XIII

145 17 35
                                    


Önümde duran kitaba son bir bakış attıktan sonra kapağını kapattım ve sandalyede gerindim.

Bay Ronald, çok uzun bir süredir tiyatro gösterisi ile uğraşıyordu. Eve ya geç geliyor ya da sabah kahvesini içerken uyukluyordu.

Kolu git gide iyileşmişti, alçı çıkmış ve artık rahatça hareket edebiliyordu. Bunun için seviniyordum çünkü attan düştüğünde kendimi gerçekten çok kötü hissetmiştim.

Gardıroba ilerleyip üzerimdeki kazağı çıkardım, yatağın üzerine fırlatıp yeni bir tane seçtim.

Giydiğimde pencereden dışarıya doğru baktım, hava bugün aydınlıktı, güneş ısısını belli ediyor; düştüğü yeri ılıştırıyordu.

Gülümseyerek az önce yatağımın üzerine attığım kıyafetimi katladım ve kirli sepetine koyarak aşağıya indim, saat epey erken olmalıydı.

Merdivenlerden sessizce indim, sessizdim çünkü Bay Ronald bazen koltuk üzerinde uyuyakalabiliyordu. Bu tiyatro işlerinin onu yormasına canım sıkılıyordu, doğru düzgün yemek bile yiyemezken onca diyalogla uğraşıyor, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışıyordu. Takdire şayan bir insandı.

Kafamı salona çevirdiğimde yanılmadığımı görmüştüm, kollarını birleştirmiş, cenin pozisyonunda uyuyan Bay Ronald'ın yorgunluğu bedeninden yere akıyor ve ayaklarıma kadar uzanıyordu.

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve ensemi kaşıdım.

Onu hem kahvaltı hazırladığımda uyandırmak hem de biraz daha uyumasını istiyordum.

Belki de akşam geldiğinde çok daha iyi bir şeyler hazırlamalı, şimdilik ona yemek paketi hazırlamalıydım? Gözlerimi kısarak düşünceli bir şekilde kitaplığa ve daktiloya baktım.

Derin bir iç çekmenin ardından mutfağa yöneldim, soğutucudan tavuğu çıkarıp doğramaya başladım, kaba yerleştirip gereken baharatları üzerine serpip soğanları sepetten çıkardım.

Soğanları doğrarken gözlerimden gelen yaşlara engel olamadım.

Ardından onları başka bir kaba koydum ve mantarları dilimlemeye başladım, ayrı bir tencereye yeşil bezelyeleri koyduktan sonra da kaynatmaya başladım.

Pirincin yerini bulup suyla nişastasını gidererek farklı tencerenin birine yerleştirip üzerine su ekledim ve haşlanmaya bıraktım.

Domates sosunu hızlıca hazırlayarak kenara koydum, soğutucudan tereyağı alarak birazını kesip tavaya bıraktım.

Dilimlediğim ve doğradığım mantar, soğanları erimiş tereyağının üzerine boşalttım.

İyice haşlandığından emin olduğum pirinci de ekleyerek hepsini birden kızartmaya başladım.

Sosu ekledim ve pirince iyice yedirdim. En sonunda da bezelyeleri ekleyerek yemeği bitirmiş oldum.

Elimin tersini alnıma götürdüm ve terlerimi sildim. İçerisi yemekten ötürü çok sıcak olmuş, beni nefessiz bırakmıştı.

Bay Ronald için dolaplara bakınmaya başlamıştım, bulduğum ilk kabı tezgaha indirmiş ve düzenli bir şekilde içerisinde yemeği yerleştirmiştim.

Ailemden olmayan biri için özel kahvaltı hazırlıyordum, bu biraz tuhaftı ama çok içimden gelmişti.

Daha sonra demlenmesi için ocağa siyah çay koymuştum. Gözlerim koltukta uyuyan onu bulmuş, ayrılamamıştı.

Düzgün nefes alış verişleri korkunç bir rüya görmediğini gösterirken, rüya görüyor mu ki? Diye düşünüyordum.

O kadar yoruluyor ki, rüya görecek zamanının olduğunu bile sanmıyordum.

