdayıp kollarını ondan çekti ve bir adım uzaklaştı.

‘’Ben hala dans etmek istiyorum!'' dedi ve zıplayarak gülmeye başladı. Trent'in önce suratı düşse de kafasını iki yana sallayıp, zıplayan güzelliğe baktı ve onu elinden tutup beraber dans etmeye başladılar. 

Rebekah, Ares’in tam arkasında olduğunun farkında değildi. Başı zaten dönüyorken zıplayınca midesi de bulanmaya başlamıştı. Trent Rebekah'nın arkasında dağ gibi dikilen Ares'i görünce yüzü kireç gibi oldu. Ares’in kaşları çatılmış mavi gözleri öfkeyle kararmıştı. Trent sesli bir şekilde yutkunarak bir adım geriledi ve Rebekah'nın elini bıraktı. Trent, elini bırakınca Rebekah arkaya doğru sendeledi. Arkasındaki sert bedene çarpınca elini alnına koyarak arkasına döndü. Sürekli gülüyordu. Gülmesine engel olamıyordu.

‘’Pardon! Aa bakın kim gelmiş! Bay kıçı kalkık da aramıza katılmış.’’ Dedi Rebekah ve elini karnına koyup kahkahalarla gülmeye başladı. Ares öfkeden deliye dönmüştü. Ancak kızın dudaklarından çıkanları duyunca şaşkınlıkla tek kaşını havaya kaldırıp ‘’Kim?’’ diye sordu. 

Rebekah doğrulup Ares’e baktı. ‘’Kim mi? Senden bahsediyorum. Bu… Bu sana taktığım isim. ‘Bay kıçı kalkık!’’ sürekli güldüğün için kelimeleri toparlamakta zorlanıyordu. Ares kafasını arkaya atıp gözlerini kapattı ve öfkeyle soludu. Odasında kitap okurken aklına Rebekah gelmiş ve onu merak etmişti. Bu gece kurtların partisi olduğu için odasında tek kaldığını düşünerek yanına gitmişti. Ancak odayı boş görünce neredeyse deliye dönmüştü. Bu inatçı kadına kurtlardan uzak durmasını tembihlemişken o partiye gitmişti. Ancak Ares ona ne yapacağını çok iyi biliyordu. Gözlerini kıza çevirdi. Giydiği kısa elbise vücudunun üst kısmını sıkıca sarmıştı. Ares'e göre kısa boylu olmasına rağmen biçimli ve uzun olan bacakları gözler önündeydi. Elbisenin rengi mavi gözlerini daha çok ön plana çıkartmıştı. Çok fazla dikkat çekiyordu. Zaten kurtlar ona normal günlerde bile garip bakışlar atıyorken şimdi etrafı azgın erkeklerle dolmuştu. Dişlerini sıktı ve elleri iki yanında yumruk olu. İçinde tarifi imkansız bir duygu oluşurken bu sırada James ve Caleb, Parker ile Jordan’ın yanına gelip onları uyardılar. Ancak geç kalmışlardı.

‘’Sen ne kadar içtin! Bu içkiler sana göre değil!’’ Dedi Ares sesini yükselterek.

‘’İşte! Bak yine karışıyorsun! Her şeye karışıyorsun! Onu yapma Rebekah! Bunu yap Rebekah! Birde bana sürekli hakaret ediyorsun. Sana uyuz oluyorum anladın mı beni! Kendini beğenmiş kıçı kalkık şey!’’ Genç kız sinirlenmişti. Her bir kelimesinde işaret parmağı ile Ares’in göğsüne vurmuştu. İçkiden dolayı dili dolanıyor ve sürekli sendeliyordu.

‘’Rebekah!’’ Diye araya girmeye çalıştı James ancak Ares’in bakışı üzerine olduğu yerde kalktı.

‘’Ben sana ne zaman hakaret ettim!’’ Dedi Ares kafası karışmış bir şekilde. Uzanıp düşmek üzere olan genç kızı tuttu. Rebekah homurdanarak Ares’in kolları arasından kurtuldu.

‘’Çalışmalar sırasında sürekli hakaret ediyorsun ve bunun farkında bile değilsin. Ne kadar hoş!’’ Tekrar öne doğru sendeleyince Ares öfkeyle homurdandı. ‘’Hadi odana gidiyorsun!’’ Diyerek genç kızı bileğinden tuttu. Rebekah itiraz ederek bileğini kurtarmaya çalıştı.

‘’Rahat bırak beni! Daha gece yeni başlıyor.’’

‘’Diğerleri için öyle ama senin için bitti!’’ Dedi Ares ve daha fazla dayanamayarak genç kızı omzuna attı. Rebekah çığlık atarak Ares’in sırtına vurmaya başladı.

‘’Seni aşağılık pislik! Domuz herif! İndir beni!’’ Ares Rebekah’nın küfürlerini duymazdan gelerek James’e döndü.

‘’Dördünüzle sonra ilgileneceğim. Şimdi şu baş belası kadını götürüyorum!’’ Dedi ve çıkış kapısına doğru ilerledi. Son anda durup Tren'in yanına ilerledi. Trent uzun boyluydu. Ama Ares kadar değildi. Ares omzunda tepinen Rebekah'a aldırış etmeden öne doğru eğildi ve Trent'in yakasını tutup kendine yaklaştırdı.

