XI

145 18 11
                                    

Evimin yolunu tutarken kafam birbirinden farklı tilkilerle doluydu.

Günlerin üzerinden aylar, ayların üzerinden yıllar geçmişti... Yine de bir adım yol kat edememiştim.

Sıkıştığımı biliyordum.

Ve kurtulmak için çabalamaktan da bir o kadar yorulmuştum, artık sadece birilerini veya birini bekliyordum; beni kurtarması için.

Robert ile baş başa kalmıştım.

Onu aşmaya çalıştığım her an, odamın bir köşesinde kendimi yine onunla konuşurken buluyordum.

Daktilomun başına geçtikten sonra bile duvara yaslanmış o çocuksu gülümsemesiyle bana bakışını izliyordum, belki de saatlerce...

Tek kelime etmeyeceğini bildiğim halde ona nasıl hissettiğimi anlatıyor ve bundan bıkmıyordum.

Ondan herhangi bir cevap beklemiyordum, sadece orada olmasını istiyordum.

Onu göremediğim vakitler, gözlerim onu arıyordu. İyi olmadığımı biliyordum, hatta bazen delirdiğimi dahi düşünüyordum.

Ama onu görebiliyor olmamın tek sebebi delirmiş olmam olsaydı da, bundan asla yakınmazdım.

Öldüğü yüzüme vurulduğu gün, savaşın bittiği ve bu savaş için canını veren insanlardan biri olan Robert'ın mezarının karşısında durduğum gündü.

Haç işaretinin üzerinde yazan ismine bakıp ağlayarak eve döndüğüm, ona değil mezarına sarıldığım gündü.

O kurşunun benim yerine ona isabet etmesinden her daim nefret etmiştim.

Ve o kurşun, o kurşunu asla geride bırakamamış; saklamıştım.

Onun son bakışlarına sahiptim. Bunun ne denli acı verici olduğunu asla tahmin edemezdim.

Kapıyı yavaşça örttüğümde kasketimi astım ve ceketimi çıkardım.

"Hoş geldiniz, Bay Ronald." Gözlerimi, Cliff'inkilere çevirdim.

Gözlerinin içinden mutluluk akıyordu, benimkiler ise dolmaya başlamıştı.

Yüzünün ifadesi bir an ne olduğunu anlamadığı için aynı kalmış daha sonra ise yerini şaşkınlığa bırakmıştı. Hızlı adımlarla hemen yanıma geldi.

"Bay Ronald..." Elinin birini yumuşak bir şekilde omzuma koydu, ona bakamıyordum; başımı tamamen eğmiş göz yaşlarımın yanaklarımdan süzülmesine izin veriyordum.

Kırık koluma da dikkat ederek beni kendine çekti.

Bu sıcak bir sarılmaydı.

Sırtımı sıvazlayarak sarılmasını sürdürdü, geri çekilsin istemiyordum.

Tutulmak istiyordum, sıkıca.

Asla dinmeyecek yaşlarım Cliff'in omzunu ıslatıyordu. Bunu umursadığını ise hiç düşünmüyordum.

"Ben neden hazır olamıyorum, Cliff?" Dediğimde sadece sustu, yalnızca bir çocuk gibi; hıçkırarak ağlıyordum.

"Yıllar geçti, ben hiçbir sene anılardan kurtulamadım; kurtulmak da istemedim. Ama artık benim için çok ağırlar onlara, yük de diyemiyorum... Değiller çünkü, asla da olmadılar. Yine de yürümeye devam ettiğim bu yol bana izin vermiyor yanımda geçmişimi taşımama."

Cümleleri düşünerek söylemediğimi fark etmiştim.

Cliff haklıydı, bazı cümleler düşünerek söylenmiyordu.

Daha sıkı sarıldığını hissetmiştim.

"Bay Ronald,"

Bir elini enseme attı ve oradaki saçlarımı okşamaya başladı. "Bazen dar, engebeli yollara gireriz. Hatta çıkmaza." Beni bir yandan tutmaya devam ediyordu.

"Ama yanınızda yoldaşınız olduğu sürece endişelenmenize gerek yoktur." Gözlerimi sakince kapattım.

"Yıllardır bir bataklık olduğunuzu düşündünüz Efendim, bataklıkların da barındırdığı güzellikleri unutup." Yutkundu.

"Her şey göründüğü kadar zor değildir, Bay Ronald... Sizi ise özellikle böyle bir koşulda yalnız bırakacak da değilim."

Yumuşak sesi kulaklarımı dolduruyordu, hüznümü dağıtıyor ve bana güvende hissettiriyordu.

Cliff'in sözlük anlamı 'uçurum'du ve şu an o bana, olabilecek en iyi manzarasını sunuyordu.

1928 BxBOnde histórias criam vida. Descubra agora