"Aşkın yanında biraz da acı" 11

2.6K 233 36
                                    

Hani düşüncelere daldığınız, nasıl yürüdüğünüzü dahi bilmediğiniz o anlar vardır ya. Serhat'ta tam olarak böyleydi, beyni, düşünceleri bambaşka yerde iken yürüyordu. İçinde kendine olan nefreti, sırtındaki vicdan azabının yükü ile öylece yavaş adımlarla yürümeye devam etti.

Düşünceleri tek bir yerdeydi, ya da tek bir insanda demeli.
Alp

Paramparça ettiği, yıktığı, incittiği, hayatı boyunca olacak bir şeye sebep olmuştu. Birde artık emindi bu kişiye aşık olmuştu. Hemde delicesine, her saç teline dahi, kirpiklerinin ucunu öpmek istercesine, parmak uçlarına küçük öpücükler kondurmak istercesine.

Umutsuzca, bir şey istemeden, istemeye hakkı olmadığını bilircesine. Yorgun bir aşk.
Paramparça olmuş bir kavanozun içinden çıkan değerli taş gibiydi aşkı, parçalanmış ve aşkı ortaya çıkmıştı.

Daha önce bu hisleri kimseye hissetmediğini biliyordu, bu hislerin bir anda bir erkeğe nasıl karşı hissettiğini ise asla bilmiyordu. Nasıl oldu sorusunun cevabı yoktu. Aşk olduğunu nasıl anladığını da bilmiyordu. Ama anlamıştı, hep bahsedilen aşk buydu değil mi? Aşk, yanında birazda acı çekmek...

Belki de ilk Alp'in saçlarını parmak uçlarına dolamak istediğinde anladı, ya da göz yaşlarını silmek istediğinde, ya da ağlayan gözlerinin altına küçük bir öpücük bırakmak istediğinde.

Biliyordu, bu bir vicdan azabının yüzünden doğan bir şey değildi. Bu aşkın ta kendisiydi.

Bir şekilde bulmuştu onu, kötü bir şeye sebep olarak bulmuştu. Sıkıntı kendisini sevmeyecek olması değildi, ya da ikisinin de erkek oluşu asla sıkıntı değildi, sıkıntı Serhat'ın Alp'ten bir şey çalmış olmasıydı.
Bacağını...

Bu vicdan azabının altında bir şey istemeye hakkı olduğunu da hiç düşünmedi zaten. Elinde kalan bu aşkla ne yapabilirdi? Ona daha iyi bakabilirdi. Her şeyden koruyabilirdi, onu iyi tutmak için her şeyi yapacaktı, ya da yapardı.

Düşüncelerine dalmışken kendine gelmek için başını yavaşça salladı, sonra elini cebine sokup adrese bir kez daha göz attı. Nerede olduğunu algılamaya ve sonra da düşüncelerini toplayıp adrese doğru yürümeye devam etti.

Bir süre sonra yazan adrese gelmişti, Alp'in evine. Kapının önünde annesinin arabası vardı, yavaş adımlarla ilerlerdi ve kapıya geldi. Kapıyı tıklattı ve bir süre bekledi, annesi kapıyı açmış ve Serhat'ta ayakkabılarını çıkarıp ürkerek eve girmişti.

Ya Alp'in babası evdeyse ve kendisini kovarsa. Ya Alp kendisini kovarsa, istenmeyebilirdi. Günah keçisini kimse istemeyebilirdi. Kimse...

Hızla atan kalbini yavaşlatmayı dilediysede, sadece dilemekle kaldı. Adımları yavaşça Alp'in odasına gitti, ve sonra orada umutsuzca yatağında yatan Alp'i gördü. Bakışları boş ve bir o kadar da donuk.
Korkak adımlarla içeri girdi, korkuyordu.
Tekrar kızılmaktan, tekrar ezilmekten, tekrar mahvolmaktan, tekrar kovulmaktan.

Alp'in artık ilgilenmesine izin vermeyeceğinden korkuyordu.

O zaman bu hayatta yapacak neyi kalırdı ki? Hem bu vicdan azabının altında bırakılacak, hemde aşkı sökülüp alınmaya çalışılacaktı. Korkuyordu. Hayattan, babadan, anneden, istememekten, nefretten ve kendi aşkından...

Kendi aşkının ona zarar vermesinden de korkuyordu...

Aşkının zarar verebilme düşüncesi, aşkı onu yorardı, aşkı onda nefret uyandırırdı, aşkı ona eziyet verirdi.

Korkuyordu.

Artık istenmemekten, yine ve yine günah keçisi olmaktan, her şeyi eline yüzüne bulaştırmaktan.

Özür dilerim •bxb•Where stories live. Discover now