‘’Ona bir daha dokunduğunu görürsem ellerini ve aletini koparırım anladın mı beni? 10 metre yakınına bile yaklaşmayacaksın. Konuşmayacaksın! Hatta ona bakmayacaksın! Anladın mı?'' Her bir kelimesini vurgulayarak söylemişti. Trent, korkudan titriyordu. Hızla başını evet anlamında salladı. Ares tek kaşını kaldırıp biraz daha öne eğildi. ‘’Duyamadım?''

‘’An... Anladım.'' dedi Trent kekeleyerek. Ares elini çekti ve pek nazik olmayan bir şekilde Trent'in yakasını düzeltti. ‘’Güzel!'' Dedi ve doğularak çıkışa doğru ilerledi. Salonu büyük bir sessizlik kaplamıştı. Müzik bile durmuştu. Herkes korku ve şokla Ares’e bakıyordu. Salonda yankılanan tek şey Rebekah’nın küfürleriydi.

‘’Seni piç kurusu lanet herif! Nasıl yaparsın bunu?
‘’İndir beni dedim sana göt oğlanı!''
‘’Bunu sana ödeteceğim! Yemin ediyorum bunu sana ödeteceğim pislik herif!’’

Ares, bir elini cebine sokmuş diğer koluyla omzunda taşıdığı Rebekah’a aldırış etmeden sakince merdivenlerden çıkıyordu. Koridorda sadece Rebekah’nın sesi yankılanıyordu.

‘’Pislik herif! Neden her şeyime karışıyorsun ki? Domuz!’’ Sinirle tekrar Ares’in sırtına yumruk attı. Artık sarhoş değildi. Alkolün verdiği rahatlıkla zihnini sarmalayan sisler, öfkeyle bir anda dağılmıştı.

‘’Piç kurusu!’’ Ares cebindeki elini çıkartarak Rebekah’nın poposuna şaplak attı. ‘’Bir daha küfür edersen bütün sakinliğimi kaybedeceğim!’’

‘’Sen… Sen nasıl bana şaplak atarsın! Seni mağara adamı! İndir beni diyorum sana hemen!’’

‘’Tam bir baş belası olacağını söylemiştim!’’ Genç kız, Ares’in sözleri üzerine sinirle homurdanıp sırtına sert bir yumruk geçirdi. Ama Ares’den çok Rebekah’nın canı yandı. Genç kız bileğini tutarak inledi. Ares’in yüzünde çarpık bir gülümseme oluştu.

‘’Trent'i hangi sebeple tehdit ettiğini sorabilir miyim? Kiminle istersem onunla görüşürüm ve sen söyledin diye ondan uzak durmayacağım!'' Ares tiksintiyle suratını buruşturdu.

‘’Adam korkudan altına yapacaktı. Odadaki diğer kızlardan farkı yok! Biriyle birlikte olacaksan gerçek erkek seç, kadın kılıklı olanlarından değil! Eğer onunla görüştüğünü görür ya da duyarsam dediklerimi yapacağımı bilsen iyi olur.'' Ares'in sesindeki sertlik genç kızın dikkatini çekse de aldırış etmedi. En azından etmemeye çalıştı. Çünkü içindeki ses Ares’in gerçektende söylediklerini yapabilecek biri olduğunu söylüyordu. Yinede altta kalamazdı.

‘’Bana emir vermekten vazgeç! İstediğimi yaparım.'' Rebekah dişlerini o kadar çok sıkıyordu ki hepsi birazdan ağzının içine dökülecekti.
Ares cevap vermek yerine sessiz kaldı. Eğer genç kız onu dinlemeyip Trent ile görüşürse ne yapacağını çok iyi biliyordu. Merdivenleri çıkmaya devam ederken Rebekah hakaret etmeye devam etti. Ama Ares hiçbirine karşılık vermedi. Bunun üzerine Rebekah pes edip sustu. Bir süre sessizce merdivenleri çıktılar.

‘’Bazen bunun yukarıdakilerin oyunu olup olmadığını düşünüyorum.’’ Dedi Ares sessizliğin ardından.

‘’Yukarıdakiler mi? Çatıda birileri mi var?’’ diye sordu Rebekah. Dirseğini Ares’in sırtına yaslayıp kafasını elinin üzerine koydu. Ares cevap vermek yerine güldü. Bunun üzerine Rebekah da üstelemedi. Zaten artık sorduğu sorulara düzgün bir cevap alamamaya alışmıştı. Sonunda genç kızının odasının olduğu kata gelmişlerdi. Ares kapının önüne gelince Rebekah ‘’Bundan sonrasını ben hallederim.’’ Dedi. Ancak Ares kapıyı açıp içeriye girince, genç kız oflayarak nefesini verdi. Bıkkınlıkla kollarını ve kafasını aşağıya sarkıttı. Gözlerinin önünde hareket eden Ares’in kalçasını dikkatle inceledi ve içinden ‘Hoş popo’ diye düşündü. Bunun üzerine kendisine kızarak kafasını iki yana salladı. Ares yatağın yanında durup genç kızı yavaşça indirdi. Kollarından tutarak dengede durmasını sağladı. Ayakta durabildiğinden emin olunca ellerini çekip ceplerine soktu.

