35.BÖLÜM

106 38 7
                                    

(Bölüm Şarkısı: TheFatRat - Xenogenesis)

GEÇMİŞ...

18.09.2013/Çarşamba
Saat: 02.42
Part/1

Norveç'e geleli neredeyse 1 ay oluyordu. Bu 1 aylık süreçte okul işimi halletmiş, ev bulmuş ve hatta, 2 tane ev arkadaşı bile edinmiştim. Şimdilik, çok bir yakınlığımız yoktu, ev arkadaşlarımla ama zaman ne gösterirdi, bilinmezdi. Sonuçta, aynı evi paylaşıyorduk. Buraya çabuk adapte olduğuma göre sorunlu tipler değilseler onlarla da kolayca anlaşabilirdim.

"Neredeyse geldim." Diyip, yanımdan koşarak geçen genç adam, omuzuma çarpmış ve öne doğru savrulmama neden olmuştu. Ağzım açık şaşkınca arkasından bakarken durup bana döndü ve "özür dilerim, acelem var." Diyip tekrar telefonu kulağına dayadı ve koşarak ormanın içine girdi.

Tanrım! Gecenin bir yarısı bu genç adamın ormanda ne işi vardı? Üstelik, sıradan bir ormanda değildi. Winden Ormanı'ydı. Fırıncı Jostein'nın anlattığına göre pek çok cinayete ev sahipliği yapmış, efsanevi hayaletlerin kol gezdiği tehlikeli bir ormandı, Winden Ormanı. Ya da kasabaya yeni gelen kıza eğlenmek amaçlı korkutmak için anlatılan bir şakaydı. Umarım ikincisidir...

Korkmuyor muydu? Belki de ölmek istiyordu. Ya da bir katildi ve cinayet işleyecekti. Bunun için de uygun bir yer olan Winden ormanını seçmişti. Allah'ım, ne saçmalıyordum, ben? Tam bir zihin paranoyakçısı olmuştum... Gerçekten; korku, endişe, panik ya da buna benzer anlarda kendi kendimize ürettiğimiz düşünceler çok tehlikeliydi. Çünkü bunlar söylem veya davranışa dönüşebiliyor, zihnimizi iyice tetikleyerek bizi anksiyete hastasına çeviriyordu. Ya da daha kötüsüne neden olabiliyordu.

Pekâlâ, yürüyüşünü yap ve evine dön, Mahur Safir Taşkın. Orman ve ormana giren genç adam bizi ilgilendirmiyor. Öldüreceği kişi de. Peki ya bir hayat kurtarma şansım varsa ve ben, bunu bilerek sessiz kalırsam cinayete ortak olmaz mıydım? İyice saçmalamıştım. Kendim kurgulayıp kendim inanıyordum. Telefonuma gelen bildirim sesiyle düşüncelerim arasından sıyrılıp gelen mesaja baktım.

Redrum: Adamı takip et.

Yine mi ya? Bu manyaktan ne zaman kurtulacaktım? Sürekli mesajlarıyla beni taciz ediyordu. Engellesem bile, farklı numaralardan yazmaya devam ediyordu. Kim olduğunu ve derdinin ne olduğunu bilmiyordum ama artık, can sıkıcı olmaya başlamıştı. Gözlerimi devirdim ve cevap yazmadım.

Redrum: Dediğimi yapmazsan kız kardeşine yazık olacak.

MahurTaskın: Ne saçmalıyorsun?

Redrum:

Redrum: Seçim senin

ओह! यह छवि हमारे सामग्री दिशानिर्देशों का पालन नहीं करती है। प्रकाशन जारी रखने के लिए, कृपया इसे हटा दें या कोई भिन्न छवि अपलोड करें।

Redrum: Seçim senin.

Redrum kişisi sizi engelledi.

