0.3

120K 7.2K 4K
                                    

Son yarım saattir olduğu gibi oflayıp dururken elimdeki kalemle oynayıp duruyordum. Ders fizikti. Fizik. Sabahın köründe ilk iki ders fizik. İğrenç. Bir insan bir dersten ne kadar nefret edebilirse en az o kadar nefret ediyordum şu dersten. Diğer sayısal dersleri sevdiğim için bu alanı seçmiştim ancak fizik bu kararımı sık sık sorgulatıyordu bana.

İlk iki ders bize eziyet çektiren idaremiz halimize acımış olmalı ki bundan sonraki iki ders bedendi. Son on dakika bir türlü geçmek bilmiyordu.

Sıkıntıdan ne yapacağımı bilemeyerek elimdeki kaleme baktım. Sonra aklıma gelen fikirle sırıtıp kalemi havaya kaldırdım. Hemen önümde oturan Ege'nin ensesine siyah keçeliyle kocaman bir çizgi çizdim. Anında kafası öne giderken gülüşüm büyümüştü. Hem ensesine dokunulması onu rahatsız ediyor huylanıyordu, hem de boyanmıştı.

Sinirle arkasına dönüp bana kötü kötü baktı. "Derste bari rahat ver insana."

Başımı iki yana salladım. "O insan sensen, vermem."

Önüne dönüp söz hakkı almak için elini havaya kaldırdığında gözlerim kocaman oldu. İlkokul bebesi gibi hocaya şikayet etmezdi sanırım?

Tahtadaki soruları çözen fizikçi gözlüklerinin altından Ege'ye baktı. "Evet, Ege?"

"Hocam sıradaki sorunun cevabını Miray arkadaşımız bulmuş. Gelip tahtada çözmek için çok hevesliymiş."

Keşke hocaya şikayet etseydi...

"Öyle mi Miray? Gel çöz bakalım."

"Yok hocam bulmadım cevabı. Hem bulsam bile bana güvenmeyin kesin yanlıştır."

"Olsun sen gel, yanlış olsa da birlikte yaparız."

Yanımda oturan Hazal gizli gizli hâlime gülerken masanın altından ayağına tekme attım. Gülmesi kesildi, acıyla inlemeye döndü. Ayağa kalktım ve Hazal'ın kalkıp bana yol vermesini bekledim. Bu sırada Ege bana dönmüş pişkin pişkin sırıtıyordu. Gözlerimi kıstım. Ama görürdü o. Ağır adımlarla tahtaya geldiğimde soruya mal mal bakıyordum. Şansa bari hiç mi kolay gelmez ya?

"Miray çözecek misin kızım? Neyi bekliyorsun?"

"Vahiy inmesini." Sınıf bu dediğime gülünce hoca onlara sert bir bakış attı. Adını bile bilmiyordum hocanın, o kadar alakasızdım derse. Tek bildiğim hocanın zevzekliği hiç sevmediğiydi.

"Hocam ben çözmesem." Dedim en sonunda soruya bakmayı kesip. Zaten çözemeyecektim öyle bakıp durmanın pek bir anlamı yoktu. Kalemi masaya bırakarak hocaya yalvarırcasına baktım. "Madem çözemiyorsunuz neden benim vaktimden çalıyorsunuz? Geç yerine bir daha da böyle şeyler yapmayın." Ege yaptı, benim üzerime kaldı iyi mi?

Sırama geçerken hocanın arkasını dönmesini fırsat bilerek Ege'nin saçlarını çektim. O, arkasını dönemeden hızlıca yerime oturdum. Ege saç diplerini ovarken bana kötü kötü bakışlar atıp önüne dönmüştü. Memnuniyetle kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslandım.

Ege'nin yanında oturan Enes, aynı zamanda en yakın arkadaşlarından birisi olurdu kendisi, arkasını döndü. "Sayısalcıların yüz karasısın." Tabii, bu dediği Ege beyi güldürmüştü. Keyiflensin paşamız.

"Dedi sayısal derslerden kalan çocuk." Benden önce canım kankam Hazal cevabını verdiğinde sırıttım. Enes, bozularak önüne döndü.

Ve sonunda zil çaldığında sınıfın içinde 'oh be' diye bağırmamak için kendimi zor tutmuştum. Fizik hocası hâlâ sınıfta olması bağırabilirdim gerçi. Sınıf benim bu hâllerime alışık olduğu için garipsemiyordu beni. Sıramın kenarına astığım poşetimi ve çantamı alıp sınıftan çıktım Hazal ile birlikte. Soyunma odasına gidip eşofmanlarımızı giyecektik. Kızlar soyunma odasının dedikodusu da ayrı güzel olduğu için bu zamanları çok seviyordum.

Bol dedikodulu bir teneffüsün ardından hepimiz spor salonunda toplanmıştık. Ben beden dersinde başkan olduğum için hoca gelmeden herkesi sıraya sokup, yoklamayı almam gerekiyordu. Sıraya girdiklerini sanıp aslında iç içe girmiş olan sınıf arkadaşlarıma baktım umutsuzca. Salaktı bunlar.