‘’Yeterince ayık olduğuna göre bana açıklama yapabileceğini düşünüyorum. Sana diğer kurtlardan uzak durman gerektiğini söylediğim halde neden onların partisindeydin?’’

‘’Farkındaysan son zamanlarda o kadar garip şeyler yaşadım ki biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı. Hem sana hesap verecek değilim! İstediğimi yaparım!’’ Bir adım atarak Ares’in tam önüne geldi. Meydan okuyan bir tavırla ellerini beline koydu. Ares kafasını kaldırıp farklı bir dilde bir şeyler söyledi. Sonra bakışlarını genç kıza çevirdi.

‘’Bundan sonra sadece bir kere bile sözümden çıkmayacaksın anladın mı? Öfkemi kontrol altında tutmaya çalışıyorum ama benim bile sınırlarım var!’’ Rebekah, Ares’in buz mavisi gözlerindeki öfke kıvılcımlarının farkındaydı. Bakışları ve sözlerindeki ciddiyetten rahatsız olmuştu. Huzursuzca kıpırdandı.

‘’Tamam anladık! Sana sormadan tuvalete bile gidemeyeceğim. Oldu mu şimdi odamdan çıkarsan uyumayı planlıyorum.’’ Ares çarpık bir şekilde gülümsedi.

‘’Aferin!’’ Dedi ve arkasını dönüp kapıya doğru ilerledi. Genç kız sinirle homurdanıp yatağın üzerindeki yastığı aldığı gibi Ares’e fırlattı. Ares arkası dönük olmasına rağmen tek kolunu kaldırıp yastığı tuttu ve omzunun üzerinden Rebekah’a baktı.

‘’Artık sana ceza uygulamayı düşünüyorum. Yarın sabah 15 değil 20 tur koşacaksın. Güzel bir uyku çekmeni tavsiye ederim. Yarın ki eğitim daha da zor olacak.’’ Ares’in dudakları sinsi bir şekilde kıvrılırken Rebekah ona orta parmağını gösterdi. Ares yastığı yatağın üstüne atıp odadan çıktı. Genç kız ‘’Domuz herif!’’ diye homurdanarak banyoya yöneldi. Sinirlerini yatıştıracak tek şey soğuk bir duştu.

Rebekah duşun ardından bedenine sardığı havlu ile uyuya kalmıştı. Rüyasında suratsızı ne de kâbusu görmemişti. Bunu yerine güzel ve huzurlu rüyalar görmüştü. Sabah alarm kurmuş gibi otomatik olarak tam vaktinde kalktı. Suratını buruşturarak saate baktı. Bunun 'suratsızın' işi olduğuna emindi. Yoksa genç kıza kalsa tüm günü uyuyarak geçirebilirdi. Büyük ihtimalle her zaman yaptığı gibi suratsız onu uyandırmıştı.
Yatakta doğrulunca kafasına sardığı havlu düştü. Saçları kuş yuvasına dönmüş gibiydi. Bedenine sarılı olan havluyu tutarak yataktan bacaklarını sarkıttı. Sürünerek dolaba ilerledi. Aynadaki yansımasını görünce suratı iyice asıldı.

''Tavuklar gagalamış gibi görünüyorum.’’ Gözaltları morarmış, yüzü kireç gibi bembeyaz olmuştu. Saçları ise açılmayacak derecede dolaşmış görünüyordu. Kendini yine çok halsiz hissediyordu. Başı ağrıyor ve midesi bulanıyordu.

‘’Bir daha kurtların lanet içkilerini ağzıma bile sürmeyeceğim.’’ Dedi ve uyuşuk adımlarla üzerini değiştirdi. Yaklaşık 10 dakikası saçlarını taramakla geçti. Ama sonunda başarılı olmuştu. Üzerine gri renk bir tayt ve beyaz askılı üstünü giydi. Kalın hırkasını ve spor ayakkabılarını da giyip saçını atkuyruğu yaptı ve odasından çıktı.

Merdiveni yavaş adımlarla indi. Bugün birileri Rebekah’ı kurarken yavaş moda almış olmalıydı. Çünkü genç kız hızlı hareket etmek bir yana kılını bile kıpırdatmak istemiyordu. Akşamdan kalmaydı. Aynı zamanda daha öncede sürekli olan garip şeyler oluyordu. Suratsız bunların güçleri ortaya çıkacağı için olduğunu söylemişti. Ama hala hiçbir şey yoktu. Genç kız yine aynı şeyleri düşünüyordu. Onların aradıkları ben değilim. Bu yanlışın yakında farkına varacaklar ve o zaman kıçıma tekmeyi basacaklar. Ya da bunca şeyi öğrendiğim için beni öldürecekler diye düşündü. Öyle bir ruh halindeydi ki bu düşünce bile onu korkutmadı.
Sonunda kapıya ulaştığında Ares’i gördü. Dün gecenin ardından onu gördüğü yerde boğazına yapışacağını düşünmüştü. Ama tam karşısında bütün heybetiyle dikilirken aklından geçenler bular değildi. Genç kız dün gece uyumadan önce acaba Ares onu kıskanmış mıydı diye düşünmüştü. Ve kendine bu saçma düşünceyi sadece birkaç saniye değerlendirme hakkı tanıdı. Sonra bunun gerçekten saçma olduğuna karar verip zihninin derinliklerine gönderdi. Ama genç kızı en çok şaşırtansa içten içe kıskanmasını istediği gerçeğiydi.

