İki farklı kalp, iki farklı beden. Fakat aynı alevler. Can yangını, dört bir yanlarını sarmıştı. Öyle ki etrafta sadece onlardan gelen bir is kokusu vardı. Onların canları artık o kadar çok yanmıştı ki geride sadece külleri kalmıştı. Can yangınında kaybolan küller etrafa savrulmuştu. küllerini bulmalıydılar, tekrardan dirilebilmek için. küller ise can yangınının başladığı o yerde, geçmişteydi. Geçmiş ise onları daha fazla yakmak için, ateşi iki avucuna almıştı. Onlar geçmişe her yaklaştığında biraz daha yanacaklardı. ... Belimin iki yanına sardığı ellerini biraz daha sıkarak dudaklarıma doğru yaklaştı. "korkma gönül çiçeğim, korkma. Alevler boğazıma kadar da gelse, canımı yakan ateş beni külede çevirse ben yinede senin yangınına su olmaya gelirim" Fısıltılı sesi, ılık nefesi ile beraber yüzüme çarparken o an düşünebildiğim hiçbir şey yoktu. Yanıyordum. Tam şuan öyle bir yanıyordum ki, yangınım tüm bedenimi uyuşturuyor, kasıklarımın o tatlı telaşı acı bir haykırışa dönüyordu. Ve içimde ki bu kor alevleri dindirebilecek tek şey ondaydı, oydu. Onunda barut rengi gözlerinden saçılan ateşi görebiliyordum. Beni delirtecek kadar güzel bakarken aynı zamanda da yakıp küle döndürecek kadar arsızca bakıyordu. Bu yangın öyle bir yangındı ki ikimizin bedenleri arasında doğup tüm şehre yayılacak kadar güçle harmanlanıyordu. Ve ikimizde biliyorduk ki bu yangın söndürülmedikçe aramızdan asla çekilmeyecekti. Ve yine biliyorduk ki bu yangın asla dinmeyecekti. "Yangınıma su ol, çünkü ben en çok şuan alevlerle başa çıkamıyorum."