21. Kan Kokusu

28.1K 836 140
                                    

Bu bölümün şarkısı Birth - Thirty Seconds To Mars, multimedyada...

Cass' in karnından fışkıran kan ellerimi, tişörtümü hatta yüzümü bile koyu kırmızı bir hale getirmişti. Kanın dayanılmaz ve metalimsi tadını ağzımda hissedebiliyordum, ağzıma sıçrayan kanı tükürdüm. Dişlerim kıpkırmızı olmalıydı. Üstümde kalan son kıyafet olan tişörtümü de çıkardım ve komutan Cass' in halsiz bedenini ellerimden çekiştirirken baskı uygulamaya devam ettim. Gözlerimden akan yaşlar yüzümdeki kan lekelerinden geçiyor ve kırmızı damlalar yere düşüyordu. Görüntü korkunçtu, adeta kan ağlıyordum.

Komutan Cass' in vücudunu benden kopardı ve jet' e geri soktu, koşarak girdiği odanın kapısında ' Acil Durum / İlk Yardım ' yazıyordu. Kapı kayarak açıldı ve odanın soğuk iklimi etrafımı sardı, üşüyordum. Burası tamamen herhangi bir ameliyat durumunda kullanılmak üzere yapılmıştı. Odanın ortasında geniş ve metal bir tezgah (yaralının yatırılması için), tezgahın dört bir yanında ise demirden olduğunu tahmin ettiğim dolaplar vardı.

Komutan Cass' in kırmızı lekeler dolu bedenini tezgaha yatırdı ve dört bir yandaki dolaplardan malzeme toplamaya başladı. Bilmediğim birkaç malzeme olsa da çoğunu daha önce duymuş yada görmüştüm; bandaj, steril iplik ve içi fosforlu mavi renginde büyük bir şırınga...

Komutan tam her şeyi hazırlamışken son bir şeyi unuttuğunu fark etti ve beni iterek arkamda duran dolaptan metal bir bileklik çıkardı. Bu bir hasta bilekliğiydi; durumunuz ağır olduğunda bu alet sizin kalp atışlarınızı, tansiyonunuzu hatta kan şekerinizi bile sürekli olarak kontrol ediyor, bir sorun olduğunda da değerleri doktora iletiyordu. Komutan Ares koşarak Cass' e döndü ve bilekliği narin bileğine hızlıca taktı, bileklik birkaç saniye boyunca bipledi ve üzerinde beliren bir yüklenme işaretinden sonra çalışmaya başladı.
_______
Tansiyon: 08.80
Kalp Atış Sayısı/dakika : 86
Kan şekeri: 70
_______

Cass' in değerleri normale yakın bile değildi. Komutan tezgahın sol tarafında duran beyaz bandajı aldı ve Cass' in kanayan karnına yapıştırdı, bu bandajlar ilkel olanlar gibi değildi. Nanoteknolojik olarak geliştirilmiş olan bu bandajar kanayan bölgeye vakumlu uçları sayesinde öyle yapışıyorlardı ki ölümcül yerlerle ilişkisi olmadıkça her kanamayı yavaşlatabilirdi. Yaklaşık beş dakika bekledikten sonra komutan bandajın uçlarına bastırdı ve kırmızıya boyanmış kumaş parçası kıvrılarak yaraya baskı uygulamayı kesti. Manzara düşündüğüm kadar kötü değildi ayrıca bandaj da gayet iyi iş çıkarmış gibi görünüyordu, yara bir kan fıskiyesinden durgun akan bir göle dönüşmüştü.

Komutan hiç vakit kaybetmeden ucuna sivri, uzun ama ince bir iğne bağlanmış ipliği aldı ve iğneyi yaranın en ucundaki kızıl deriye soktu, Cass' in bedeni hafif şekilde sarsıldı, ve dikmeye başladı. İğnenin deride açtığı her delik ile narin beden sarsılmaya devam ediyordu. Süreç, yara çirkin bir yamaya dönüşene ve kan akışı minimum seviyeye gelene kadar devam etti. Sıra son aşamadaydı, Komutan içi fosforlu mavi renginde bir sıvıyla dolu şırıngayı aldı ve Cass' in yarasına en yakın bölgeye batırdı, beden daha önce hiç olmadığı kadar hareketlendi ve yeniden eski durgun haline döndü.