‘’Geç kaldın’’ dedi Ares. Kollarını göğsünde birleştirmiş çatık kaşlarla genç kıza bakıyordu.

‘’Sana da günaydın bay suratsız.’’

‘’Düşünüyorum da acaba hangisini bana daha çok yakışıyor. Bay kıçı kalkık mı yoksa bay suratsız mı?’’ dedi Ares tek kaşını kaldırıp. Rebekah gülümsemesine engel olamadı. Dudaklarını birbirine bastırdı ama kıkırdamasına engel olamadı.

‘’Bence ikisi de sana tam olarak yakışıyor.’’

‘’20 tur. Başla.’’

‘’Ahh hadi ama şaka da mı yapamayacağız sana. Bu kadar katı olma. Odun gibisin.’’

‘’25 tur.’’ Rebekah tam ağzını açmıştı ki Ares genç kızın yüzüne doğru eğilerek ‘’Anlaşılan birileri 30 tur istiyor.’’ Dedi Rebekah ağzını kapalı tutmak için büyük bir çaba sarf etti. Ayağını sinirle yere vurup dışarıya çıktı.
...
25 tur. Lanet olası 25 tur sonunda bitmişti. Genç kız nefes bile alamıyordu. Ciğerleri alev almışçasına yanıyor, bütün kasları titriyordu. Spor odasındaki dolaba yönelip büyük havluyu aldı ve bedenine sardı. Siyah deri koltuğa oturdu ve öfkeli bakışlarını her zamanki gibi mükemmel görünen Ares’e çevirdi. Sanki az önce o da 25 tur koşmamış gibi rahat bir şekilde su içiyordu.

‘’Acımasız biri olduğun söylenmiş miydi?’’ Ares omzunun üzerinden Rebekah’a baktı.

‘’Daha önce kimseden duymadığım ilginç ve kötü yönlerim olduğunu sadece senden öğreniyorum. Bunların pek doğru olduğu da söylenemez tabii.’’

‘’Emin ol başkaları senden saçma bir şekilde korktukları için doğruları yüzüne söyleyemiyor. Ama ben söyleyebiliyorum.’’ Ares gülümseyerek diğer dolaba ilerledi. Üzerindeki ıslanmış uzun kollu üstü çıkarttı. Rebekah olacakları bildiği için bakışlarını çevirmeğe çalıştı ama çabaları boşa çıktı. Çıplak vücudu camdan içeriye giren, henüz doğmakta olan güneşin ışığı altında parlıyordu. Genç kız yutkundu. Neyse ki Ares’in sırtı dönüktü ve onu göremiyordu. Bu adam gerçekten de iç çamaşırı mankeni olmalıydı. Ya da vücudunu sergileyebileceği herhangi bir meslekte çalışmalıydı. Ki bu koşulu sunan meslekler çok az sayıda olduğu için zihninde canlanan görüntüyle genç kızın yanakları kızardı. Hollywood’un yakışıklılarından daha feci bir görüntüsü vardı. Ve kızlar genellikle böyle görüntüye sahip kişileri –buna Rebekah da dahil- bilgisayarının ekranında görüyordu ve ağzından salya akıtarak bakıyorlardı. Neyse ki Ares sonunda dolaptan aldığı kısa kollu tişörtü üstüne geçirip Rebekah’a döndü. Rebekah hızla bakışlarını kaçırdı.

‘’Terin soğumadan başlayalım.’’
Genç kız üzerindeki kalın hırkayı çıkartıp Ares’in peşinden ilerledi. Salondaki aletlerle yaptığı yorucu çalışmalar sadece iki gün olmasına rağmen daha da ilerlemişti. Rebekah artık 65 kilo kaldırabiliyordu. Ya da kum torbasında artık bileğini incitmiyordu. Koşu bandında ise neredeyse son hızla koşuyordu. Bedenindeki hızlı değişime onun kadar Ares de şaşkındı. Ama hala genç kıza iyi bir yorum yapmıyordu. Sadece onunla sürekli uğraşıyordu. Rebekah kafasına diktiği şişeyi çöp kutusuna attı. Boynundaki havlu ile terini sildi. Aynı zamanda nefesini düzene sokmaya çalışıyordu.

‘’Bu kadar kısa sürede bedenimin değişmesi sence normal mi?’’ diye sordu. Ares ağırlıkları yerine yerleştiriyordu. Kafasını Rebekah’a çevirmeden tok sesiyle konuştu. ‘’İnsan olmadığın için normal.’’ Rebekah gözlerini devirerek nefesini verdi.

‘’Tamam, bedenime insana özgü olmayan şeyler olduğunu kabul ediyorum. Ama şu güç meselesi. Bende özel bir yetenek olduğunu düşünmüyorum. Hem olsa bile nasıl fark edeceğim ki. Ya zihin okuma özelliğim varsa hiç denemediğim için nasıl öğreneceğim.’’ Ares kaşlarını kaldırarak Rebekah’a baktı. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı.

