12.BÖLÜM

234 18 4
                                    

Uras dudaklarımdan ayrıldığında her şey o büyülü yerden çıkıp bu odaya geri dönmüştü. Uras nefes alış verişini düzene sokmaya çalışırken ben de boğazımı temizledim. "Özür dilerim. Gelmedim biliyorum. Sadece.. her şeyi açıklayacağım. Ama önce buradan gidelim."dedi Uras.

Tam olarak hislerimi okuyor gibiydi. Hala büyülü öpüşmemizde kalan aklımı -ki onun da orada olduğunu biliyordum- toparlamaya çalışarak kafa salladım. "Ha.. hazırlanayım." dedim. Sadece buradan kurtulmak, büyülü saatlere, o'nlu saatlere geri dönmek istiyordum.

"Bunları giy."dedi elime karton bi poşet uzatırken. Elimdeki Mango kutusuna bakarken Uras çıkmıştı bile. Hemen içinde gözüken bordo elbiseyi çıkardım. Kısa kollu, önü tamamen kapalı dar bi elbiseydi. Kalbimin üstündeki dikiş izlerini tamamen kapatacak bi elbiseydi. Ah! Düşünceli erkeğim.. Ne! Erkeğim mi! Yuh!
İlk defa içimden böyle bi şey demiştim. Aslı!?

Elbiseyi giydim, üzerine Antalyanın sonsuz nisan yağmurları yüzünden bi ceket aldım. Saçlarımı tarayıp makyaj bile yaptım. Uzun zaman sonra ilk defa kızlık belirtileri gösteriyordum.

Heyecanla çıkarken kalbimin biraz acıdığını hissediyordum ama küçük ve önemsenmeyecek kadar hafif bi acıydı. Aşağıda merdivenlerin başında beni bekleyen Uras'ın gözleri tamamen üzerimdeydi. Bana gülümseyerek bakıyordu. Üzerindeki şık mavi tişörtü, ceketi ve krem rengi pantolonuyla tamamen erkeksi ve büyük tarzını konuşturmuştu. Olgun ama asi duruyordu. Tam Uras'a yakışır bi outfit'di..

Devasal merdivenler bittiğinde Uras'ın tam önünde durdum. Gülümseyerek önümden çekilmesini ve son basamağı da atlamayı bekliyordum. Uras çekilmedi, daha çok; oyun oynamayı isteyen pis çocuk bakışları atmaya başlamıştı. Ben de bu davetine katılıp ona kesinlikle yaptığıma şaşırdığım seksi (!) bakışlar atmaya başladım. Etrafta kimsenin olmaması her an gelmeyecekleri anlamına gelmiyordu tabii ama Uras bana bu şekilde bakarken onun hemen yanından geçip oyunu bitirmeye niyetim de yoktu.

Ellerim belimde dudaklarımı ısırırken Uras beni kendine çekti. Bir basamak yukarıda durduğum için Uras'ın boy hizasındaydım. Urasla burunlarımız çarparken beni belimden kavrayıp kucağına aldı. Bu ani hareket yüzünden ufak çaplı bi çığlık atmıştım ama ellerimi dudaklarıma bastırıp sustum anında. Kahkaha attmaya başladım. Bu kadar olgun birinin bazen bu denli çocuk ruhlu birine dönüşmesi o kadar sıra dışıydı ki..

"Geç kalacağız."dedi beni yavaşça yere indirirken. "Peki."dedim. "Annemlerin haberi var mı?" Uras bana dönmeden yürürken Annem bi anda karşımıza çıktı. "Evet tatlım. Eğlenmenize bakın."dedi.
Annemin suçluluk duygusu altında oldugunun farkındayım. Ama umurumda değildi açıkçası. Belki Aras'ın dönüştüğü şey için değildi ama, özgürlüğümü, kararlarımı, hayallerimi görmezden gelmeleri tamamen onların suçuydu. O yüzden sadece ufak bi tebessüm attım anneme.

Uras'ın arabası merdivenlerin bittiği yerde bekliyordu. Arabaya ulaştığımda Uras kapımı açıp içeri girmemi bekledi. Her şey mükemmel gözüküyordu. Bütün olumsuzluklar yok olmuştu.
Uras da sürücü koltuğuna geçti. Bu sefer Uras farklı bi arabayla gelmişti. Bu araba kesinlikle diğerinden çok farklıydı. Arabalardan pek anlamama rağmen bu arabanın 60'lardan bi klasik olduğunu tahmin etmek zor değildi. "Araba?"dedim içini incelerken. "70 Model Mersedes. En sevdiklerimden." Gözleri parlıyordu. Bu arada 60 model olduğunu düşünerek yaklaşmıştım sonuçta!
"En sevdiğimden kastın, en sevdiğin yıl mı yoksa araban mı?" Gülümsedi.
"Galiba en sevdiğim yıl.."
"60'lar!" Aynı anda söylemiştik. Uras bana döndü evin güvenlik kapısından çıkarken. "60'ları sever misin"dedi gülerek.
"Ah, 60'ların aşkları, sahilleri, müzikleri.." derken Uras ve ben
"Beatles*!"diye bağırdık yine aynı anda. Bu sefer kahkahahalara boğulduk. Her hareketinde daha çok hayran oluyordum bu adama. "Beatles'ın olduğu bi yılda kötü bir şeyin olma ihtimali ne ki?"dedim gülerek. "Tabi Liverpool'dan* bahsediyoruz. Güçlü şehir."dedi yoldan gözünü ayırmıyordu.
"Aslında.. İngilizlere ait tek güzel şey."dedim. Doğruydu. İngiltereyi hiç sevmezdim. Aksanları, insanların soğuk kanlılığı, tabii tarih dersine ilgim de göz önünde bulundurulduğunda savaş zamanlarında berbat insanlar olduğunu herkes bilirdi.
"Ne yani? Aksanlarını beğenmediğini mi söylüyorsun! Ya da mükemmel iklimini! Londra'yı da mı?" Gercekten şaşırmışa benziyordu.
"No!"dedim İngiliz aksanı yapmaya çalışarak. Uras kahkahalara boğulmuştu.
"Tabi Amerikada büyüyen birinden ne beklersin!"deyip tekrar kahkaha attı.
"Ne! aksanımdan mutluyum ben!"
"Tabii öylesindir. Peki evlendiğimizde Londradaki şirketin başına gideceğimizi unuttun mu!"dedi dalga geçerek.
"So what? I can speak with my American accent!"(Ne olmuş yani? Amerikan aksanımla konuşabilirim.) Dedim bütün Georgia aksanımı kullanarak.
"And Who are you? I never see you before!" (Vee, sen kimsin? Seni daha önce hiç görmedim.)dedi İngiliz aksanı yaparak.
"Hey!"deyip koluna vurdum. "Bi saniye! Neden bu kadar iyi aksanın var!"diye bağırdım.
İlk defa İngiliz olmayan birinden bu kadar iyi ingiliz aksanı duymuştum. Türkiyeye' ilk geldiğimde ilkokul öğretmenim iğrenç bir aksanla saçma sapan konuştuktan sonra bir daha İngiliz aksanı yapmamaya yemin etmiştim.
"Aslı, hakkımda bilmediğin o kadar çok şey var ki."dedi hafif ciddi bi tavırla.
"O zaman öğret."dedim.
Sustu. Bi anda tekrar ciddileşip yola odaklandı. Herkes bi anda ciddileşiyordu son zamanlarda. Bi şeyler olduğuna neredeyse emindim.

SİYAH Where stories live. Discover now