'' O şırınga da neydi? ''
'' Sadece güçlendirilmiş K vitamini, yaranın daha hızlı onarılması için. ''

Birkaç saat sonra...

'' Christopher uyan, o uyandı ! ''

Bu sesi tanıyordum, görüşüm netleşene kadar gözlerimi kıstım ve önümde duran mavi bulanıklığa baktım. Bu Lydia' ydı, yüzünde ya da vücudunda çatışma sırasında oluşan bir çizikten başka hiçbir yara yoktu. Cass' in odasının dışında uyuyakaldığım sandalyeden kalktım ve içeri girdim, Lydia' yla konuşacak zaman yoktu.

Cass' in beni görünce gülümseyeceğini bekliyordum ama böyle bir şey olmadı, görebildiğim tek şey bana derince bakan iki yeşil göz ve duygusuz bir yüz oldu. Yatağa yaklaştım ve bakışlarımı Cass' in gözlerinden ayırmadan konuşmaya başladım.

'' Nasıl hissediyorsun? '' Nedenini bilmesem de fısıldıyordum. '' Yorgun musun? ''

Cass hiçbir şey söylemeden öylece durdu sonra ağzından ilk kelimeleri döküldü.

Onu bu kadar çok mu seviyorsun?

'' Sen neden bahsediyorsun Cass? ''

'' Şundan! '' işaret parmağını kapıda duran Lydia' ya çevirmişti ve artık bağırıyordu. ''

'' Onun yüzünden ölüyordum, seni benden almak için elinden geleni yapıyor. Ama ne biliyor musun, artık uğraşmasına gerek yok, nasıl olsa ben Christopher - görünüşe bakılırsa Chris de aramızdaki bağ gibi ölmüştü - diye birini tanımıyorum. ''

Bakışlarımı başka yöne çevirdim, yutkundum ve odadan yavaş ama temkinli adımlarla çıktım. Sinirimi atmam gerekiyordu, neler olduğunu anlamak istiyordum. Ne zamandan beri Lydia ile aramda bir şey olduğunu düşünüyordu, biz daha önce el ele bile tutuşmamıştık ve o savaş alanında olanlar tamamen refleks meselesiydi. Ama düşünmeden de edemiyordum, Cass' le aramızdaki bağlar daha önceden de çürümeye başlamış olabilir miydi? Çok mu bencilce davranmıştım?

-----

Jet birkaç saatlik uçuştan sonra indi, görünüşe bakılırsa Firex' e dönmüştük. Burası daha önce bulunduğumuz haber binası değildi, bu bina daha büyüktü. Bu bina dört bir yanı beton sütunlarla güçlendirilmiş, üzerinde ön tarafındaki kırmızı ateş logosundan ve griden başka renk bulunmayan, camları ise içeriyi göstermeyen simsiyah bir malzemeyle kaplanmıştı. Komutan Ares ve askerlerinden hayatta kalanlar kapıya ilerlediler, komutan sağ gözünü duvardaki küçük siyah bir ekranla hizaladı ve kapı yukarı doğru kayarak açıldı. Birkaç koridor boyunca ilerledik; sola, sağa, sonra yeniden sağa döndük; yön duygumu kaybediyordum.

En sonunda metal bir kapının önünde durduk. Komutan kapının kolunu - otomatik kapı değildi - aşağı çekti ve bizi alacakaranlık karşıladı. Işık düğmesine bastırılınca çıkan çık sesini duydum ve oda bir anda aydınlandı, önümde duran manzara karşısında ne yapacağımı bilmiyordum. Soğuk, boş ve eski beton odanın ortasında yerde öksüren bir adam vardı, acı çekiyora benziyordu. Bu Aquarium başkanıydı! Eski hali ile arasında sayılamayacak kadar fark vardı. Mavi saçları tıraş edilmiş, yüzü kanlı yarıklarla dolmuş, üstüne ise incecik kumaştan yırtıklarla dolu bir tulum giymişti, elleri arkadan kelepçeliydi. Başkan başını açılan kapıya doğru çevirdi ve beni ilk gördüğü anda gözleri nefretle doldu. Kırk yaşlarındaki adam üzerime doğru koşarken hareket edemez olmuştum, adeta donmuştum...

NOT: Bundan sonra bölümler daha sık gelecek arkadaşlar, yorumlarda bunu yazmanıza gerek yok. :)

ELEMENTWhere stories live. Discover now