‘’Zihin okuma? Neden denemiyorsun.’’ Rebekah Ares’in onunla alay ettiğini anlayıp havluyu yüzüne fırlattı. Ama Ares yine hava da yakaladı. ‘’O sadece bir örnekti! Demek istediğim gücümü nasıl öğreneceğim.’’

‘’O da benim yeteneğim. Henüz hiçbir özel yeteneğin yok. Sadece bedenen güçlüsün. Eğer özel yeteneğin ortaya çıkarsa yaydığın enerjiden bunu anlarım.’’ Rebekah kafasını yana eğip Ares’i inceledi. ‘’Söylesene sen nesin?’’

‘’Bunu şimdi söylersem bir zevki kalmaz. Bugün zaten öğreneceksin. Ve ben ne olduğumu öğrenince suratındaki ifadeye görmek için sabırsızlanıyorum.’’ Genç kız dişlerini ve yumruklarını sıktı. Bir de kendini beğenmiş değince kızıyor diye düşündü.

‘’Hadi o yumrukları dövüş için kullanalım.’’ Dedi Ares. Rebekah onun yanına doğru ilerledi ve tam karşısına gelince durdu. Ares ellerini havaya kaldırıp düz bir şekilde tuttu.

‘’Yumruk.’’ Rebekah gülümseyerek yumruklarını kaldırdı ve ardı ardına yumruk attı. Sinirini çıkartmak için ideal bir çalışma yöntemiydi. Özellikle de sinirlerini sürekli bozan kişinin Ares olduğu düşünülürse!

‘’Güzel. Şimdi daha hızlı ve daha sert.’’ Rebekah dudaklarını birbirine bastırıp gülümsemesini saklamaya çalıştı. ‘Okuduğum kitaplarda genelde bu cümleyi başka bir şey yaparken kullanıyorlar diye düşündü. Sonra aklına bir gün önceki yaşadıkları yakınlaşma gelince yanakları kızardı. Ares’in bakışlarını fark edince ifadesini değiştirdi, ellerine odaklanarak ciddi bir ifadeyle devam etti. Yumrukları daha sert ve daha hızlıydı. Yumrukların ardından sıra tekmeye gelmişti. Ares bu sefer temkinli bir şekilde daha uzak duruyordu. Bu durum genç kızı hem rahatlattı hem de sinirlendirdi. Ama neden sinirlendiğine anlam veremedi ve kendine kızdı.

‘’Yumruk!'' Rebekah Ares'in cümlesi üzerine havaya kaldırdığı ellerine yumruk attı. ‘’Tekme!'' bu sefer bacağını kaldırarak sert bir şekilde Ares'in dirseklerine tekme attı.

‘’Yumruk!'' Ares gittikçe hızlı ve ardı ardına söylüyor Rebekah da onun emirlerine uyuyordu. Sonunda Ares kollarını indirip kum torbasına ilerledi ve onu sıkıca tuttu ve Rebekah da tekme ve yumruklarla çalışmaya devam etti. Genç kız aynı zamanda derin düşüncelere dalmıştı. Ares’i her gördüğünde bedeninde dolaşan garip elektriği göz ardı etmekten yorulmuştu. Ve bunu Suratsıza sormaya karar vermişti. Ama Suratsız dün gece rüyasına gelmemişti. Kurtlarla olan bağ ve hislerine gelince bunu tamamen düşünmemeye çalışıyordu. Çünkü altından çıkacak gerçekten, korkuyordu.

Vincent! O tam bir karmaşaydı. Ama onu görünce bedeninde hissettiği garip duyguya bir isim verebilmişti. Güven. Onu daha tam olarak tanımadan hakkında ki gerçekleri duyduktan sonra bunu anlamıştı. Ona güveniyordu. Ve kendini onun yanında fazlasıyla güvende hissediyordu. Bunu alfa olmasına bağlamıştı genç kız. Ne de olsa o herkesin sadece kurtların değil bütün insanların bile koruyucusuydu. Onun yanında güvende hissetmesi ve ona karşı hissettiği garip bağın tek sebebi buydu. Ama söz konusu Vincent’ın ondan kaçması ve hilkat garibesi ya da dünyadaki en ucube şeymiş gibi Rebekah’dan gözlerini kaçırması sinirlerini geriyordu.
Aklı tekrar gerçek ailesine takıldı. Bunu Vincent’la konuşmalı mıydı? Onun yardımıyla ailesini bulabilirdi. Ama Rebekah şuan buna kendini hazır hissetmiyordu. Tıpkı sol göğsünün üzerindeki işaret gibi gerçek ailesini ortaya çıkarsa genç kız kendi ile ilgili gerçeği öğrenecekti. Buna hazır değildi. Henüz değil diye düşündü. Sadece biraz daha zaman lazım! Sadece birkaç gün! Önce bugün ki herkesin korkunç olarak adlandırdığı gerçekleri öğrenecek ardından tüm bunları sindirmek ve delirmediğinden emin olmak için kendine 1 gün verecekti. Sonra ise Vincent ile konuşacak ve ailesini bulacaktı.
Kum torbasına hız kesmeden yumruk ve tekme atarken aklına Vampir Kral Marcus geldi. Onun yaşamasını istemiyordu. Ölümünün kendi ellerinden ölmesini istiyordu. Onun eceli olmak istiyordu. Bu düşüncesinin üzerine Rebekah’nın zihninde ampul yandı. Yumrukları havada öylece dondu. Gözleri şokla açıldı.
‘Ölümün benim ellerimden olacak’ Soğuk el, Kırmızı gözler. Rebekah aylardır gördüğü kâbusu tekrar hatırlamanın etkisiyle titredi. Ama bunun sebebi sadece rüyayı hatırlamak değildi. Tıpkı Suratsızın yaptığı gibi Marcus’un da rüyalarına girdiğini düşünüyordu. Aynı rüyayı değişmeden sürekli görmesinin tek mantıklı açıklaması bu olabilirdi! Sonra ki düşüncesi genç kızın bir adım geriye sendelemesi ve hızla nefes almasına sebep oldu. Ya Suratsız Marcus’sa ve onu kandırıyorsa? Bu mümkündü! Çünkü ondan kimseye bahsetmemesini söylemişti. Özelliklede Ares ve Vincent’a! Suratını bu yüzden gizliyordu!