"Düzgün sıraya geçin be! Her hafta sizinle uğraşmak zorunda mıyım ben?"

Ege'den cevap eksik kalır mı? Kalmaz. "Uğraşamıyorsan, bırak başkanlığı."

Sırf Ege beden dersinde başkan olmayı istediği için onun inadına aday olmuş ve kazanmıştım. Bu yüzden her fırsatta başkanlığı bırakmam gerektiğini söyleyip duruyordu.

"Kapa çeneni." Yanındaki Enes'i işaret ettim. "Siz yer değiştirin. Ege daha uzun." İkiletmeden yer değiştirdiler. Başkanlığı bırakmam için beni bıktırmaya çalıştığından Ege pek sözümü dinlemezdi ama bu sefer ikiletmeden yapmış olması beni şaşırmıştı. Gerçi bu bıktırma çabaları bana işlemiyordu çünkü bendeki inat kimsede yoktu.

Sınıfı zar zor sıraya soktuktan sonra yoklamayı aldım ve diğer herkes gibi hocayı beklemeye başladım. Hoca elinde basketbol topları ile spor salonuna girdiğinde yüzümü buruşturdum. Topla oynanan her oyundan nefret ediyordum. Basketboldan iki kat fazla nefret ediyordum çünkü boyum yetmediği ve beceremediğim için hiçbir zaman basket atamıyordum.

"Hocam yine mi basketbol ya?" Benden önce Hazal isyan etmişti. O da benimle aynı sorundan şikayetçiydi. Zaten erkekler topa abandığı için ellerinden alamıyorduk. Kıza kız, erkeğe erkek de oynayamıyorduk çünkü sınıf mevcudumuz yetmiyordu. Altı kız, yedi erkek vardı sınıfımızda. Özel okulun yararlarından olsa gerek. Devlet okullarında sınıf mevcudunun kırk küsür olduğunu duymuştum. O kadar çok kişinin olduğu bir sınıfta derse odaklanamazdım sanırım. Dersi dinlememek için bahane arıyordum zaten.

"Evet, Hazalcım yine basketbol. Yine her zamanki gibi karma takım. Ve evet siz sormadan söyleyeyim yine en başta belirlediğim kişiler aynı takımda." Gözlerimi devirdim. Hazal ile burada yollarımız ayrılıyordu. Ama şanslıydım ki Kuzey kankamla aynı takımdaydım. Ben elime aldığım topu -ki bu çok nadir oluyordu- ona atıyordum, o da işini halledip nur topu gibi bir basket atıyordu takımımız için.

Hızlıca Kuzey'in yanına geçtim. Kuzey, ben ve Hazal lisenin başından beri arkadaştık. Üç yıldan fazladır süren bir arkadaşlığımız vardı. Hâliyle bayağı yakındık.

Ege ile ilkokuldan beri aynı okuldaydık. O zamandan beri aynı sınıftaydık diyemeyeceğim çünkü ortaokulda farklı sınıflardaydık. Lisede yine aynı sınıfa düşmüştük ve kabusum olmuştu. Ciddi ciddi kabusum olmuştu. Kendimi bildim bileli Ege'den haz etmezdim, o da benden etmezdi. Üzerinden yıllar geçmiş olmasına rağmen bir türlü anlaşamıyorduk birbirimizle. Çok iyi çocukluk arkadaşı olabilecekken bizim yıldızlarımız bir türlü barışmamıştı.

"Naber?" Kuzey'in sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.

"İyi, senden?"

Omuz silkti. "İyi."

Takımlar toplandığında hoca hepimizi basketbol sahasına dizmişti. Ciddiye alıyordu böyle şeyleri. Açıkcası ben ayıp olmasın diye ortalıkta geziyordum sadece. Aslında ben okula da ayıp olmasın diye geliyordum. O kadar para veriyoruz sonuçta heba mı olsun?

Maç başladığında bir köşeye geçtim ve koşuyormuş gibi yapmaya başladım. Top Ege'lerin takımındaydı. Ben de bizim potanın orada dolaşıyordum. Ege koşarak ve topu sektirerek bizim potaya yaklaştığında öne çıkarak çelme taktım. Sendeledi ama düşmedi. O sırada topu bizim takıma kaptırmıştı ancak. Ege sinirle bana baktığında hiç oralı değilmiş gibi tavanı izlemeye başladım. Hoca bu yaptığımı faul olarak sayıp karşı takıma serbest atış vermişti. Keyfi yerine gelen Ege topu almak için arkadaşının yanına gitti. Omuz silktim. Zaten amacım topun bize geçmesi değil, Ege'nin basket atmasını önlemekti.

Dersin sonuna kadar biraz Ege'ye sataşmış, biraz oynuyor gibi yapmıştım. Zil çaldığında keyifle çantamı bıraktığım oturaklara doğru yürümeye başladım. Çantamı da alarak spor salonundan ayrıldım.

KORKAK | TextingWhere stories live. Discover now