•서른 여섯•

3.6K 357 403
                                    

UYARI!

Watty bildirim göndermiyor. Bu yüzden önceki bölüme mutlaka bakın.

Aksi takdirde hiçbir şey anlamazsınız.

•°•°•

Bitmeye yüz tutmuş şubat ayının esintilerini taşıyan yağmurun pencereme vuruşunu izliyordum. Bir deli gibi tüm damlaları gözüm ile takip etmeye çalışıyor, gözlerimden çekilen fer ile bakıyordum camdan dışarı.

Acınası haftalar yaşıyordum. Onsuzluk acınasıydı. Geçen iki haftam renkli bir şişedeki zehri içmek gibiydi. Tek sorun şişenin renginin siyah olmasıydı. Son damlasına kadar içsen bile ölürken tek gördüğün karanlık oluyordu.

O yokken havada bana küsmüş gibiydi. Güneş penceremden içeri iki haftadır girmiyordu. Virüs gibi yayılıyordu iç bunaltıcı karanlık tüm odama.

Kilo vermiştim. Tartıya çıkmamıştım belki ama göz altı morluklarımın altındaki elmacık kemiklerim belirginleşmiş. Kaslarım gitgide erimişti. Hastalıklı gibi görünüyordum.

Bunu kanıtlamak istercesine pencerenin önünden çekildim ve dolabımın aynasından kendime baktım. Haklıydım. Zihnende, fiziksel olarakta hastaydım. Hakediyordum. Tanrı bir şekilde günahımın bedelini ödetiyordu işte.

Kendimi yatağıma attım. Sırt üstü uzandığım bu yatak tüm çıplaklığımıza şahit olmuştu. Bana dokunuşu, ona dokunuşum...

Bu oda bizim özelimizdi. Ve yine bu odadaki, o lanet banyoda tüm özelimiz bitmişti.

Keşke diyordum. Keşke o gün bir aptal gibi susmasaydım. Ne olabilirdi ki en fazla?

Ama korkmuştum. Daha küçüktüm ve ailesiz kalmanın düşüncesi bile beni bitirmişti. Sorguluyordum kendimi. Madem bir yalan söyledin. Hadi buna içinde bir sebep bulabiliyorsun. Neden? Neden baban sevdiğin adamı yumruklarken engel olmadın? Açıklaması yoktu işte içimde.

Jimin'e koşmayı, gerekirse defalarca yalvarmayı göze alırdım ben. O gittikten sonra peşinden inmiş ve kolundan tutmuştum. Gözlerime, içi kendini sıkmaktan kanlanmış gözleri ile bakmıştı. Sonra kolundaki elimi tek hareket ile sirkelemiş çıkıp gitmişti.

Annem ve babam gerçeği anlamıştı büyük ihtimalle. Sürekli odama gelip kapıya yiyecek bırakıp bana, her zaman yanımda olacaklarını söylüyorlardı.

Tıklatılan kapı ile yine ikisinin birinin geldiğini anlamıştım. Jin hyungum benimle tek kelime bile konuşmamıştı. Bakışları ile resmen 'hakediyorsun, ne halin varsa gör' diyordu. Haklıydı.

"Oğlum lütfen aç kapıyı. Çok özledim seni annem benim."

Bende özledim anne. Onu deli gibi özledim.

"Hadi minik bebeğim benim. Lütfen Jungkook, lütfen..."

Kırılmaya başlayan sesi ağlamaya başladığını gösteriyordu. Onu üzmeye hakkım yoktu.

İki hafta önce giydiğim giysilerim ile, kokup kokmamayı önemsemedim.

Kapıyı açtım ve anneme baktım. Evet, ağlıyordu.

Birden bana sarıldı ve hıçkırıklara boğulduk ikimzide. Canım çok yanıyordu.

"A-anne o gitti. Benim yüzümden..."

Odadan içeri çekti beni ve yüzümü elleri arasına aldı.

"Ağlama annesinin bir tanesi. Ağlama elbet iyi olacak aranız."

Ellerinden kurtuldum ve biraz geri kaçtım.

"Neden peki? Ne-den öyle baktın o gün bana?"

Gözümün önüne gelen görüntüler daha şiddetli ağlamama neden oluyordu.

Instant Pleasure ∆ JikookWhere stories live. Discover now