‘’Rebekah!’’ Genç kız Ares’in sesi ile kendine geldi. Gözlerini kırpıştırarak bakışlarını ona çevirdi. Ares tek dizinin üzerine yere çökmüş ve kolları arasında Rebekah’ı tutuyordu.

‘’İyi misin?’’ diye sordu Ares. Kaşlarını çatmış endişeyle genç kızı inceliyordu. Dakikadır ona sesleniyor ve kendisine gelmesi için sarsıyordu.

‘’İyi… İyiyim.’’ Dedi genç kız yutkunarak. Derin bir nefes alıp kendine gelmeye çalıştı.

‘’Ne oldu?’’ Rebekah bakışlarını tekrar Ares’e çevirdi. Yüzleri arasında sadece santimler vardı. Ama genç kız bunun farkında değildi.

‘’Ben sadece düşünüyordum. Ne olduğunu bilmiyorum.’’ Ares’in çatılı kaşlarının ardındaki mavi gözleri endişeyle parlıyordu. Genç kızı tekrar inceledi. Yüzü bir ölününki kadar beyazlamıştı. Kalp atışları ise o kadar hızlıydı ki odanın dışında bile olsa onun sesini duyabilirdi.

‘’Vampirler insanların rüyalarına girebilir mi? Demek istediğim bana istediğini gösterip zihnimi karıştırabilir mi?’’ diye sordu genç kız hızlı konuşarak.

‘’Hayır. Bunu ne vampirler ne de kurtadamlar yapamaz. Nerden aklına geldi?’’ Rebekah rahatlayarak nefesi verdi ve gözlerini kapattı.

‘’Eminsin değil mi? Hiçbir vampir bunu yapamaz. Marcus hatta Kirke bile?’’

‘’Elbette eminim! Asla böyle bir şey yapamazlar. Şimdi bana ne demek istediğini anlat hemen!’’

‘’Sadece rüyamda sürekli birini görüyorum. Ve bunu da Marcus’un yaptığını düşündüm.’’

‘’Bunu yapabilecek birileri var Rebekah. Bana ne gördüğünü söyle!’’ Rebekah hızla gözlerini açtı.

‘’Kim yapabilir?’’

‘’Bana ne gördüğünü söyle!’’ Ares’in sesi yükselmişti. Rebekah kaşlarını çattı.

‘’Tam olarak ne gördüğümü bilmiyorum. Bir erkek. Suratını benden saklıyor. Suratını göremiyorum. Bir sis bulutuyla suratını gizliyor. Ama sesi tanıdık geliyor. Sürekli benimle konuşuyor. Beni rüyalarımda farklı yerlere götürüyor.’’ Ares rahatlamanın etkisiyle, gözlerini kapatıp bir eliyle burun kemerini sıktı.

‘’Muhtemelen bu zihninin bir oyunudur. Etkilendiğin erkeği görüyorsundur. Belki bu bir ünlüdür ya da gerçek hayatında etkilendiğin biridir.’’ Rebekah dişlerini sıkarak. ‘’Zihnimde fanteziler yaratmıyorum ben. O gerçek. Benimle konuşuyor ve beni izlediğini söylüyor.’’ Dedi. Ares bakışlarını ona çevirdi

‘’Hala fantezi olmadığına emin misin?’’ dedi. Tamam, kulağa böyle gelebilirdi ama Suratsız zihnim oyunu değil diye düşündü. Ama Ares’in üzerine gitmedi. ‘’Bu birinin yapabileceğini söyledin. Kim yapabilir bunu?’’

‘’Bunu sadece dünya üzerinde yaşayan 2 kadın yapabilir. Onlar haricinde kimse yapamaz. Şimdi öncelikle seninle ilgilensek iyi olur. Kötü görünüyorsun.’’
Bunu sadece iki kadın yapabiliyorsa Suratsız nasıl yapabiliyordu. Rebekah onun kadın olmadığından kesinlikle emindi. Çünkü her seferinde Suratsız kaslı vücudunu sergilemekten geri kalmıyordu. Belki de Ares her şeyi bilmiyordu. Belki de bu güç Suratsızda da vardı ve bu nedenle kimseye ondan bahsetmemesini söylemişti. Genç kız Ares'e kadınların kim olduğu soracaktı ki bedeninin onun kolları arasında olduğunu fark etti. Yüzleri arasında sadece birkaç santim vardı. Genç kız onun gözlerine takılı kalmış bir şekilde farkında olmadan dudaklarını yaladı. Ares’in gözleri bu hareketliliği anında fark etti ve bakışlarını Rebekah’nın kırmızı dudaklarına çevirdi.