Kahretmesin! Kahretmesin! Adi pislik! Bunu hep yapıyordu. Her zaman hayatımın içine ediyordu. Pekâlâ, bunu yapacaktım. Kız kardeşim için yapacaktım. Yapmak zorundaydım. Başka çarem yoktu. Ya da vardı, bilmiyorum. Kafam karışıktı. Ben, aptaldım! Koca bir aptal! Aptal Mahur!

Bir elimi, cebimde hazır bekleyen biber gazının üstüne koyup kendimden emin adımlarla ormana doğru ilerlerken diğer elimle de, telefonumun flaşını açmış, önümü aydınlatıyordum. Ne yapacağımı ve neden yaptığımı bilmeden öylece ormanda yürüyordum. Ne kadar yürümüştüm bilmiyorum ama duyduğum seslerle etrafa bakındım. Hemen çaprazımdaki açıklıkta bir grup genç tartışıyorlardı. Sessiz adımlarla oraya doğru ilerleyerek onları duyabileceğim bir mesafede durup beni kamufle edecek bir ağacın arkasına saklandım ve izlemeye başladım.

"Buraya kadar, Jenell Karlee!"

"Hiç sanmıyorum, Jonas Keyser. Ya da Isak Larsen mı demeliyim? Sonuçta Organizasyon Timi'nde ki ismin buydu. Değil mi? Sahi, bu ismi sana kim vermişti? Bir düşünelim. Heh! Hatırladım! Bedeni şu an da toprağın altında gömülü olan ablan Ursula Keyser. Öyle değil mi?" Sarışın iri yarı adam hırlarcasına öne doğru atıldığında esmer olan onu tuttu.

"Jonas, sakin ol. Seni kışkırtmaya çalışıyor." İsminin Jonas, olduğunu öğrendiğim genç adam burun kemerini sıkıp sakinleşmeye çalıştığında hemen yanındaki adam kontrolü ele aldı.

"Flaş belleği bize teslim edip bizimle iş birliği yaparsan canın bağışlanacak ve cezan hafifletilecek, Jenell." Gözlerimi kısıp konuşan kişiye baktığımda ağzım şaşkınca aralandı. Bu, az önce bana çarpan adamdı.

"Martin. Martin. Martin. Sence elimde tuttuğum milyon dolarlık flaş belliği öylece size verip sizinle iş birliği yapacağımı mı sanıyorsunuz? Üstelik Antonio Garcia bu flaş bellek için 167 milyon dolarlık bir değer biçmişken. Kaldı ki, bu başlangıç fiyatı." 167 milyon dolar mı? Başlangıç fiyatı mı? Ne bu? Altın semer falan mı? Ayrıca ne vardı ki, o flaş bellekte bu kadar değerli olan? Ve kimdi, bu adamlar? Dertleri neydi?

"İnsan gibi konuşarak anlamıyor, pezevenk! Biz buna ağız burun direk dalalım! Belki o zaman anlar!"

"Saçmalama Pamir! Dikkat çekmeden yapmalıyız bu işi."

"Hay sikeyim ya!"

Jenell, denen adam bir an da silahını çekince aynı şekilde adamları da silahlarını çekti. Buna karşılık karşı tarafta silahlarını çekti. Korkuyla elimi ağzıma kapatıp olacakları beklemeye başladım. Bir yandan da ne yapmam gerektiğini bilmediğim için elimde telefonla bu anları kayıt altına alıyordum.

Bir an da açılan ateşle Jenell'in adamları birer birer yere düşerken kimin ateş ettiğini görmeye çalıştım. Keskin nişancı falan mı vardı, bir yerlerde? Kalbim endişeyle yerinden çıkacak gibi atarken yere eğilip kendimi korumak adına pozisyon aldım. Tanrım! Bir an önce buradan uzaklaşmalı ve canımı kurtarmalıydım. Buraya gelmem tamamen aptallıktı! Ve bu Redrum pisliğinin suçuydu.

-venusdarca

BİRSAM | YARI TEXTİNGजहाँ कहानियाँ रहती हैं। अभी खोजें