4.BÖLÜM

367 48 9
                                    

(Bölüm Şarkısı: Clueso - Gewinner)

Ders arasına girdiğimizde eşyalarımı topladım. Ardından Hilde ile birlikte amfiden çıkıp kafeteryaya geçtik. Ben, cam kenarında bir masaya yerleşirken Hilde'de, kahvaltılık bir şeyler almak için sıraya girdi.

Aniden başıma giren ağrı ile yüzümü buruşturup inledim. Sabah erkenden dersim olmasına rağmen, dün gece geç yatmış ve seher vaktinde kalkmıştım. Uykusuzluktan ölüyordum. Ayrıca, kahvaltı etmeden evden çıkmıştım. Bu yüzden çok açtım. Tanrım! Kim sabahın 8'ine ders koyardı ki?

"Gece uyuyamadın yine, değil mi?" Hilde, aldıklarını masaya koyarken masum masum ona baktım. Geceleri uyku problemi yaşadığımı ve bu yüzden uyumakta zorlandığımı bilen sayılı kişilerden biriydi. Bu durumu bilen bir diğer kişi ise, Giray'dı ve ikisi de hem ev arkadaşlarım hem de buradaki en yakın arkadaşlarımdı.

"Evet."

Uyuyamama nedenim geçen ay tanıklık ettiğim bir cinayet olayıydı. Aslında, gördüklerim gerçek miydi, bilmiyordum. Çünkü o gece uyku ilacı almıştım. Bu yüzden daha sonrasında tüm gün birsamlarla uğraşmıştım. Ve var olan uyku problemim ikiye katlanmıştı. Ayrıca, takiben gördüğüm birsamlar artmıştı. Ki, uyku ilacını o günden sonra hiç kullamamış olmama rağmen de devam ediyordu.

Bu yüzden o geceden beri, bazen hayatımdaki bazı şeylerin gerçekliğinden emin olamıyordum. Bunun için yardım almaya bile, karar vermiştim ama ya bir türlü vaktim olmamıştı ya da bir şekilde aşarım düşüncesiyle sürekli ertelemiştim. Hâlâ daha erteliyordum. Zihnimde bir şeyler bu yardımı alamama engel oluyordu, sanki. Ve ben ne olduğunu anlamıyordum...

"Karnını doyur, gök göz. Sonra bir ağrı kesici içersin." Başımı sallayarak onu onayladım. Gözlerim gök mavisi olduğu için Hilde arada bana bu şekilde hitap ederdi. Oysaki kendi göz rengininde benimkinden bir farkı yoktu.

Crisp'imden kocaman bir ısırık aldığımda kafeterya bir an da sessizleşmişti. Bedenimi saran ürpertiyi göz ardı ettim. Ne olduğunu anlamak için kafamı kaldırıp etrafa baktığımda onları gördüm. Jonas, Pamir, Giray, Tutku ve Martha. Okulun popüler grubu. Bakışlarımı onlardan çekip iç çekerek derin bir nefes aldım ve çayımdan bir yudum içtim. Ardından, herkes gibi gözlerimi yeniden onlara çevirdim.

Jonas, onların elebaşıydı ve tipik bir Norveçli'den daha fazlasıydı. 1.90 boylarında, yapılı, beyaz teni kirli sakallarla çevrili, vücudunun bazı kesimleri dövmelerle kaplı, sarı, hafif uzun saçlara ve yine hafif çekik mavi renk gözlere sahipti. Jonas'ın dış görünüşü bazen, bana Viking kralı Ragnar'ı bazense, Asgard tanrılarından Thor'u anımsatıyordu. Çünkü yaşına göre biraz olgun bir görüntüsü vardı...

Kız kardeşi Martha ise bambaşkaydı. Jonasla çok fazla benzemiyorlardı ama bakınca kardeş oldukları anlaşılıyordu. Martha, Jonas'a göre esmer bir tene, siyah saçlara ve iri, yeşil renk gözlere sahipti. Ayrıca, Jonas'ın ürkütücü, sert ve acımasız duran kişiliğinin aksine, Martha'nın yumuşacık, hayat dolu bir kalbi vardı. Tüm bunların yanı sıra Martha, Jonas'ın her şeyiydi. Gözbebeğiydi. Her ne kadar Jonas, sevgisini Martha'ya yansıtmasa da Jonas'ın bir eli, gözü ve kulağı her zaman Martha'nın üzerindeydi...

Pamir, Jonas'ın sağ koluydu. Sarışın, buğday tenli, laciverte yakın mavi gözlü, uzun boylu, yapılı, dövmeli ve Jonas kadar olmasa da yine de sert bir kişiliğe sahipti. Bir de duyduğuma göre küpe takmaya bayıldığı için kimseye asla ellettirmediği bir küpe koleksiyonu vardı. Aynı zamanda Hilde'nin bir küsüp bir barıştığı Türk sevgilisiydi.

Tutku ise, grubun soğuk ve sert kızıydı. O da tıpkı Hilde gibi sarışın, beyaz tenli ve mavi renk gözlere sahipti. Donuk bakan mavi renk gözlere. Ve Giray. Giray, buğday tenli, yeşil gözlü, uzun boylu, iri, dövmeli ve grubun şebeği gibi bir şeydi. Evde de böyleydi. Ve bence, Tutku'ya karşı boş değildi.

"El Fatiha. Amin."

"Ne?"

"Bakışlarınla öldürdün, hepsini." Hilde'nin dediği şeyle çay boğazıma kaçtı ve öksürmeye başladım. Bazen, farkında olmadan insanlara bu şekilde bakıyor ve dışarıya da bu yüzden farklı bir izlenim veriyordum. Hilde, sırtıma vururken yakınımızdaki masalardan birkaç bakış bizi bulmuştu.

"Küçük. İyi misin?" Giray'a baktım. Aramızda 4 yaş vardı. Bu yüzden bana hep küçük diye hitap ederdi. Bu arada, ne ara yanımıza gelmişti?

Kendime geldiğimde derin bir soluk alıp ciğerlerime gönderdim. "Çay sıcakmış. Bir an da içince boğazıma kaçtı, yandım."

"Dikkatli ol, küçük."

"Giray, hadisene! Seni bekliyoruz!" Pamir'in sesiyle hepimiz o tarafa döndük. Düz bakışlarla onlara bakarken; Giray, "tamam, geliyorum." Diyip bize döndü. "Akşam evde görüşürüz, civcivler." Hilde ve benim yanağımdan makas alıp arkadaşlarının yanına gitti.

"Aptal! Dün geceden beri bir kez olsun aramadı. Şimdi de görmezden geliyor ama görür o gününü. Ben de onu arayıp sormayacağım. Az merak etsin, benim gibi. Nasıl olsa önünde sonunda paşa paşa gelip gönlümü alacak." Diyip, çocukça bir hareketle Pamir'e dil çıkardı, Hilde ve crispsini hırsla ısırdı. Bu haline kahkaha attım.

İzlendiğimi düşünüp başımı kaldırdım ve etrafa bakındım. Isak Jonas Keyser'le göz göze gelince hıçkırıp, gözlerimi kaçırdım. Bakışlarından rahatsız olmuştum. Nedenini bilmediğim bir şekilde beni geriyordu. Öyle bakınca daha da çok gerilmeme neden oluyordu. Onda çözemediğim bir şeyler vardı. Rahatsız edici bir şeyler. Ayrıca, insanlar üzerindeki etkisinden de nefret ediyordum. Çünkü otoriter, baskın, korkutucu ve tuhaf bir kişiliği olması yanı sıra, aynı zamanda garip bir havası daha doğrusu değişik bir aurası vardı.

Gerekmedikçe arkadaşları dışında kimseyle konuşmaz konuşsa bile, sürekli emir verir ya da insanları terslerdi. Bu yüzden kimse ona yaklaşmaya cesaret edemezdi. Her ne kadar kendisine karşı davranış, söylem ve tutumlarımda nötr olsam da onun; çevreye karşı olan söylem, tutum ve davranışlarından hoşlanmıyordum...

Elim istem dışı ne zaman ya da kimin aldığını hatırlamadığım tuhaf bir şekle sahip olan kolyeme gitti. Güç almak istercesine bir elimle kolyemi tutup sıkarken öbür elimle de Hilde gibi cripsimden koca bir ısırık aldım ve dalgınca çiğnemeye başladım. O sırada telefonuma peş peşe gelen bildirim sesiyle bakışlarım telefon ekranına kaydı.

Redrum: Være klar, brunhåret.
(Hazır ol, kumral.)

Redrum: Spillet starter på nytt.
(Oyun yeniden başlıyor.)

Redrum: Og denne gangen skal vi spille etter reglene mine.
(Ve bu sefer, benim kurallarıma göre oynayacağız.)

-venusdarca

BİRSAM | YARI TEXTİNGWhere stories live. Discover now