Bedeninin ona doğru çekilmesi ve aralarındaki enerji Ares’in sinirlerini bozuyordu. Bu kadar yakın olmaları büyük bir sorundu. Belki de eğitimi Parker ve James’e bırakmalıydı. Ondan hem olabildiğince uzağa gitmek istiyorken hem de onun yanında olmak istiyordu. Uzun bir süredir atmayan kalbi onu görünce tepkisiz kalamamıştı. Yıllar önce kaybettiği hayatının kadını ile birlikte kalbi de durmuştu. Ama şimdi tekrar atmaya çalışıyordu. 
Ares zaman zaman eşine ihanet ettiğini düşünse de Rebekah’dan uzak kalamıyordu. Bu kızı aklından uzaklaştıramıyordu. Kalbi yüzyıllar öncesinde eşi ‘beklide’ hiç uyanamayacağı bir uykuya yattığında atmayı bırakmıştı. Gülmüyordu. Kimseyle konuşmazdı. Evinden bile kaçıyordu. Ailesini bile geride bırakmıştı. Ama Rebekah karşısına çıkınca bütün dengesi şaşmıştı. Ne yapacağına anlam veremiyordu. Gülüyordu. Onunla uğraşmak ve Rebekah’nın Ares’e kafa tutması hoşuna gidiyordu. Ama bu yanlıştı. Hem de çok yanlış! Ares gözlerini kırpıştırıp kendine gelmeye çalıştı. Hala Rebekah’nın kırmızı dudaklarına baktığını fark edince hızla ayağa kalktı. Kolları arasındaki kızı koltuğa götürüp oturttu.

‘’Nemfleri seninle ilgilenmesi için çağıracağım. Bir yere kıpırdama!’’ Dedi ve genç kıza bakmadan odadan hızla ayrıldı.

Vincent, elindeki dosyaları dikkatle tekrar inceledi. Ancak yine hiçbir şey bulamadı. Günlerdir Rebekah’nın biyolojik ailesini araştırıyorlardı. Ama hiçbir şey bulamamışlardı. James genç kızın evlat edinildiği yetimhaneye gitmiş ve müdürü ile konuşmuştu. Müdürün anlattığına göre bir gece Rebekah’ı yetimhanenin bahçesinde bulmuştu. James, müdürün yalan söylediğini kokusundan anlamıştı. Bunun üzerine müdürü etki altına alıp bütün gerçeği anlattırmıştı. Ama hiçbir işe yaramamıştı.
Rebekah’ı oraya bırakan kadın hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. Ama müdürün anlattığı hikâyede Vincent’ın ilgisini çeken en önemli şey kıza bırakılan kutuydu. O kutunun içinde ne olduğunu öğrenmesi gerekiyordu. O kutunun içinde biyolojik aileyle ilgili bağlantı kurabilecek bir şeyler olduğunu düşünüyordu.
Taht odasındaki büyük kapının açılması ile bakışlarını içeriye giren askerlerine çevirdi. James ve Parker önde onların arkasında ise Caleb ve Jordan vardı. Alfalarının önüne gelip başlarıyla selam verdiler.

‘’Rebekah ile ilgili herhangi bir bilgi edinebildiniz mi?’’

‘’Hayır efendim. Bildiğiniz gibi yetimhaneden bir şey çıkmadı.’’ Dedi James. 

Jordan bakışlarını yere indirerek yutkundu. Rebekah’nın işaretini onlara söylemesi gerekiyordu. Ama hem Rebekah’a söz vermişti hem de o haklıydı. Son birkaç ay içinde yaşadıkları düşünülürse beklemek istemesi normaldi. Bir iki gün bekleyebilirdi. Eğer Rebekah hala Vincent ile konuşmak istemezse onu bir şekilde ikna edebilirdi. Bu sırada Vincent oturduğu tahttan kalktı. Tahtın kenarına koyduğu viski dolu bardağını alıp bahçeye açılan balkona ilerledi.

‘’Bu iş artık fazla uzadı. Kral artık kızın burada olduğunu biliyor! Kaledeki güvenliği arttırın. Her an saldırı olabilir! Ama bu seferki basit bir saldırı olmayacak. Ve biz bu arada hala kız hakkında hiçbir şey bilmiyoruz.’’ Dedi sesini yükselterek.

Onu evlat edinen aileyi elbette ki araştırmışlardı. Ama onlardan da hiçbir şey çıkmamıştı. Bu büyük bilinmezlikle uğraşmak sinirlerini iyice geriyordu. Bardağındaki soğuk sıvının hepsini içti ve tekrar tahtına ilerledi. Bu sırada büyük kapı tekrar açıldı ve içeriye Ares girdi. Seri adımlarla nemflerin birkaç dakika önce salondaki masaya koydukları viski şişesini aldı ve kafasına dikti. Ağzını elinin tersiyle silerken diğerlerinden uzak bir köşede durdu. Ares’in sinirli olduğunu her halinden belli oluyordu.