Sarı dalgalı saçları hafiften yüzünü örterken üzerine bir şey almadığını yeni fark etmiştim. Rahatını ayrıca sağlığını bile düşünmeye vakti olmayan bu adamla birinin ilgilenmesi gerekiyordu.

Saate döndüm, 06.40.

İçeriyi dolduran tik tak sesleri dışında bir ses barınmıyordu bu evde, neredeyse 10 yıldır saatle ayrıca kağıtla konuşan bir adamın evinde olmak; başka bir yerde olmaktan daha huzurlu hissettiriyordu bana.

İçtendi.

Yukarıya çıktım ve odasına ağır adımlarla girerek yastığını aldım.

Saçlarının kokusu yastığa sinmişti, sonbahar gibi kokuyordu. Dolaba ilerleyip bir de pike çıkardım ve aşağıya indim.

Başını çok hafif kaldırarak yastığı koydum ardından da pikeyi üzerine örttüm. Hafif kıpırdandığını gördüğümde duraksayarak yüzüne baktım, gözlerimizin buluşmasını bir o kadar istesem de, uyanmaması için dua ettim.

Göz kapakları açılmadığında gülümsedim. Bu içimi rahatlatmıştı.

Bugün ona hazırlamak istediğim akşam yemeği için almam gereken şeyler vardı fakat saat epey erken olduğundan henüz dışarı çıkmam gereksizdi.

Acaba sevdiği bir şarap var mıydı? Düzenli olarak gittiği bir bar olduğunu biliyordum, belki de oradaki barmen bunu biliyor olabilirdi.

Kendimi koltuğun diğer köşesine bırakırken gözlerimi yavaşça kapattım. Midem sesler çıkarmaya başlamıştı.

En iyisi bir şeyler yemekti.

Bay Ronald'a her bakışımda onu sevme isteğimi bastırıyordum. Gözlerime baktığında, gözlerini sevme isteğimi, saçlarıma dokunduğunda parmaklarını...

Derin bir nefes aldım. Dişlerimi sıktım.

Yerimden kalkarak kendime tabak, çatal ve bıçak çıkarttım. Demlenmiş çayımı bardağa doldurdum, yemeği tabağa yerleştirerek karnımı doyurmaya başladım.

Her şeyi bitirdikten sonra, tekrar çayımı doldurup odama çıktım.

Ayrıca hazırladığım proje için daha çok araştırma yapmam gerektiğinden, günümün bir zamanını kütüphaneye ayırmam gerekiyordu. Çayımı yudumlayarak ışığın canlılar üzerindeki etkisi konulu makaleyi okumaya devam ettim.

Kapı çalana kadar.

"Girebilirsiniz." Dediğimde Bay Ronald kafasını kapının arkasından uzatmış ve bana gülümsemişti.

"Günaydın, Cliff. Sana teşekkür etmek istemiştim." Dedi.

Teşekkür ettiği andan itibaren ya da belki de gülümsemesinden... Yüzüme istemsiz bir mutluluk yayılmıştı.

Yorgun göz altlarında dolaşan gözlerim, saçlarına kaymış ve dağınıklığına karşın hiçbir şey diyememiştim.

"Her zaman Efendim, bugün nasılsınız?" Dedim gülümseyerek, sonunda kapının arkasından çıkmış ve bana doğru biraz yaklaşmıştı, yatağımın orada durdu, ucuna oturarak yüzüme doğru direkt baktı.

"Aslına bakarsan uyumak yetmiyor artık," dedi ve güldü. "Yeni bir dinlenme yöntemi bulmam gerekiyor." Diye ekledi.

Gözlerimi zemine indirdim, "Yorulduğunuzu görmek beni çok üzüyor, keşke biraz bile yardımcı olabilsem." Dedim.

Kaşlarını kaldırdı, "Üzülmene gerek yok, Cliff. Ben oldukça iyiyim." Dedi ve yerinden kalkarak saçlarımı hafifçe karıştırıp gözleri kısık bir şekilde gülümseyip, odamdan bana son bir defa baktıktan sonra ayrıldı.

"Dinlenebildiğiniz olmak istiyorum." Diye mırıldandım.

1928 BxBDonde viven las historias. Descúbrelo ahora