15. Bölüm: Eskişehir Pavyonlarına Son Mektup...

173 12 336
                                    

Bu bölümde size Erkin Koray eşlik etsin. İyi okumalar 🤍

🥂

Bölüm Şarkıları:
Emir Can İğrek, Kır Düğünü
Erkin Koray, Seni Her Gördüğümde
Panic! At The Disco, Build God, Then Weld Talk
Sezen Aksu, Odalarda Işıksızım

15. Bölüm: Eskişehir Pavyonlarına Son Mektup...

Bir çocukluk günlüğünün henüz sararmamış sayfasına
Uzun yolculuğa çıkan külüstür arabamızın daha buğulanmamış camına
Gökyüzüne,
Yeryüzünden
Yazılacak kadar değerli anlar vardır
Bilirsin
Bir gün biz gideriz
Kokumuz gider
Bu evi yıkarlar
Belki semtimizin ismini bile değiştirirler
Apansız bir deprem dokunur şehrimize
Ne kötüdür bu müteahhitler, malzemeden çalıp zemin hazırlarlar ölümümüze
Ve biz
Fay hattının üzerinde bir enkazın
En altında
Camları kırılmış bir çerçeve
Eski bir kahkaha
Kalabalık ailemizle
Yatıveririz zamanın kırışmış göğsüne

Dudaklarımız artık ayrılmıştı, gözyaşım döküldüğü yerde çoktan kurumuş olmalıydı ama sanki hâlâ gözümün içinde akmak için benden izin istiyordu. Artık içindeki dereden ayrılmak istiyordum, diyordu, artık istiyorum ki bağır, artık istiyorum ki bu hayat herkesi dinlediğinin birazı kadar da seni dinlesin, insanlara uzattığın omzunu kaybettiğini kabullenerek indir de içindeki acının birazını bir başkasının omzuna bindir. Ya da yalnızca dinlendir. Ben kafanın içiyim, ben senin çektiğin acıyım, ben bitmem, ben dinmem ama sen bana izin vermek zorundasın. Duraksadım. Zordu. Kafamın içinde uluyan binlerce anıya rağmen dudaklarımın kapısını aralayıp kafamın içindeki gürültüyü dışarı sızdırmamak, bazen gerçekten çok zordu ama sanırım bu şekilde yaşamaya alışmıştım. Bazen duraksasam ve zamanın da benimle birlikte adımlarını durdurduğunu hissetsem de, ayağa kalkmak benim için birkaç saniye israf etmekten fazlası değildi.

Çünkü biliyordum, ben dursam, ân dursa, hatta zaman bile dursa hayat hep bir hortum haline getirdiği zorluklarıyla şehrimi darmaduman etmeye gelirdi. Keşke kendimi kandırmayı becerebilseydim, diye düşünmeden edemiyordum bazen. Belki o zaman durduğum yerde ayağa kalkmak yerine koşa koşa yıkılırdım ve kendime yeni bir şehir inşa ederdim ama bu bendim. Evimin çatlak duvarlarına göğsüme batan her anı sonrası bir kez daha sıva çekerdim.

Gözlerimi kapatarak kafamın içindeki gürültüyü duymazdan geldim. "Hiç bitmeyecekmiş gibi."

Nesil'in yüzü yavaş yavaş yüzümden uzaklaşırken, gözlerimi açtım ve ani bir hareketle ayağa kalktım. Keskin kan kokusu burnuma dolduğunda, bilincim açılmaya başlamıştı ve yediğim bokun farkına daha da bir varmıştım ama artık bir şeyleri değiştirebilmek için çok geçti. "Sikeyim ya," diye homurdandım elimi sakalıma atmak üzere kaldırırken ama kaldırdığım gibi elime aniden bir bıçak gibi saplanan ağrı olduğum yerde donakalmama neden oldu. Bu, otomatik olarak hafifçe derimin altında olan cam kırıklarını ve kesikler içindeki elimi hatırlamama neden olmuştu. Yüzümü sanki mümkünmüş gibi daha da buruşturarak, sol elimle sağ elimi bileğimden kavradım. "Alt tarafı bir adam dövelim dedik amına koyayım ya, tantanaya bak. Yenidoğan'da hiç böyle olmuyordu..."

Nesil'in arkamda ufak bir kahkaha attığını ve bana doğru yürümeye başladığını duyumsadığımda, gözlerimi tam anlamıyla adama indirip tüm dikkatimle baktım Halil Demirel'e. Gerçekten kötü görünüyordu, sokak ortasında görmüş olsaydım onu bir ceset sanacağım kadar yaşamdan uzak ve kanlar içindeydi yüzü. Bir an için gerçekten kendimden tiksindiğimi hissettim, dişlerimi birbirine bastırıp zihnimin içinde geriye gittiğimde ise bu hissi Halil Demirel'in olduğu kişinin ta kendisi kendi elleriyle boğdu. Bazen karşınıza öyle insanlar çıkıyordu ki, onlara verdiğiniz zararın faturasını kendinize kesemiyordunuz.

Küçük Mucizeler Müzesi Where stories live. Discover now