1. Bölüm: Koltuk Altındaki Tüylü Kelepçe

919 69 1K
                                    

*senaristkafasi adlı hesap elimden gittiğinden, yine ve yeniden, bu hesapta buradan yayımlıyorum kitabı.*

Hey! Küçük Mucizeler Müzemize hoş geldiniz. Buradaki her fosil apayrı bir hikâyeye sahiptir. Dilerseniz ve kahkaha atmaya hazırsanız, başlayalım?

🥂

Panic! At The Disco - Don't Threaten Me With a Good Time

1. Bölüm: Koltuk Altındaki Tüylü Kelepçe

"Oğlum ben niye buradayım, benim yaptığım tek şey siz dalaşırken Sprite içmekti lan!"

Ayaz, kafasını duvara yaslamış hâlde cins cins solgun duvarları izliyor ve bize homurdanıp duruyordu. Nezarethaneye atılmak, onun süt çocuğu kişiliğine biraz aykırı bir hareketti zaten ama bir de hiçbir şey yapmadan atılmış olmak kafamızı sikmesine neden oluyordu.

"Ne lan, ona bakılırsa ben de hiçbir şey yapmadım," dedi Ömer ve Murat'a tip tip baktı, gözleri bana değince ise +18 hattı reklamlarında oynayan Tarkan misali öpücük attı.

Aslına bakılırsa, haklıydı, Ömer de hiçbir şey yapmamıştı. Orospu evladı antrenör gibiydi. Kavga çıktığında bir köşeye çekilmiş ve bizi yönlendirmeye çalışmıştı, ona doğru yürüyen bir çocuğu görünce de Ayaz'ı tutup önüne siper etmiş, bu defa Ayaz'dan biraz dayak yemişti. Biz orada kafamıza tekme yerken Ömer bağırıyordu: "Hüseyin, yaparsın aşkım! Murat sik onu!"

En son Murat Ömer'e öyle sinirlenmişti ki uzun bar sandalyesini kaptığı gibi ona doğru savurmuştu ama paslanmış olmalıydı, sandalye kavga ettiğimiz çocuklardan birinin üzerine Karabasan gibi çökmüş ve bardağı taşıran son damla görevi görüp bizi karakolluk yapmıştı.

Şimdi, buradaydık. Ayaz antrenmanını kaçırdığı için bugünkü mallardan dayak yemediyse de hocasından kesin dayak yiyeceğini söylüyor, Murat Ömer'i dinlememek için kulaklarını tıkıyordu. Bense bir köşede ellerimin ne kadar güzel olduğunu düşünüyorum.

Ve tam şu an aklıma kendimi tanıtmadığım geldi.

Aslında anlatılacak ne var tam olarak bilmiyorum, bu konuda hiçbir zaman iyi olmadım. Adım Hüseyin. Yusuf Hüseyin Çakır. Genel olarak çoğu insan Hüseyin olarak seslenir bana. Çocukken Hüseyin ismini sevmediğim için daha çok Yusuf'u tercih ederdim ama bu amına koyduğumun hayatı rahat durmadı ve beni güzel olan ismimden bile soğuttu.

On üç yaşındaydım ve bir kız arkadaşım vardı. Yedinci sınıftaydık ve hadi ama... On üç yaşındaydık. Ortaokul ilişkileri klasiktir genellikle. Okulun popüler kızı, yakışıklı bir çocuğu gözüne kestirir ve avına doğru yürümeye başlar keskin adımlarla. O av bendim. Oysa sadece kantinde oturmuş simit ayran yiyordum.

Güzel kızdı. Işıltılıydı, yani en azından o an öyle gelmişti. Yanıma gelip karşımdaki sandalyeye oturup oturamayacağını sormuştu, bunu yaparken sandalyede oturan çocuğa öldürücü bakışlar atıyordu. Çocuk kalkınca oturmuştu ve hislerinden söz etmişti. Çıkmaya başlamıştık.

Sorun şuydu ki çıkıyorduk ama ben kızın aradığı kumaş değildim, yirmi iki yaşındayım ve şu an bile edemediğim o romantik lafları on üç yaşındayken ve bir şey hissetmediğim bir kıza karşı edemiyordum. Kızla kavga ettik, daha doğrusu o bağırıp çağırdı, ben boş boş suratına baktım ve kavganın ortasında kulaklıklarımı taktım. Bunu görünce daha da sinirlendi ve bana tokadı geçirdi.

Ben, ertesi gün ayrıldık düşüncesiyle rahatlayıp, okulun karşısındaki kafede dal taşşak otururken gözüme ilişti Sena. Bizden hayli büyük bir çocuklaydı ve onunla flört eder gibiydi, sık sık da bana bakıyordu. Sınıfa girdiğimde birçok kişinin bana baktığını fark ettim, ne olduğunu sorduğumda bana benden beş yaş büyük bir çocukla Sena için kavga edeceğimizi ve kavganın okul çıkışı olduğunu söylediler. Gözlerimi Sena'ya çevirdim. Dudaklarını oynatarak 'biraz erkeksen yaparsın' demişti.

Küçük Mucizeler Müzesi Where stories live. Discover now