0.9

1.3K 139 153
                                    

bölüm sınırı +60 oy

hepinizi seviyorum nolur bana bölüm için küfür etmeyin (allahtan efso larry yerleri yazdım yoksa linç yiyordum)

Tatlı yaratık.

Karyolaya altın harflerle kazınan bu yazıya bakarken belimdeki ağrı için Liam'ın hiçbir işe yaramamasına rağmen sırtımda tuttuğum sıcak su torbasına sarıldım. Dönem ortasına gelmiştik; sınavlarımız yakında başlayacak ve Noel tatili için hepimiz evlere dağılacaktık. Benimse ne gidebileceğim bir evim, ne de Noel'ini kutlamak istediğim bir ailem vardı.

Müdirenin banyo vakasının sorgularından sebebini bilmediğim bir şey Zayn ve beni kurtarmıştı. Başımıza hiçbir olay almadan bu durumdan kurtulsak bile moralim yerlerdeydi.

Günlerdir Harry'i görmüyordum. Haftasonu da dahil olmak üzere onu ufacık bir saniye bile gördüğüm tek bir an yoktu. Kıvırcık saçlarını bağladığı topuzu, zekâyla ışıldayan gözleri ve şuan kim bilir neyle uğraşan elleri, yeşil gözleri bir an olsun aklımdan çıkmıyordu. Zayn'le işlediğimiz bu suçun sonu onu da bağlıyorsa onunla konuşmam gereken şeyler var demekti. Onunla konuşmam gereken bir sürü şey halihazırda varken onu görememek beni çıldırtıyordu. Liam'a çaktırmadan sormuş, Bayan Styles'ın ofisine bile birkaç bahaneyle girmiştim. Ama yoktu. Geriye tek bir seçenek kalıyordu ki Harry'nin nerede olacağını Zayn'e sormak asla istemiyordum.

Sıkıca sarıldığım sıcak su torbası yavaş yavaş ısınıyor, alnımda ter birikmesine sebep oluyordu. Hava çatılarda buz saçakları tutacak kadar soğumuştu ve kupkuru toprakta futbol oynamayı ne takım, ne ben istiyorduk. Üstelik teslim edilmesi gereken ödevler ve yaklaşan sınavlar da antrenmana engel oluyordu. Yanlış anlamayın akademik başarı hayatımın en önemli maddesi olduğundan değil, takım ders çalışmak istiyordu. Ne dediğimi hatırlarsınız, hepsi yüksek IQ'lu zengin piçler.

Yine de onları sevmeye başlamıştım.

Hayatta bazı ikilemlerde kalırsınız. Ketçaplı cips mi soğanlı mı? Anneniz mi babanız mı? Brad Pitt mi Leonardo diCaprio mu?

İngiltere mi Amerika mı?

Ne yazık ki oda arkadaşlarıma, derslere ya da Welton Mülküne alışmış olsam bile içimdeki o asi çocuk Los Angeles'ta olduğum günlerin özlemini çekiyordu. İçimde büyüyen boşluk geçen mevsimle daha da canımı yakıyordu. Üstelik artık grubum ve arkadaşlarım beni aramıyorken bile onların olduğu hayatımı geri istiyordum. Son günlerden önce beni arayan tek kişi Mary Jane'di ama artık o bile mesajlarıma cevap vermiyordu.

Sorunum ne bilmiyorum. Yalnızlık günden güne beni alevlerin cehennemi yaktığı gibi sarıyordu. Uğultulu Tepeler'e gittiğimiz haftasonu Harry'nin özgürlükle ilgili söylediği şeyler her gece aklıma gelmeye başlamıştı: "Yıllarca mutluluk sandığın özgürlüğün sadece senin yüreğinde olduğunu anlarsın. O zaman özgür olmak için başka bir ülkeye gitmene gerek kalmaz, Tomlinson."

Harry'i düşününce canım iyice sıkıldı. Kim bilir nerelerde ne yapıyordu? Öyle mutsuz olmuştum ki kafamı kaldırmak bile istemiyor, uzaya çıkıp kimsesizliğimin hüznüyle bir keman yayı gibi gıcırdamak istiyordum.

Kapı çaldığında hızlıca gözlerimi kapatıp uyuyor taklidi yaptım. İçeri giren her kimse bizim odadan biri değildi. Bir dönemi yarılamak demek yalnızca okuldakilere şov yapıp isyan etmek demek değildi elbette. Oda arkadaşlarımı iyiden iyiye tanır olmuştum (tabii yine Zayn hariç, o hâlâ benle konuşmuyordu). Yine de Niall odaya her zaman gürültülü girerdi, Liam haftaiçlerini asla yatarak geçirmezdi ve spor ayakkabılarının gıcırtısından onun geldiğini anlardınız, Zayn'in ise nefes alma sesini bile duymuyordum ki şuan odaya giren kişi açıkça nefes alıyordu.

one step closerWhere stories live. Discover now