‘’Bir gelişme var mı?’’ diye sordu Ares. Vincent gözlerini kapatarak burun kemerini tuttu. İç çekerek

‘’Maalesef hayır.’’ Dedi. Ares sırtını soğuk duvara yaslayıp, ayaklarını ileriye doğru uzatıp bilekten çaprazladı.

‘’Jordan ile eğitiminin bitmesine sadece bir iki ders kaldı. Sessizce beklememin tek bir sebebi vardı. O da kızın her şeyi öğrenip kabullenmesini beklemekti. Ama yarından itibaren artık onunla tam anlamıyla konuşmanın vakti geldi. Ailesinden ona kalan her ne ise onlarda bir ipucu olduğuna eminim.’’ Dedi Ares. Ares’in sözleri üzerine Vincent bakışlarını ona çevirip kafasını sallayarak onayladı.

‘’Rebekah’ı zorlamayı istemiyorum. Sonuç olarak o da hiçbir şey bilmiyor. Burada güven ve rahat içinde olmalı. Onunla konuşmayı ben yaparım.’’ Dedi Vincent.
Rebekah’nın ne olduğunu öğrenmeği en çok o istiyordu. Ya da kim olduğunu! Çünkü davranışları tıpkı Helena’ya benziyordu. Ruh eşi ölen karısı Helena’ya. Burada kaldığı süre içinde gözleri hep Rebekah’nın üzerindeydi. Asi davranışları, hareketleri hepsi Helena gibiydi. Onu ilk gördüğü an gözlerine baktığında da Helena’yı görmüştü ve ona bakmaya dayanamamıştı. Gözleri tıpkı Helena gibiydi. Rebekah Helena'nın kızı olacak kadar ona çok benziyordu. Ama Vincent buna bir anlam veremiyordu. Ruh eşi Helena karnındaki bebeği ile ölmüştü. Kral tarafından acımasızca öldürülmüştü. Ancak Vincent’ın zihninde bir yerde umut dolu bir düşünce vardı. Her ne kadar bunu düşünmeyi reddetse de Rebekah’ı her gördüğünde içinde oluşan koruma içgüdüsü bunu düşünmesine neden oluyordu.

Fakat bu imkânsızdı. Helena yüzyılı aşkın bir süre öncesinde ölmüştü. Eğer ölmemiş olsa bile doğacak çocukları mutlaka kurtadam olurdu. Ve Rebekah kesinlikle kurtadam değildi. Bu sadece Vincent’ın öyle olmasını umduğu bir şeydi. Çocuğunu ve karısının intikamını hala alamamışken yüzyıllardır onların acısını çekiyordu. Sadece Rebekah, Helena’ya benziyor diye onun kızı olabileceğini düşünmüştü. Ve sonra bu saçma düşünceyi hemen zihnin derinliklerine gömdü. Böyle bir şeyin olması imkânsızdı. Ama yinede ona karşı korumacı tavrının önüne geçemiyordu. Ares'den oldukça uzak durmasını istiyordu. Çünkü Ares, Rebekah için tehlikeliydi. Eğitimlerini beraber yapmaları zaten onu iyice geriyorken bir de böyle önemli bir konuşmayı Ares'in yapmasına izin veremezdi. Muhtemelen sinirlerine hakim olamayacak ve genç kıza zarar verecekti. Bu nedenle Rebekah ile kendisi konuşmalıydı. ‘’Caleb yeni dönüşüm geçirenlerin eğitimleri nasıl?’’ dedi Vincent düşüncelerin arasından sıyrılarak.

‘’İstediğiniz gibi efendim eğitimler hızlandırıldı ve her şey şuan için iyi gidiyor.’’

‘’Parker ve James siz araştırmalara devam edin. Ayrıca Kral’ın kalesinin etrafındaki gözcülere daha dikkatli olmalarını söyleyin. Artık kayıp istemiyorum. Son olarak Jordan bugün ki eğitimde olabildiğince yavaş ilerle. Öğrenecekleri onun için pek kolay olmayacak.’’
Vincent’ın sözlerinin ardından Ares gerildi. Az önceki yakınlaşmalarının etkisinden hala kurtulamamıştı. Ne kadar onu düşünmemeye çalışsa da pek başarılı olamıyordu. Bu kızda onu çeken ne vardı bilmiyordu ama artık canına tak etmişti. Ne olduğunu öğrenmeliydi. Ve Rebekah onun hakkında ki gerçeği öğrenince tepkisinin ne olacağını merak ediyordu.

Ares, düşünceli görünen Vincent'ı inceledi. Son zamanlarda çok garip davranıyordu ve bu Ares'in gözünden kaçmamıştı. Özelliklede Rebekah konusunda çok farklı davranıyordu. Dün gece küçük bir yardımla Vincent'ın zihnindeki en karanlık düşünceleri bile öğrenmişti. Vincent Rebekah'nın ölen eşi Helena'ya benzediğini ve Rebekah'nın kızı olabileceğini düşünüyordu. Ama bir yandan da bunun olamayacağının farkındaydı. Belki de gerçekten de öyleydi. Konu Rebekah olunca her şey gizemli bir hal alır olmuştu...

İNTİKAM (Tamamlandı / Düzenleniyor)Where stories live. Discover now