8. Bölüm

22.7K 1.3K 250
                                    

Onun cevabının üzerine verecek bir cevap yoktu zihnimin sarmaşık dolu yollarında. Kimi zamanlarda zamansız yakalanmanın acısı boğazıma dek inen dilime sirayet ederek kamçılanıyordu. Ben Allah'ın çizdiği kader de biçare bir garip yolcuydum azığı bitmek üzere olan. Takâtimi ne zaman yitirdim tam olarak biliyorum ve bilinirlik beni şu anda çektiğim acıyla yüz göz ediyordu.

Sancak oturduğu taşın üzerinden kalkarken sağ bacağının üzerine yoğunlaştı, fark ettirmemek için ayrı bir çaba sarf etmeden sol bacağına eliyle destek çıkarak kalktı.

"Kusura bakma," dedim güneşten kızaran ve boğum boğum ter olan çehresine bakarak. "Gitseydin daha az vicdan azabı hissederdim."

"Ben seni bırakıp gidecek olsam gelmezdim Kakırca."

Benimle uğraşmak hoşuna gidiyordu artık bundan kesinlikle emindim. Benim kendisine normal davranmama müsade etmeyecek kadar anormal davranması kesinlikle bu şekilde yaşıyor olmaktan haz ettiği içindi. Mezarlıkta o kadar çok kalmıştım ki güneş yön değiştirerek batı kanadına süzülüyordu genç gelinler gibi. Yanyana, birbirimizle hiç konuşmadan yürüdüğüz sırada köyün içine giren biber dolu kamyonun virajı dönerken açılan yan paravanla beraber tüm hasat olduğu gibi boylu boyunca yere serildi.

"Hay Allah," dedim üzüntüyle. Onca emek toprağa dökülmüştü.

Yeşil kamyon biberlerin dökülmesiyle beraber hemencecik durdurdu aracı asfalt, güneşten ısınan sıcak yolda. Köyün dışında olduğumuz için bu olaya tanıklık eden pek çok insanlar yoktu ne yazık ki etrafta yardım isteyebilecek. Sancak'la beraber köye girebilmek için kamyonun tam önüne geldiğimizde adamlardan biri sepetlere dolduruyor, diğeri kamyonun üzerinde aşağıdakinin uzattığı kovadaki biberleri boşaltıyordu. Sancak kamyonun önüne gelince bana döndüp, "Şuradaki çeşme de beni bekle," dedi.

"Ben gidebilirim eve."

"Gidemezsin demedim, bekle az, geleceğim."

İçimden dağ ayısı diye binlerce argo kelimeyi ard arda söyleyerek çeşmenin başına geçip ayakkabıları ayağımdan çıkardıktan sonra oluğun içindeki buz gibi suya ayaklarımı sarkıttım. Çeşmeden akan su pırıl pırıl, içindeki su oldukça serin, berrak ve dinlendiriciydi. Başımdaki örtüyü mezarlıktan çıkar çıkmaz boynuma dolamıştım, sanırım bu sebepten ense köküm ve boynum hayli ter içinde kalmıştı. Ellerimi çeşmeden akan suyun altında ıslatıp boynumu ve ensemi ıslattım.

Bir ara kafamı kaldırıp Sancak'ın olduğu kısma baktım; az evvel ki çocuk sepetleri dolduruyor, dolan sepetleri Sancak'ın önüne bırakıyor, Sancak'ta eğilip kamyondaki adama uzatmak yerine arkasına bile bakma gereği duymadan sepeti başının arkasına, havaya doğru fırlatıyordu. Kamyonun içindeki adam ise sepetleri kamyon kasasına düşmeden yakalayıp boşalttıktan sonra aşağıdaki biberlerin üzerine atarak üç sepetide dönüşümlü olarak dolup boşalmasını sağlıyordu.

Sancak güçlü bir adamdı.

Bunu rahatlıkla sarf edebileceğim pek çok ana denk gelmiştim. Suyun içinde hissizleşen ayaklarıma aldırmadan kamyonetin olduğu tarafa bakmayı sürdürdüm bir süre. Yere saçılan biberlerin olduğu toprak arazide esintiyle beraber ufacık bir hortum meydana geldi beni oturduğum yerden kendine hayran bırakamaya yeten; toprak ve ince saman parçaları esintinin tatlı tatlı vurmasıyka bir girdap oluşturdu önce, sonra elli santimi geçen boyu ve esen rüzgarın hoyrat darbeleriyle bir kaç metre ilerledi. İzlemesi oldukça keyifli bir doğa olayıydı görmesini bilen gözlere. Ayaklarımı berrak suların olduğu oluğun içinden çıkarıp ayakkabılarımı giymeden kurumaları için oturduğum beton zemine uzattım.

Gökyüzü, Muğla Milas'ın denizini öyle çok anımsatıyor ki, durgun, berrak ve çok canlıydı renkleri. Hatta öyle berrak ki gökyüzünde kanat çırpan leyleğin kanatlarının uçlarındaki siyah tüylerini oturduğum yerden çıplak gözle seçebilmem için yeterli konforu sağlıyordu. Kuruyan ayaklarıma ayakkabılarımı giyeceğim sıra, mezarlıktaki dikenlerin bileklerimi ısırdığını ve ayak bileğimdeki çiziklerden ince ince kan sızdığını fark ettim. Kalbimdeki katil etrafı o kadar kanatmış, o kadar incitmiş olduğundan sanırım bu ince çizikler ruhuma asla sirayet edemeyecek kadar önemsizlerdi. Başım yerde olsa bile yanıma yaklaşan adım sesleri Sancak'a ait adım sesleriydi, çünkü kamyonun motor sesini duymuştum.

Gül KOZASIHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin