52.BÖLÜM

105 35 34
                                    

(Bölüm Şarkısı: Gaye Su Akyol - Bir Yaralı Kuştum)

Kafeterya da yaşananların üstünden 1 hafta geçmişti. Hem Vegard hem de Skule onlara karşı yaptığım kötü davranışlarımdan ötürü, benden şikayetçi olmamışlardı. Olayın üstü benim anlamadığım bir şekilde kapatılmış ve sicilime de işlememişti. İlk 3 günümü onlarla birlikte hastanede geçirmiş ve onlardan özür dilemiştim. Çünkü konuştukları şey; bir arkadaşları tarafından piyasaya yeni sürülecek olan bir intikam oyunuymuş ve Vegard, bir önceki oyuna bütün parasını yatırdığı için parası kalmamış. Öte yandan, 5 yılını bu oyunu üretmeye adamış olan kişininde, ürettiği oyun piyasaya sürülmeden deneme esnasında bir başkası tarafından çalınmış. O da, oyunun sürümünü değiştirip çalandan intikam almak için küçük bir oyun oynamış.

Vegard ve Skule'de bu konu üzerine konuşuyorlarmış. Tabi, ben de, anlamadan dinlemeden her şeyi yanlış anlayıp onlara saldırmıştım. Çünkü artık dengem şaşmıştı. İster istemez paranoyaklaşmıştım. Mantıksız olaylar silsilesi sonrasında da arkadaşlığımız başlamıştı. Ve sonrasında da gidip üçümüzde saçlarımızı turuncu renge boyatmıştık. Ama turuncu dışında her renge benzemişti. Her açıdan farklı bir renk gibi gözükse de yeni saç rengim hoşuma gitmişti...

Bakışlarımı Jonas'a çevirdim. Kafeteryada her zaman ki masasında oturmuş ve dünyadan soyutlanmış bir şekilde elindeki kitabını okuyordu. Kitap okurken hep böyle oluyordu. Kendini dış dünyadan tamamen soyutluyor ve kitabın iç dünyasına bir hayalet gibi sızarak kendine yer ediniyordu. Yani, her ne kadar bedeni, burada gözüksede ruhu, kitabın derinlikleri arasında kaybolmuştu. Tıpkı şu an olduğu gibi.

Bu kadar yakınımda olması ama ona dokunamamak canımı yakıyordu. Sadece bakıyordum. Öyle uzaktan uzaktan ve hiç konuşmadan... O kadar güzel görünüyordu ki yanına gidip sıkıca sarılıp kokusunu içime çekmek, ona her şeyi anlatmak ve öpücüklere boğmak istiyordum. Ama yapmazdım. Gururumu ayaklar altına alamazdım.

Kahvemden zoraki bir yudum aldığımda iç çektim ve Jonas'ı düşünürken ne kadar yalnız olduğumu fark ettim. İçine düştüğüm bu boşluk hissinden bir türlü kurtulamıyordum. Sanki, duvarlar üstüme üstüme geliyordu. Kapılarımın kapandığını hissediyordum. Karanlığın içinde yalnız kalmış ve kaybolmuştum.

Acın içimde bıçak. Kesiyor damarlarımdan eski ben'i. Yakalandım sevda çölüne. Su ver yangınıma, heyhat!

Böyle olmak ya da hissetmek istemiyordum. Kendimle ve çevremle olan bu mücadeleyi yalnız başıma vermek de istemiyordum. Onlarla birlikte bu işin üstesinden gelmek istiyordum. Lakin, korkaklık yapmıştım. En başından onlarla konuşmalı, aramızdaki sorunları aşmalı ve çözüm yoluna gidip onlardan uzaklaşmamalıydım. Ama işte gururum, buna engel olmuştu. Oluyordu da. Tanrım! İçimdeki benler ve düşünceler arasında sıkışıp kalmıştım. Ve kafayı yemek üzereydim.

Belki her şeyi kendi elimle yıkmıştım ama yeniden inşa edebilirdim de. Cesur olacaktım. Cesur olup her şeyi düzeltecektim. Hiçbir şey için geç değildi. Doğru an, şu andı ve ben, bunu yapacaktım. Onunla konuşup her şeyi anlatacaktım. Her şeyin üstesinden birlikte geleceğimizi söyleyecektim. O olmadan yapamadığımı, ona ne kadar aşık olduğumu anlatacaktım. Evet, bunu yapacaktım! Kendime ihanet edecektim!

Derin bir nefes alıp sandalyeden kalktım ve kendimden emin adımlarla Jonas'a doğru ilerledim. Tam yanına gelip durduğumda ağır çekimde bakışlarını okuduğu kitaptan kaldırıp bana çevirdi ve anında kaşları çatıldı.

"Konuşabilir miyiz?" Yüzünde alaylı bir gülümseme belirdi ve bir an da kahkaha atmaya başladı. Kafeterya kalabalık olmasa da çoktan meraklı bakışlar bizi bulmuştu. Umursamadım.

BİRSAM | YARI TEXTİNGWhere stories live. Discover now